Kronik Olarak Çevrim İçi: Sosyal Medya ve Benlik

Bir gösteri hazırladığını düşün. Ne tür bir gösteri olduğu hayal gücüne kalmış. Seni izlemeye gelmiş meraklı izleyiciyi memnun etmek istediğin için uzun bir zamanın hazırlık yapmak ile geçiyor. Prova üstüne prova alıyorsun, en küçük detaylar üzerine bile düşünüyorsun, sergileyeceğin performans hayatının merkezine yerleşiyor.

Büyük gün geliyor. Sahnede varını yoğunu ortaya koyuyorsun. Bittiğinde mutlu izleyicinin yüzünü görmek ve tebrikleri kabul etmek için sabırsızlanıyorsun. Işıklar açılınca sahnenin bomboş olduğunu görüyorsun. Kimse izlememiş. Zamanını çok daha faydalı bir şey yaparak geçirebilirdin.

Hayatının izleyicileri var mı? Dijital dünyada aksini söylemek zor. Hatta yüzyılın ilk çeyreği doldururken, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar izleyicimiz olduğunu söyleyebiliriz. Bazılarına göre mahremiyet-sonrası (post-privacy) bir dönemde yaşıyoruz. Yani bize hiçbir zaman gizlilik garantilenmiyor, biz de zaten beklemiyoruz. Bugün seyircilerimizi kendi hayatımıza bizzat davet ediyoruz.

İzlenim Yönetimi

Benliğin bir performans gibi sunulduğu düşüncesi yeni değil. Hatta bu yüzyılın başlamasından ve sosyal medyanın icat edilmesinden çok öncesine dayanan bir tarihi var. Goffman, 1959 yılında yayınlanan Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu adlı kitabında sosyal etkileşimleri açıklayan bir metafor olarak tiyatroyu kullanmış. Ona göre bireyler sosyal etkileşimlerinde kendileri hakkında neyi gösterip neyi gizleyeceklerini seçerek başkalarının izlenimlerini yönetmeyi amaçlar, yani birer “aktör” gibi davranırlar. Aynı zamanda bu çaba karşılıklıdır,  birey etkileşimin oyuncusu ve izleyicisidir.

1959 yılından farklı olarak artık sosyal hayatımız yüz yüze veya yalnız ikili etkileşimlerle sınırlı değil. Tek seferde hayatımızdan kesitler gösterdiğimiz, hakkımızda izlenim oluşturan daha fazla insan, yani daha çok seyircimiz var. Elbette sosyal medya paylaşımları birebir iletişimden veya gerçek bir sahne gösterisinden oldukça farklı. Burada hakkımızdaki düşüncelerini kontrol etmeye çalıştığımız izleyici yüzünü göstermez. Beğenileri ve yorumlarını sunmayı seçmediğinde var olup olmadığından bile emin olamayız. Ayrıca sosyal medya izleyicisi bize kısıtlı süre ayırır. İstediğimiz izlenimi yaratmak için aceleci olmamız gerekir. Kompleks performanslar gösterme şansımız yoktur. Dolayısıyla sabırsız ve sonsuz izleyiciye sunduğumuz benliğimiz karmaşıklıktan arındırılmalıdır. Pürüssüzleşmeli, düzleşmeli, izleyicinin çok iyi anladığı bir dilden konuşur hale gelmelidir.

Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu adlı eserinde insanın geçirgen bir varlık olmadığını söyler. Günümüz toplumu ise bir şeffaflık toplumuna dönüşmüştür, burada her şey sergilenme değeriyle ölçülür. Kendi içinde kalan hiçbir şeyin değeri olmadığı gibi kolayca sergilenemeyen şeyler var olmuş sayılmazlar. Böylece kendine bile şeffaf olmayan insan, sonsuz izleyicisine en şeffaf halini göstermelidir. Kimsenin olmadığı yerde devrilen ağaç misali, göremezlerse yaşanmış mıdır?

Sahnenin Dışındakiler

Hepimizin bildiği ve konuşmaktan bıktığı şeyler var: influencer kültürü, tüketim çılgınlığı, sahte habercilik…Gördüğümüz çoğu şeyin sahici veya samimi olmadığını iyi biliyoruz.Okumakta olduğunuz yazı, sosyal medyanın sahteliğini ifşa etmeye çalışanlardan biri değil. Bu yazı çevrim içinde kalanlara değil, çevrim dışına sızanlara yönelik bir sorgudur. Telefonlar ve kameralar kapalıyken bile performansa devam mı ediyoruz?

Belli ki hepimiz performanslarımızı anlaştığımız ortak kurallara göre koyuyoruz. Bu kurallar ne giyeceğimiz ve ne yiyeceğimiz gibi masum paydaşlıklardan ne söyleyeceğimiz ve ne isteyeceğimiz gibi sadece bize ait olması gereken davranışlara kadar uzanıyor. Bunları bize dikte edilen zorlamalar olarak görmüyoruz çünkü ortak kararımız olduğuna inanıyoruz. Neticede tüm bu ortak anlayışlar belirsizliği ortadan kaldırmada oldukça başarılı oldu. Problemlerimizin kaynaklarını kolayca bulur olduk. İnsanların ve ilişkilerinin karmaşık, kendine özgü, mahrem doğasının yerini standardize, kuralları önceden çizili olanlar aldı. Arzularımız, beklentilerimiz,inançlarımız hatta korkularımız bile kolay sindirilebilir oldu. Şeffaflaştı.

Elbette benlik statik bir kavram değil, dinamik bir süreç. Sosyal medya da bu sürecin keşfi ve ifadesi için kullanışlı alanlar açtı. Ayrıca tarihin her döneminde insanlar arasında “moda” olan şeyler oldu. Sorgulamamızın insanların giydiği benzer kıyafetlere veya dinlediği benzer müziklere olduğu düşünülmesin. Özgüvensizliğe, sergileme takıntısına, insanları ve yaşamı kalıpyargılara sığdırmaya çalışmanın moda olmasına dikmemiz gerekiyor gözlerimizi.

Sosyal medyanın hayatımıza çok olumlu etkileri de oldu. Bundan yıllar sonra baktığımızda bu etkileri daha iyi göreceğimize eminim. Bununla beraber sahiciliğimizin bir kısmını da alıp götürdü. Evet, yıllar sonra bazı modalara özlemsiz bir nostaljiyle bakıp güleceğimize de eminim. Yine de dişil enerjimizi yükseltmek ve en az yirmi yılı olan kırışıklıkları önlemek için geçirdiğimiz zamana veya sosyal medya tanrılarının uygun gördüğü kurallara uymak için kaçırdığımız fırsatlara da aynı nostaljiyle bakıp bakmayacağımıza emin olamıyorum.

Sosyal medya ile ilgili bir diğer yazımıza buradan ulaşabilirsiniz!

Öne Çıkan Görsel: Playground AI ile oluşturuldu.

Görsel 1: imdb.com

Kaynaklar

Goffman, E. (1959). The presentation of self in everyday life. Doubleday.
May, R. (2023). Kendini Arayan İnsan (26.Baskı). (K.Işık, Çev.) Okuyan Us Yayınları.
Han, B. (2022). Şeffaflık Toplumu (8.Baskı). (H.Barışcan, Çev.) Metis Yayınları.

Editör: Gülbin Daldal

Leave a Reply