Varoluşçu Psikoterapi Felsefesi
Varoluşçu psikoterapi nedir ki?
Psikolojiden, özellikle psikoterapiden, bahsederken çoğunlukla anormal olanı düşünüyoruz. Tabii anormali düşünebilmek için normali bilmemiz, en azından ne olduğuna dair bir fikrimizin olması gerekiyor. Sonra etiketlemelere başlıyor, kendimizce normallik çizgisinin dışına çıktığımız anda telaşlanıp normale dönmenin yollarını arıyoruz. İroniktir, aynı normallik mücadelesini veren o kadar insan var ki bir noktada dönüp soruyoruz. Anormal olmak evrensel mi? Varoluşçu psikoterapinin söyleyecekleri var.
Terapi sözcüğü kökenini “tedavi”den alır. Terapi iyileştirme, psikoterapi psikolojik iyileştirme anlamına gelir. Psikoterapinin çeşitleri vardır, bazı ortak noktalarda buluşsalar da yaklaşım ve teknikleriyle farklılaşırlar. Örneğin davranışçı psikoterapi sağlıksız davranışlara odaklanırken, bilişsel psikoterapi davranışlar yerine sağlıksız düşüncelerle ilgilenir. Bu noktada psikoterapinin nasıl varoluşçu olabileceğini merak edebilirsiniz. Varoluşçu psikoterapi neyi tedavi eder? Sorunlara ve belirtilere nasıl bir tutumla yaklaşır? Her şeyden önce, ortada tedavi edecek bir şey görmeyerek.
Varoluşçu terapinin kökleri, adı üstünde, varoluşçuluktadır. Kökenlerini felsefeye dayandırması onu felsefi bir yaklaşım yapmaz elbette. Diğer psikoterapi türleri gibi varoluşçu psikoterapinin de kuramsal bir altyapısı, kendine özgü bir metodolojisi vardır. Adını varoluşçuluktan almasının sebebi danışanlara ve problemlerine karşı bakış açısında varoluşçu düşüncenin izleri olmasıdır.
Varoluşçu yaklaşımın pek çok insanın kaşlarını çatacağı bir söylemi var. Normalimize aykırı görüp tedavi etmeye çalıştığımız pek çok şey aslında doğamızın parçasıdır. Kurtulmaya çalıştığımız kaygı, korku, anlamsızlık ve umutsuzluk hissi tedavi edebileceğimiz semptomlar değil, insanlık deneyiminin kaçınılmazlarındandır.
İnsan Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
Yanılsamalarımızdan biri, hayvanlar veya bitkiler gibi, sabit bir “öz”e sahip olduğumuz fikri. Sanki insana dünyaya gelirken belirli özellikler yükleniyormuş, bunlar insanın özünü oluşturarak hayatının baştan belirliyormuş gibi. Varoluşçulara göre bu da bir tür kadercilik, içten içe bildiğimiz bir gerçeği görmezden gelme ihtiyacı. Sartre’ın varoluşçuluğun sloganı haline gelmiş “Varoluş özden önce gelir.” sözü de bunu ifade eder. Buna göre insanlar bir öz ile dünyaya gelmez, öncelikle var olurlar. Yaşamları boyunca eylem ve seçimleriyle kendi özlerini, anlamlarını inşa ederler.
Toparlayacak olursak, varoluşçuluğun odak noktası somut insan varoluşudur. Buna göre insanlar hayatlarını yaşarken önceden çizilmiş çizgileri takip etmezler. Yaşadıkça kendi çizgilerini oluştururlar. Dolayısıyla hayatın belirli nihai bir anlamı yoktur. Varoluşçular insanın -biyolojik, psikolojik, kültürel sınırlar olsa da- kararlarında tamamen özgür, tamamen sorumlu olduklarını söylerler. Kimilerine göre pek karamsar olan bu bakış açısını varoluşçu psikoterapi nasıl iyileştirici bir güce dönüştürür?
