Psikofarmakoloji ve İlaç Terapileri

Psikofarmakoloji; ilaçların, davranışlar ve sinir sistemi üzerindeki etkisini araştıran önemli bir psikoloji alanıdır. Psikofarmakolojideki araştırmacılar, ilaçların biyolojik sistemde ve tepkilerde nasıl bir etkisi olduğunu anlamaya çalışırlar. Bu yazıda size psikofarmakoloji ve ilaçlar hakkında bildiklerimizi kısaca özetlemeye çalışacağım.

İlk olarak ilaçlar belirli etkilere ve etki bölgelerine sahiptirler. İlaç etkileri, ilacın kullanımından dolayı ortaya çıkan fizyolojik süreçlerde ve davranışlarda gözlenen değişimlerdir. Örneğin, morfin gibi opioidlerin etkileri arasında ağrı duyarlığının azalması vardır.
İlaçların etki bölgeleri ise, vücudumuzdaki hücrelerin üzerinde ya da içlerinde bulunan moleküllerle, ilaç moleküllerinin etkileşime girdiği noktalardır. Morfin gibi opioidler etki bölgeleri belirli nöronların membranlarında yerleşmiş olan özelleşmiş reseptörlerdir. Morfin molekülleri, bu reseptörlere bağlanarak etkilerini gösterirler.

İlaçların uygulanmanın birçok yöntemi vardır:
1- Enjeksiyon yönteminde ilaç sıvının içerisinde çözülür ve hipodermal yani deri altı bir iğne yardımıyla enjekte edilir. Enjeksiyonun birden fazla uygulama yöntemi vardır. İlacın kan dolaşımına en hızlı girdiği yol intravenöz (damar içi) enjeksiyondur. Ancak damar içi enjeksiyon, iyi bir beceri ve dikkat gerektirir. Diğer bir enjeksiyon yöntemi ise intraperitoneal (IP) enjeksiyondur. Bu yöntemde daha çok küçük laboratuvar hayvanlarında kullanılır. İlaç mide, ince bağırsak ve diğer abdominal organların etrafını çevreleyen boşluğa enjekte edilir. Bir başka yöntem olan intramüsküler (IM) enjeksiyonda ilaç üst kol, uyluk ya da kalçalar gibi büyük kasların içerisine doğrudan enjekte edilir. Deri altı enjeksiyon ise cilt altı boşluğa yapılan enjeksiyon türüdür.

2- Oral yöntem, insanlarda en yaygın tıbbi ilaç uygulama yoludur. Ancak bazı kimyasallar, midede asit veya sindirim enzimlerinden dolayı parçalandıklarından ya da sindirim sisteminde sindirilemediklerinden dolayı oral olarak uygulanamazlar. Bazı ilaçların da dil altı olarak uygulanması gerekir.

3- Fitil formunda yani intrarektal uygulamada, ilaçlar sindirim sisteminden rektum içine uygulanır. Bu yöntem daha çok midede yan etki ortaya çıkaran ilaçlar için kullanılır.

4- Bazı ilaçlar ise solunum yoluyla uygulanır. Bu yöntem buharlaşma özelliği olan ilacın, akciğerlere soluma yoluyla çekilmesidir. Beyne ulaşma süresi oldukça kısadır bu sayede etkilerini çok hızlı bir şekilde gösterirler.

5- Topikal yöntem ise ilaçların cilde merhem, krem ya da yama formlarında uygulanmasıdır.

6- Son olarak intraseberal uygulama, kan-beyin bariyeri nedeni ile beyne ulaşamayan ilaçların doğrudan beyin içine enjekte yolu ile uygulanmasıdır. Bir diğer yol intraserebroventriküler (ISV) uygulamada ilaç beynin ventriküler sistemi içinde yer alan beyin omurilik sıvısının içine enjekte edilir. Daha sonrasında beyin dokusu tarafından emilir. Bu yöntemler belirli enfeksiyon tiplerinde antibiyotik uygulaması için kullanılsa da insanlarda nadiren uygulanılır.

Bunlar ilaçların kan dolaşıma karışmalarının farklı yöntemleriydi. İlaçlar kan dolaşımına karıştıktan sonra sadece etki bölgelerine ulaştıkları durumda etkilerini gösterebilirler. Genelde bu bölgelerin çoğu merkezi sinir sisteminde bulunan özel hücrelerdedir. Ancak her ilaç aynı sürede etki göstermez. Kan dolaşımına karışmış bir ilacın beyin içindeki etki bölgesine ulaşma hızı, birçok faktör tarafından belirlenir. Bu faktörlerden en önemlisi, ilacın lipidlerde (yağda) çözünürlüğüdür. İlacın yağda çözünürlüğü ne kadar kolaysa beyne geçişi o kadar kolay olur. Bunun sebebi ise kan-beyin bariyerinin sadece suda çözünen maddelere karşı bir bariyer olmasıdır. Buna bir örnek verecek olursak eroin yani diasetilmorfin, morfine kıyasla yağda daha fazla çözülebilen bir maddedir. Dolasıyla eroinin damar içi enjeksiyonu morfine kıyasla daha hızlı bir etki sağlar.

