Görgü Tanıkları Doğruyu mu Söyler?

Değerli okuyucularım, bu ay sizlerle paylaşmak üzere bilişsel psikolojinin önemli ve dikkat çekici konularından biri olan görgü tanıklığı konusunu ele almak istedim. İlk olarak sizleri biraz geçmişe götürerek eğer anılarınızda varsa soygun, silahlı çatışma veya kavga gibi sizin veya çevrenizdeki insanların hayatlarını riske atan duygusal yükü fazla olan olaylar hakkında düşünmenizi isteyeceğim. Yaşadığınız olayda dikkatinizi en çok neye vermiştiniz? Olay üzerinden kısa bir süre geçince olay yerine gittiniz mi? Gittiğinizde, anınızda herhangi bir değişim oldu mu? Olayı yaşamış bir başka kişiyle anılarınızdan bahsederken olaydaki nesneleri veya kişileri farklı anlattınız mı?

Günümüzde suçluyu belirlerken bilim ve teknolojiden yararlanılmaktadır, özellikle de DNA sayesinde, yapılan tespitler kesin sonuçlar vererek doğru kişinin tutuklanmasını sağlamaktadır. Oysa 1900’lü yıllarda, olayı yaşamış veya görmüş kişilerin görüşleri alınarak suçlular teşhis edilir ve tutuklanırdı. Halbuki, bu sistem sebebiyle birçok masum insan uzun yıllar hapiste kalmış veya canından olmuştur. Masum insanların hapiste uzun yıllar kalması ve suçlu olmadıklarının daha sonrasında anlaşılması bilim insanların dikkatini çekmiş ve bu konu üzerinde çalışmalara başlanmıştır.

 

Görgü Tanıklığı Araştırmaları  

Görgü tanıklığı araştırmaları, 1902 yılında William Stern’in tanık ifadelerinin karşılaştırdığı araştırmasıyla başlamıştır. William Stern, yaptığı araştırmalara istinaden anılarını tamamıyla doğru hatırlayabilen bir kişinin neredeyse istisna olduğunu belirtmiş; anıları hatırlamada belirli kuralların olmadığına vurgu yapmıştır. Ayrıca, Stern yaptığı araştırmalarla alana katkı sağlamak için “Tanık Psikolojine Katkılar” adında dergi kurmuş ve dersler vermiştir. 

Görgü tanıklığıyla ilgili 1906 yılında G. F. Arnold “Psychology Applied to Legal Evidence and Other Constructions” isimli bir kitap yayınlamıştır. Kitabında, görgü tanıklığı eleştirilerine yer vermiştir. Ayrıca kitabında bellek, dikkat, duygu, istem gibi konulara da değinmiş ve bu konuları hukuk alanıyla da ilişkilendirmiştir. 

Bu alanda çalışmalar yapan bir diğer isim, psikolog Hugo Münsterberg, doktora çalışmalarını Wilhelm Wundt’un laboratuvarında yapmıştır. Daha sonra, Freiburg’da kendi laboratuvarını kurmuş, çalışmalarına burada devam etmiştir. Münsterberg, dönemindeki psikolojik bulguların alana yansıtılmamasından rahatsız olmuştur. Özellikle, hakimlerin, jürilerin ve avukatların psikolojik bulgulardan yararlanmamalarına ve bunun yerine kendi sağ duyularına güvenmelerine dikkat çekerek belleğin bozulmaya açık olduğunu ısrarla vurgulamıştır.  

Görgü tanıklığı araştırmalarında önemli katkısı olan bir diğer isim Helen Mary Cady’dir.Yaptığı çalışmalarda görgü tanığının hatırlama biçiminin önemini göstermiştir. Hatırlama biçimi anıyı doğru ve eksiksiz olarak hatırlamakta önemlidir.  Ayrıca, Otto Lipmann’ın çalışmaları ise görgü tanığına soru sorma biçiminin etkisini istatiksel parametreler kullanarak göstermiştir.  