Hayatın özünde “anlamsız” olması, insanın önünde çizilmiş bir yolu, dolayısıyla takip edebileceği kurallar olmadığı anlamına gelir. Sınırsız özgürlük beraberinde güçlü bir kaygıyı ve anlamsızlık hissini getirir. Varoluşçu psikoterapi, bunun evrensel bir deneyim olduğunu söyler ve bu kaygıyla çalışır. Kullandığı çeşitli teknikler olsa da bunların büyük çoğunluğu bireyler özgürlük ve sorumluluk hissini benimseyerek kendi hayatları üzerinde kontrole sahip oldukları anlayışını kazandırmaktır. Bunun için ilk ve en zor adım, belirsizliği tamamen kabullenmektir
Felsefenin Tesellisi
Kendini tam olarak bir varoluşçu olarak görmese de bir edebiyatçı olarak Albert Camus, varoluşçu psikolojinin iyileştirici potansiyelini en iyi göstermiş kişileren biridir. Camus, varoluşçuluğun genel kanısı olarak, insanın dünyanın kendine karşı umursamazlığı ve anlam bulma isteği arasında kaldığını söyler. Bu çatışmanın çözümü olarak başkaldırmayı önerir.
Camus’ya göre anlamsızlığa başkaldırmak onu reddetmek anlamına gelmez. İnsanın amacı nihai bir amaç bulmak değil, belirsizliği kabul edip kendine anlamlı bulacağı bir yaşam yaratmaktır. Varoluşçu psikoterapinin varsayımı da budur. Belirsizliğin kaygısıyla mücadele yolu olarak başkaldırıyı, yani insanın kendi varoluşunu anlamlandırmasını önerir. Kendi hayatında anlam bulma söylemi kimilerine fazla iyimser gelebilir.Bu noktada bilinmesi gereken, kastedilen anlamın büyük ve kalıcı bir şey olması gerekemediğidir. Anlamlı bir hayat kişinin kendi özgün deneyimine sadık kalması, kendi kişisel değer ve arzularına uyan seçimler yapmakta özgür olduğunu hissetmesidir.
Bu yazının amacından sapmış göründüğünün farkındayım. Dürüst olmak gerekirse esas amacım varoluşçu psikoterapiyi tanıtmak değil, psikolojiye ve hepimizin özgün çatışmalarına problem-tedavi ikilisi ışığında bakmaktan ötesi olabileceğini göstermek ve “normal” olarak bildiklerimize yönelik bir sorgu uyandırmaktı. Varoluşçu psikoterapi önemlidir çünkü varoluşumuza yönelik derin bir içgörü sağlar. Terapötik bir yaklaşım olarak varoluşçu psikoterapi öz-farkındalık, kişisel gelişim ve kişisel değerlerin ve inançların keşfi yoluyla bireylerin daha anlamlı ve tatmin edici hayatlar yaşamaları için bir yol sağlar. Bireyleri varoluşsal sorunlarla, kendi benzersiz varoluşsal ikilemleriyle yüzleşmeye ve nihayetinde hayatın doğasında var olan zorluklar karşısında kendi amaç ve değerlerini bulmaya davet eder. Kendini kabul etmeye ve kişinin benliğine sadık, otantik bir yaşam arayışına kapılar açar.
Sonuç olarak, varoluşçu terapi almıyor olsak bile ondan öğrendiklerimiz bizi kendi varoluşumuz üzerine düşünmeye davet eder. Özgürlük, seçim ve hayatın belirsizliklerinin kabulü gibi varoluşsal temalarla meşgul olmak; bizi daha bilinçli yaşama, kasıtlı seçimler yapma ve hayatlarımızı kendi değer ve inançlarımıza göre şekillendirme konusunda güçlendirir. Anlaşılıyor ki varoluşçu psikoterapinin yaşama deneyimimizin tamamı hakkında söyleyecekleri vardır, dinleyip dinlememek ise tamamen sizin seçim özgürlüğünüze kalmıştır.
Varoluşçuluk ile ilgili bir başka yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Bakewell, S. (2020). Varoluşçular kahvesi (3. Baskı). (E. Gözgü, Çev.). Domingo Yayınları (Orijinal eserin basım tarihi 2016).
İçöz, F. (2022). Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (9.baskı). Doğan Novus Yayınevi.
Öne Çıkan Görsel: Pexels.com
Görsel 1: Pexels.com
Görsel 2: Pinterest.com
Editör: Mehmet Umut Şimşek