İlaçlar aynı zamanda etkinlik açısından da değişkenlik gösterirler. Bir ilacın etkinliğini ölçmenin en iyi yolu ise doz-yanıt eğrisi kullanmaktır. Bu eğriyi çizebilmek için de kişilere genellikle vücut ağırlığına göre kilogram başına mg şeklinde çeşitli dozlarda ilaç uygulanarak ilacın yarattığı etkiler işaretlenir. Bu eğride, gittikçe artan doz uygulamalarının sonucunda maksimum etkiye ulaşana dek etki büyüklüğü artar. Maksimum etkiye ulaşıldığı noktadan sonra yapılan doz artışı ilacın etkisinde herhangi bir artmaya neden olmaz. Aksine yan etki riski artmaya başlar. Bunun nedeni ise çoğu ilacın birden fazla etki gösteriyor olmasıdır. İstenen etkiyle istenmeyen yan etkiyi oluşturan dozların eğrileri arasındaki fark ilacın terapötik indeksini oluşur. Bir başka değişle ilacın minimum etki gösteren dozuyla minimum yan etki gösteren dozu arasındaki fark değerine terapötik indeks denir. Bu şu anlama gelir, örneğin morfinin 2 dozu ağrılarını kesiyorken 5 dozu solunumu baskılıyor. Bu örnekte morfinin terapötik indeksi 2 ile 5 arasındadır.
(Morfinin dozları için böyle bir örnek yoktur, ben sadece daha iyi anlaşması için bu tarz bir örnek uydurdum.)
Bir ilacın terapötik indeksi azsa bu ilacın kullanımında oldukça dikkatli olunmalıdır. Örneğin sakinleştirici ve uyku getirme amacıyla kullanılan ağır etki yaratan barbitüratlar görece düşük terapötik indekse sahip ilaçlardır.

Peki ilaçlar neden etkinlikleri açısından farklılık gösterir? Bunun birkaç nedeni vardır. Bunlardan ilki farklı ilaçlar aynı etkiyi gösteriyor olsa bile farklı etki bölgelerine sahip olabilirler. Örneğin, hem aspirin hem de morfin ağrı kesici olarak kullanılır. Ancak morfin ağrıyı kesmek için omurilik ve beyinde ağrıyı algılayan nöronların aktivitelerini baskılarken, aspirin ağrıya duyarlı nöronlara hasarlı dokudan bilgi aktarılmasını sağlayan bir enzimin üretimini azaltır. Yani ikisi de ağrıyı kesiyor olsalar bile ağrıyı kesme yolları birbirinden farklıdır.

Bir diğer neden ise ilaçların etki bölgelerine karşı sahip oldukları yatkınlığın farklı olmasıdır. Yatkınlık, iki molekülün birbirine bağlanma istekliliği anlamına gelir. Yüksek yatkınlığa sahip ilaçlar etkisini oldukça düşük konsantrasyonlarda yani düşük dozlarda gösterirken, düşük yatkınlığa sahip bir ilacın etkisini gösterebilmesi için daha yüksek dozlarda kullanılması gerekir.

Daha önce de belirttiğim gibi ilaçların birden fazla etkisi olabilir. Bu etkilerin yatkınlıklarının farklı olması olasıdır. Bir ilaçta en çok istenilen, ilacın istenen etkilerinin ortaya çıktığı bölgelere yüksek yatkınlık, yan etkilerinin ortaya çıktığı bölgelere ise düşük yatkınlıkla bağlanmasıdır. Buna bir örnek verecek olursam kas ağrısı için kullandığınız bir ilacın mide bulantısına sebep olmasını istemezsiniz. Yani kas kısmına yüksek yatkınlık, mide kısmında düşük yatkınlık göstermesini isteriz.