Görgü tanığı çalışmaları Elizabeth Loftus’la hızlanmıştır. Loftus, görgü tanıklığı alanında birçok deney yapmış ve  soru sormadaki farklılığın tanığa etkisinden bahsetmiştir. Ayrıca, teşhis prosedürü, silah etkisi, olağan dışı deneyimler gibi konularda da araştırmalar yapmıştır.  

Bir diğer isim olan Gary Wells, 1978 yılında tanık belleğin doğruluğunu ayırt edebilecek kuramsal yaklaşımı önermiştir. Bu yaklaşımda 2 değişken vardır: sistem değişkenleri ve tahmin değişkenleri. Tahmin değişkenleri dava sürecinde karar vericilerin etkisi altında kalabileceği değişkenlerdir. Bunlara örnek olarak tanığın özellikleri ve çevresel faktörler verilebilir. Sistem değişkenleri ise yasal uygulamalara etkisi olan değişkenlerdir. Şüphelilerin hepsinin gösterilmesi buna bir örnektir. 

GÖRGÜ TANIKLIĞINDA BELLEĞİN ETKİSİ  

Bellek, anılarımızı birebir kopyalayan bir araç değildir. Anılarımız, belleğimizde kodlanma şekli, üzerinden geçen zaman, kişisel deneyimler gibi birçok faktörden etkilenir.

Bellekte bilginin değişebilirliğine yönelik ilk araştırmalardan biri, ünlü bir deney olan Hayaletlerin Savaşı’dır. Bartlett deneyinde katılımcılara farklı kültürden bir hikâye dinletmiş ve daha sonra hikâyeyi hatırlamalarını istemiştir. Katılımcıların hikâyeyi hatırlarken kendi kültürlerine uygun olarak hatırladıklarını gözlemlemiştir. Ayrıca, Bartlett deneyinde kültür kadar kişinin şemalarının, önceki deneyimlerinin ve bellek organizasyonu ile yönlendirilen yapılandırıcı sürecin de önemini ortaya koymuştur. 

OLAY SONRASI YANLIŞ BİLGİ PARADİGMASI  

Olay sonrası yanlış bilgi paradigması görgü tanığının telkine yatkınlığını açıklar. Olayın ardından görgü tanığının olayı farklı kişilerden dinlemesi, TV veya sosyal medyada olayı görmesi, sorgu sırasındaki etkilenme bellekteki bilginin değişmesine neden olabilir.   

Olay sonrası yanlış bilgi paradigması üç aşama içerir: Olay, yanlış bilgi alma ve hatırlama testi. Olay sonrası yanlış bilgi paradigmasının en bilinen araştırmasında katılımcılara bir hikâye anlatılır. Deney grubuna hikâyeden sonra, hikâyeye ek olarak yanlış bilgiler verilir, kontrol grubuna ise verilmez. Örneğin hikâyede ‘dur’ levhası geçerken daha sonra verilen ek bilgide ‘bekle’ levhasının var olduğuna dair bir bilgi verilir. Yapılan araştırmanın sonucunda, deney grubundaki katılımcıların ilk olayı yanlış hatırlama olasılıklarının daha fazla olduğu gözlemlenmiştir.  

Yanlış bilgiye maruz kaldıktan sonra hatırlamadaki yanlışlığa istinaden 3 farklı hipotez araştırmacılar tarafından ortaya atılmıştır:

  1. Bozulma/Yenisiyle Değiştirme Hipotezi  

 Bazı araştırmacıların açıklamalarına göre belleğe yeni bir bilginin girmesi eski bilginin bozulmasına sebep olmakta veya eski bilgiyi engellemektedir. Orijinal bilgiye dair bellek izi yanlış bilginin etkisiyle bozulur. Yanlış bilginin etkisiyle orijinal bilgi güncellenmiş olacağı için yanlış bilgi hatırlanır.  

