Yeme Bozuklukları ve Aile Yapısı
Birçok fiziksel belirtinin ortaya çıkmasına sebep olabilen, iyileşme ve hastanın sıkıntılarını gidermesi güç, yeniden kendini gösterme riski yüksek, psikiyatrik bozukluklar arasında ölüm oranı fazla olan yeme bozukluklarının temelinde biyolojik açıdan genetik yük ve başta beyinde bulunan yeme ile ilgili açlık-tokluk bölgelerinin etkisi öne çıkar. Psikolojik etkenler arasında ise aile yapısı, hasta ile ailesi arasındaki ilişkiler üzerinde durulur ve bireyin ebeveynleri ile kurduğu ilişki şeklinin yeme bozuklukları üzerinde etkili olduğu bilinir. Yeme bozukluğuna sahip hastaların ailelerinin daha az empatik, daha az destekleyici ve daha yüksek başarı beklentisi içinde oldukları belirtilir. Ayrıca yeme bozukluğu olan hastaların ailelerinde aile içi sorunlar ve tartışmalara, depresyon, anksiyete, alkolizm ve herhangi bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanılır (Toker, 2009).
Ailenin ve Aile İçinde Çocuğun Korunması ve Çocuğun Statüsü Komisyonu Raporu’na göre, aile, ilk sosyal deneyimlerin yaşandığı, yetişkin dünyasına ait ilk verilerin toplandığı, yüz yüze ve içten ilişkilerin en güçlü olduğu birincil gruplardandır. Bireyin ilk sosyal çevresi olan aile, bireyin üzerinde toplumun etkisini hissettirdiği ilk yerdir (akt. Toker, 2009). Dolayısıyla bireyin yaptığı eylemlerin temelinde, yetiştiği ailenin etkisinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Parsons’a (1955) göre de çocukların nasıl düşündüğü ve nasıl davranışlar sergiledikleri ailelerinde yaşadıkları deneyimlerle bağlantılıdır. Alanyazına bakıldığında da, pek çok psikiyatrik sorunun temelinde ailenin görmezden gelinemeyecek etkileri karşımıza çıkar.
Genel hatlardan bahsettiğime göre; haydi gel, asıl konumuz olan aile yapısı ile yeme bozukluğu bağlantısına bakalım. Kimi ailelerde çocuklar kendilerini yalnız, reddedilmiş hissederek aileleri tarafından anlaşılmadıklarını düşünebilirler. Bu sebeple kendilerini kanıtlama ve onay alma mekanizmasını fiziksel özellikleri üzerinden kurmaya çalışabilirler (Canat, 1999). Andersen’a (2005) göre yeme, ebeveyn-çocuk ilişkisinin ve duygusal durumun duyarlı bir göstergesidir (akt. Toker).
Bulimia nervoza tanısı almış hastaların pek çoğunun aile öyküleri incelendiğinde, problemli aile ilişkileri göze çarpar. Hastalar anne babalarını “uzak ve reddedici” olarak tanımlarlar. Bu tanıya sahip hastaların sıklıkla kilo kaybetmek için aile baskılarından sonra diyete başladıkları belirtilir. Yapılan bir çalışmada, aile baskısı sonrası diyete başlama oranı % 55 bulunmuştur (Maner ve Aydın, 2007).
Yeme nöbetlerinin anne ile bütünleşmeyi temsil ettiği, ancak sonrasında anneden ayrılma ve bireyselleşme çabasının dışa atım ve kusma davranışları olarak kendini gösterdiği söylenebilir (akt. Toker).
Konuyu zihninde daha iyi oturtabilmen için buraya bir vaka sunumu önerisi bırakıyorum. Bu vaka sunumunda 21 yaşında bir genç kızın anoreksiya nervoza sürecinden, bu sürecin nasıl başladığından ve ailesinin hastalığa yakalanmasındaki etkilerinden bahsediliyor.
( https://dusunenadamdergisi.org/storage/upload/pdfs/1586354997-tr.pdf )
Aklına takılan herhangi bir şeyi bana sorabilirsin, cevaplamak için heyecanla bekliyorum! Yeni yazılarda görüşmek üzere.
Kaynaklar
Ağırman, A. ve Maner, F. (2010). Yeme bozuklukları ve duygusal istismar: olgu sunumu. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 23(2), 121-127.
Canat, S. (1999). Yeme bozukluklarına genel bakış. Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, 4(2), 133-136.
Maner, F. ve Aydın, A. (2007). Bulimiya nervozada psikososyokültürel etmenler. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 20(1), 25-37.
Toker, D. E. ve Hocaoğlu, Ç. (2009). Yeme bozuklukları ve aile yapısı: Bir gözden geçirme. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 22(1-4), 36-42.
Öne Çıkan Görsel: diyetkolik.com
Görsel 1: Depositphotos
Görsel 2: the-sun.com