Kadınsan Histrionik, Erkeksen Antisosyal: Psikopatolojide Cinsiyet
Yazar: Melek Gökbulak
Editör: Feyza Hamidi
“Drama queen” etiketi, özellikle Z kuşağıyla birlikte sosyal medyada sıklıkla karşılaştığımız yeni bir kavram. Peki, bu drama queen’ler kimdir, neyin nesidir? Kimileri onları önemsiz, küçük sorunlara gereğinden fazla üzülen kişiler olarak tanımlarken; kimileri ise doğrudan ilgi delisi şeklinde tanımlar (Cambridge Dictionary, n.d.; Tureng, n.d.). Bu tanımları okuduğunuzda gözünüzün önüne gelen birileri mutlaka vardır. Ancak çoğu kişi, bilinçdışı da olsa, bu tanımları kadınlara atfeder. Oysa bu özellikler aynı şekilde bir erkeğe de ait olabilir.
Klinik psikolojide yıllardır tartışılan kaçınılmaz bir gerçek var: Maalesef, tanı koyma süreçleri iddia edildiği kadar objektif değil. En azından hedeflendiği kadar objektif olmadığı kesin. Toplumsal cinsiyet rolleri, psikolojik değerlendirmeleri ciddi biçimde etkileyebiliyor. Özellikle Histrionik Kişilik Bozukluğu tanısı üzerinden tarihsel bir analiz yaparak psikoloji alanında kadınlara yönelik cinsiyetçi önyargıları görmek mümkün.
Aslında Histrionik Kişilik Bozukluğu’nun ortaya çıkışında etkili olan “histeri” kavramı antik çağlara kadar uzanır. MÖ 1900 civarında, Antik Mısır’da histeri, rahmin yer değiştirmesi sonucu ortaya çıkan bozukluklar olarak tanımlanır (Tasca et al., 2012). Antik Yunan’da ise “wandering womb” teorisiyle bu görüş teorideki yerini alır. Teoriye göre rahim, beden içinde dolaşarak baş ağrısı gibi semptomlara yol açar (Jones, 2015). Aretaeus da teoriyi, rahmin bir canlı gibi hareket ettiği görüşüyle destekler. Dahası, bu teoriyi bir adım öteye taşıyarak tedavi için belirli kokularla rahmin yerine geri çekilebileceğine dair uygulamalar önerir (Simon, 2014).
Tıbbın ilerlemesiyle birlikte, 19. yüzyılda “histeri” kavramı nörolojik ve psikolojik alanlara dahil edilse de, kadınların daha kontrolsüz ya da hassas olduğu algısı yerini korur. Erken dönemlerden beri gelen rahim-psikolojik bozukluklar ilişkilendirmesi; Histrionik Kişilik Bozukluğu tanısının yalnızca bireysel semptomlarla değil, toplumsal anlamlandırmalarla da şekillenmesine yol açar.
Tanı sistemlerinin evrensel ve objektif olduğu belirtilse de, bu sistemlerin toplumsal normlardan bağımsız olmadığı, Ford ve Widiger’in 1989 yılında yaptığı bir çalışmayla ortaya konmuştur. Araştırmacılar, klinisyenlere tamamen aynı semptomlara sahip bir vaka sunar. Tek fark, vakaların cinsiyetidir. Vakaların bazıları “Jane” adına, bazıları “John” adına sunulur. Sonuçlar şaşırtıcıdır: Klinik psikologlar, kadın vakalara Histrionik Kişilik Bozukluğu tanısı koyarken, aynı semptomlara sahip erkek vakalara ise daha çok Antisosyal Kişilik Bozukluğu tanısı koyar.
Dolayısıyla, bu deney tanı sürecinin cinsiyete bağlı olarak çarpıtıldığını açıkça gösterir. Dahası, tanı süreçlerindeki cinsiyete dayalı yanlılığın bireylerin ötesinde sistematik bir problem olduğunu da vurgular. Duygularını yoğun yaşayan bir kadın “aşırı” ve “patolojik” olarak görülürken, aynı özelliklere sahip bir erkek “manipülatif” ve “tehlikeli” olarak değerlendirilir. Oysa tanının, bireyin ırkı, etnik kökeni ve cinsiyetinden bağımsız olarak yapılması gerekir. Gerçekte ise bireyin toplumsal bağlamlarda nasıl yorumlandığına bağlı olarak yapılmaktadır. Bu durum, kadınları patolojik dalgalanmalara karşı daha savunmasız hale getirir.
Tanı süreçlerindeki cinsiyete dayalı sapmalara yalnızca psikoloji alanında değil, sağlığın diğer kollarında da rastlanır. 2024’te Avustralya Ulusal Kadın Sağlığı Zirvesi kapsamında yayımlanan bir rapora göre, kadınların yaklaşık üçte ikisi sağlık sisteminde cinsiyete dayalı önyargı ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır (ANMJ Staff, 2024). Raporda kadınlar, semptomlarının genellikle ciddiye alınmadığını; bunun nedeninin ise doktorların kadınların şikayetlerini gereğinden fazla dramatize ettiklerini düşünmeleri olduğunu belirtmektedir. Bu güncel örnek, tanı süreçlerinde cinsiyete dayalı önyargının sahada hala var olduğunu doğrular.
Özellikle kadınlara yönelik “abartılı” veya “dramatik” gibi sıfatların yalnızca gündelik söylemde değil, tanı sistemlerinde de karşılığını bulması düşündürücüdür. Kadınlara yönelik patolojik damgalanma, antik çağlarda rahmin bedende dolaştığına duyulan inanca dayanan histeri anlayışıyla başlar. Ancak modern tanı sistemlerindeki histrionik teşhislere kadar uzanır. Diğer bir deyişle, Ford ve Widiger’in 1989’da yaptığı deneyden 2024’te sağlık sistemindeki problemlerle yüzleştiğimiz bugüne kadar, cinsiyete dayalı tanı önyargıları hala varlığını sürdürmektedir.
Sonuç olarak, tanı sistemleri evrensel ve objektif olarak sunulmasına rağmen, pratikte bunun uygulanmadığı görülmektedir. Bu nedenle, tanı sistemlerinin yalnızca bireysel belirtileri değil, o belirtilerin toplumsal bağlamını da dikkate alan bir yapılandırmadan geçmesi faydalı olabilir. Aksi halde önyargılar sadece tekrarlanmakla kalmaz, aynı zamanda bilimsel bir form altında yeniden üretilir.
Kaynaklar
ANMJ Staff. (2024, March 14). ‘Drama queen’: Two-thirds of women experience bias and discrimination in Australia’s health system. Australian Nursing & Midwifery Journal.
Cambridge University Press. (n.d.). Drama queen. Cambridge Dictionary.
Jones, C. E. (2015). Wandering wombs and “female troubles”: The hysterical origins, symptoms, and treatments of endometriosis. Women’s Studies, 44(8), 1083–1113.
Simon, M. (2014, May 7). Fantastically wrong: The theory of the wandering wombs that drove women to madness. WIRED.
Tasca, C., Rapetti, M., Carta, M. G., & Fadda, B. (2012). Women and hysteria in the history of mental health. Clinical Practice & Epidemiology in Mental Health, 8, 110–119.
Tureng Dictionary. (n.d.). Drama queen – Türkçe karşılığı. Tureng Dictionary.
Warner, R. (1978). The diagnosis of antisocial and hysterical personality disorders: An example of sex bias. Journal of Nervous and Mental Disease, 166(12), 839–845.