  1. Erişilebilirlik Hipotezi 

Erişebilirlik hipotezine göre bellekteki yanlış bilgi, orijinal bilgiye göre daha günceldir. Her ne kadar orjinal bilginin bellekteki izi kaybolmasa da güncel olanı getirme daha kolay olduğundan orjinal bilgi yerine yanlış bilgi hatırlanmaktadır. Orjinal bilginin hatırlanması ise ancak uygun geri getirme koşulları sağlandığında mümkündür.  

   2.a. Bloklama Hipotezi 

Bloklama hipotezine göre ise yanlış bilgi orijinal bilgiye ulaşılmasını bloklar. Böylece orijinal bilgi değil de yanlış bilgi hatırlanır. Orijinal bilginin aslında kaybolmadığını uygun koşullar oluşturulduğunda tekrar hatırlanabileceği deneylerle gösterilmiştir. Hatta yanlış bilginin verilmesi uygun koşullar hazırlandığında orijinal bilgiyi hatırlamada ipucu sağladığı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.  

  1. Kaynak Karışıklığı Hipotezi  

Bu hipoteze göre, olay sonrası bilgi ve orijinal bilgi hatırlama sürecinde erişilebilir olsa da hatırlayan kişinin, bu bilgilerin kaynaklarını karıştırması sebebiyle, hatırasında hataya sebep olabilir. Kaynağın ne olduğuna karar verme sürecini ise Kaynak Denetleme Kuramı açıklamıştır. Kurama göre anı olarak deneyimlenen düşünce, imge ve duyguların belirli kaynaklara atfedildiği görüşü yatmaktadır (Lindsay ve Johnson, 2000). Hatırlama sırasında aktif hale gelen bu bellek kayıtları bir karar verme sürecinden geçer ve belirli kaynaklara atfedilir. Bu bakımdan kaynak denetleme, belleğin kaynağına dair yapılan atıf süreçlerinin bütünü olarak ifade edilir (Hashtroudi ve ark., 1989). 

Denetleme hataları, bellek kayıtlarının yeterince ayırt edici olmamasından veya bilginin belirgin olup ayrıntıların yeterince ayırt edici olmamasından kaynaklanmaktadır. Kaynak karışıklığındaki ana etken kaynakların fiziksel olarak birbirine benzemesidir. Kaynak tanımlamalarının bir takım fiziksel özelliklere dayandırılması da hataları ortaya çıkarabilmektedir. Örneğin, çok canlı detaylar içeren hayali bir olay, gerçekten yaşanmış gibi algılanabilir (Johnson ve Raye, 1998). Anlamsal olarak birbirine benzeyen uyaranlar gördüğünde de kişilerde kaynak karışıklığı olabilir. Kişiler zihinlerinde, iki öge arasında anlamsal olarak bağ kurduysa hatırlama esnasında orijinal bilgi yerine bağ kurduğu ögeyi hatırlayabilmektedir.  

Görgü tanıklığında, kaynak hatırlama hatalarındaki bir diğer faktörde bilgiyi kodlama sırasında gerçekleşmektedir. Bilginin, doğru bağlama yerleşmesinde engel çıkarsa ve bilgi doğru bağlama yerleşemezse veya zayıf bağlantı kurmuş olursa kaynak denetleme hatası gerçekleşir. Kodlama sırasında hatanın gerçekleşmesinde iki faktör etkendir. Bunlardan ilki, dikkatin dağılmasıdır. İkincisi ise duyguların kontrol edilememesi, duygu durumunun yüksek olmasıdır. Zira, duyguların yoğun olması algılarımızı etkilemektedir.  

 

                                                                                 5 truths about protecting your eyes - Harvard Health

 

Olay Sırasında Dikkate Bağlı Hatalar  

Görgü tanıkları olayı yaşadıkları anda korku, heyecan, stres gibi yoğun duygular yaşamaktadırlar. Bu durum hangi nesneye, nereye ve kime dikkat ettiklerini ve anı hatırlamalarını etkilemektedir. Olay yaşandığı esnada silah, bıçak gibi zarar verici nesneler varsa ve zarar verici nesneler aktif olarak kullanılıyorsa dikkat sadece bu nesnelere odaklanır. Bu yüzden olay anındaki suçlu ve kurban, olay örgüsünü hatırlamakta zorluk yaşayabilmektedir. Yapılan deneylerde ateşlenmeyen silah koşulunda katılımcılar suçlu, kurban ve olay örgüsü hakkında daha detaylı bilgi vermiştir.  

Sıra Dışı Nesnelerin Varlığı  

Görgü tanığı olay anında tanık olduğu görüntüler şemalarından ve kalıp yargılarından farklı bir nesne, durum veya kişi olduğunda dikkatini farklı olan durumlara yöneltir ve diğer durumlar hakkında detaylı bilgi veremeyebilir. Örneğin kadın bir suçlunun banka soygunu esnasında elinde silah bulundurması görgü tanıklarının dikkatini daha fazla çekmektedir çünkü kadınların suç işleme oranı ve silah taşıması erkeklere göre daha azdır.  

 

 

Görgü Tanıklığında Yaşın Etkisi  

Yaş kriteri, görgü tanıklığındaki en önemli faktörlerdendir. Çocuklar beyin gelişme aşamasında anıları işlerken ve geri getirirken hatırlama sırasında farklı etmenlerle karşılaşabilirler. Örneğin, 3 yaşındaki çocukların anılarını hatırlayabildiklerine dair deneyler vardır. Hatta 3 yaşındaki çocukların 6 hafta geçmesine rağmen anılarını iyi hatırladıkları gözlemlenmiştir (Stern, 1939). 8-12 yaşları arasındaki çocukların ise, ergenlik dönemi başlangıcında olduklarından dolayı duygusal dengesizlik ve aşırı hayal kurma gibi nedenlerle, olaylara dair verdikleri ifadelerin çok doğru olmadığı, hatta tanıklıklarının güvenilmez olabileceği ve tehlikeli sonuçlara yol açabileceği gözlemlenmiştir. 

 

Ayrıca, görgü tanığı çocuk olduğunda soru sorarken açık uçlu ifadeler kullanılmalıdır. Yönlendirilmiş ifadelerden çocuklar etkilenebilmekte ve yanlış bilgi verebilmektedirler. Örneğin, “öyle mi oldu?” kalıbı yönlendirmeli bir soru kalıbıdır. Çocuklar sorgulandığı zamanlarda yapılan hatalara örnek olarak McMartin Anaokulu davasını verebiliriz. McMartin davası sürecinde çocuklarla görüşen kişilerin sorgu esnasında kullandıkları tekniklerde; çocukların henüz bahsetmediği bir detaydan söz etmek, çocuğa daha önce diğer çocuklarla görüştüğünü ima etmek hatta diğerlerinin ifadelerini söylemek ve çocuğun ifadesini onaylamak ya da tam tersi eleştirmek gibi; hatalar yaptıklarını belirtmişlerdir.  

Görgü tanıklığında yaşı daha ileride olan bireyler ise kaynak izleme hatası yapabilmektedirler. Benzer kaynaktan gelen bilgileri ayrıt etmekte gençlere oranla daha fazla zorlanmaktadırlar. Verilen kaynak ipuçlarından ise gençler kadar yararlanamamaktadırlar. Yaşla birlikte bellek fonksiyonundaki işlevlerin azalmasıyla anıların hatırlanmasında zorlanabilmektedirler.  

Olay Sonrası Sorgulama Etkisi  

Polisler görgü tanığından zanlıyı tespit etmesini isterken gösterdikleri kişiler arasında olmayabileceğini de vurguladıklarında görgü tanığının doğru kişiyi tespit etme oranı zanlının şüpheliler arasında olabileceği imasında bulunulan duruma göre daha yüksektir. Şüpheliler suçluyla düşük benzerlikte olursa görgü tanığı şüpheliyi daha kolay teşhis edebilmektedir. Eğer şüpheliler suçluyla yüksek benzerlik gösterirse masum bir insanın tutuklanma oranı artmaktadır. Şüphelilerin eş zamanlı gösterilmesi tanıkta yargıyı artırmakta ve şüphelilerin kendi aralarında kıyaslanmasını sağlamaktadır. Sıralı gösterimlerde ise görgü tanığı, şüphelileri anısıyla kıyaslamaktadır. Bundan dolayı şüphelilerin sırayla gösterilmesi daha uygundur.  

Görgü tanığı ifade alınımında bulunan polislerinde aslında ‘kör’ teşhis görevlisi olması gerekmektedir. Görgü tanığının seçtiği şüpheliden sonra polis memurunun geri bildirimi de görgü tanığının cevabında etkisi olur. Görevlinin “doğrusunu seçtin, en uygunu buydu.” gibi cümleleri tanıkta eminlik hissi verebilmektedir. Bu yüzden ikinci ve üçüncü teşhislerde aynı kişiyi seçerek belki de masum biri suçlanabilmektedir.  

Türkiye’de Görgü Tanıklığı İfadesi Nasıl Alınır? 

1994 yılında kolluk kuvvetleri ifade esnasında kendi sağ duyularını kullanarak farklı yöntemlere başvururlarmış. 2007 yılında ise Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda (PVSK) görgü tanıklığı ifadelerinde izlenecek yöntemler açıklanmıştır. Bu kanuna göre görgü tanığı zanlıyı iki farklı grup arasından tespit edecektir. Kanunda kolluk kuvvetlerinin görgü tanığa verebileceği bilgilerde yer almaktadır. Örneğin zanlının şüpheliler arasında yer almayabileceği bilgisi gibi.  

Ayrıca, Altı Üstü Psikoloji web sayfasındaki bilimsel içerikli diğer yazılara buradan ulaşabilirsiniz. 

 

Editör: Sevi Sunar

 

Kaynaklar   

Bozkurt, M., ve Ziayalar, N. (2021). Ceza adaleti açısından psikolojik travma ve görgü tanıklığı ile ilgili bir meta-sentez çalışması. Aydın İnsan ve Toplum Dergisi, 7(2), 155-168.  https://doi.org/10.17932/iau.ait.2015.012/ait_v07i2003

Ceylan, S., ve Mısırlısoy, M. (2014). Olay sonrası yanlış bilgi paradigması: Yaşlanma ve stresin etkisi. Türk Psikoloji Yazıları, 17(33), 60-73.  

Çağlar, E. E., ve Kocabaçoğlu, N. (2018). Bellek boşluklarını doldurmaya zorlamanın çocuk görgü tanığı belleği üzerindeki olumsuz etkileri. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, 34(1), 451-473.  

Ersoy, K. P. (2018). Görgü tanığı belleği araştırmaları ve yasal uygulamaları: tarihsel bir bakış. Yaşam Becerileri Psikoloji Dergisi, 2(4), 271-279. 

Hashtroudi, S., Johnson, M. K., & Chrosniak, L. D. (1989). Aging and source monitoring. Psychology and Aging, 4(1), 106–112. https://doi.org/10.1037/0882-7974.4.1.106

Johnson, M. (1998). False memories and confabulation. Trends in Cognitive Sciences, 2(4), 137–145. https://doi.org/10.1016/s1364-6613(98)01152-8

Lindsay, D. S., & Johnson, M. K. (2000). False memories and the Source Monitoring Framework. Learning and Individual Differences, 12(2), 145–161. https://doi.org/10.1016/s1041-6080(01)00035-8

Stern, W. (1939). The psychology of testimony. The Journal of Abnormal and Social Psychology, 34(1), 3–20. https://doi.org/10.1037/h0054144

Öne çıkan görsel: davidhcampbell.com 

Görsel 1: indiamart.com

Görsel 2: pinterest 

Görsel 3: vectorstock.com

Görsel 4: istockphoto.com 

 

One comment

Leave a Reply