İlaçların tekrarlı kullanımlarının sonucunda ise farklı etkiler ortaya çıkabilir. Mesela bazı ilaçların uzun süre kullanımı sonucunda etki şiddetinin giderek azaldığı ve etki süresinin kısaldığı görülür. Buna tolerans denir yani bir ilacın tekrarlanan dozlarda kullanılması sonucunda ortaya çıkan etkilerin azalmasıdır. Bir nevi konsantrasyonun istediğimiz etkiyi göstermemesidir. Bu yüzden aynı etki için ilacın gittikçe artan dozlarda alınması gerekir. Böyle bir durumda ilacın aniden kesilmesi kişide yoksunluk belirtileri ortaya çıkarır. Bu belirtiler ilacın ortaya çıkardığı etkilerin tam tersi şeklindedir. Yoksunluk belirtilerine toleranstan sorumlu bazı mekanizmalar neden olur. Çünkü tolerans, ilacın yaratmış olduğu etkileri vücudun yok etmeye çalışmasının bir sonucudur. Bunun şu şekilde düşünebiliriz, beyninin kendi içinde bir denge durumu vardır ve biz ilacı kullandıkça denge durumu değişir. Sürekli kullanımın sonucunda beyin, dengeyi o maddeye göre ayarlar. Bu toleranstır ve bizim dengeyi bozup tekrar etkiyi ortaya çıkarmak için daha yüksek dozlarda ilaç kullanmamız gerekir. Ancak ilacın bir anda kesilmesi de dengeyi bozar ve yoksunluk belirtilerini ortaya çıkarır. Bir nevi iki uçlu çalışan bir mekanizma gibi düşünülebilir. Bir de toleransın tam tersi olan bir durum vardır. Bu durumda ilaç gittikçe daha fazla etki kazanır. Buna duyarlılaşma denir.

İlaçlar hakkında az çok genel bilgiler verdiğime göre psikolojide kullanılan ilaç terapilerine geçebilirim. Günümüzde psikolojide kullanılan ilaçlar üç ana kategoride toplanabilir: Antipsikotikler, antidepresanlar ve kaygı giderici ilaçlar.

Antipsikotik ilaçlar, şizofreninin sanrı, halüsinasyon, sosyal çekilme ve durumsal gerilimler gibi belirtilerinin azaltılması için kullanılır. Bu ilaçlar beyindeki nörotransmitter dopaminin aktivitesini azaltarak etkilerini gösterirler. Şizofreninin pozitif semptomlarını azaltarak hastayı rahatlatırlar. Ne yazık ki ilk üretilen antipsikotik ilaçların ciddi yan etkileri vardı. Dopamin motor kontrolünde önemli bir rol oynadığı için, ilaç tedavisine kas rahatsızlıkları da yan etki olarak eşlik ediyordu. Tardiv diskenzi, antipsikotik ilaçların sebep olduğu özellikle yüz kaslarında meydana gelen motor rahatsızlıklarından biridir. Bunun sonucunda araştırmacılar daha az motor yan etkileri olan atipik antipsikotik ilaçlar diye bilinen yeni bir ilaç kategorisi oluşturdular. Bu kategorinin ilk üyelerinden biri klozapin yani piyasa adı klozarildir. Klozapin hem dopamin etkisini azaltır hem de beyinde oluşan serotonin seviyesini arttırır. Atipik antipsikotik ilaçların, ilk çıkan antipsikotik ilaçlara göre yan etkileri azdır ama yine de nadir de olsa ciddi yan etkileri vardır. Bu yan etkiler hastaların ilaca devam etmesini engeller. Tam olarak şizofreninin altında yatan psikopatalojiyi yok edemez ancak hastalığın en yıkıcı semptomlarını kontrol altına almada ciddi derecede etkililerdir.

Bir diğer ilaç türü olan antidepresan ilaçlar, nörotransmitterlerin norepinefrin ve serotonin aktivitelerini artırarak işlev görür. Tofranil ve Elavil gibi Tricylicler nörotransmitterlerin sinaptik boşluklardan geri alımını azaltır. Prozac gibi ilaçlar seçici serotonin geri alım engelleyicileri olarak bilinirler, çünkü onlar özellikle serotoninin geri alımını azaltırlar. Antidepresan ilaçlar, depresyonun etkilerini azaltmada oldukça başarılıdırlar. Beyindeki önemli nörotransmitterleri etkilediği için ilaçların çok ciddi yan etkileri olabilir. Örneğin, prozac gibi seçici serotonin geri alım engelleyici alan hastalarda kusma, uykusuzluk, sinir hali ve cinsel isteksizlik gibi semptomlar gözlemlenebilir. Araştırmalar, antidepresan ilaçların çoğunun iç rahatlığı sağlama konusunda neredeyse eşit olduklarını belirtir. Bu yüzden her bireye kendisine en az yan etkiye neden olan ilaçları bulmak önemlidir. Bunların en yenileri serotonin ve norepinefrin gerialım engelleyicileri (SNRI) diye bilinen ilaçlardır. Bu kategorinin altında olan Effexor ve Dalcipran gibi ilaçlar hem serotoninin hem de norepinefrinin geri alımını bloke eder. Depresyon tedavisinde oldukça etkilidir. Bir diğer kategori olan lityum tuzları tedavisiçift kutuplu rahatsızlıkların tedavisinde başarılı olmuştur.

 

Son tür olan kaygı giderici ilaçlar nörotransmitterlerin beyindeki aktivite seviyelerine göre uyarlanarak etkilerini gösterirler. Farklı ilaçlar farklı kaygı bozukluklarını gidermede daha etkilidir. Genel bir kaygı bozukluğu, Valium ve Xanax gibi gama aminobütirik asit nörotransmitterlerinin aktivitesini arttıran benzodiazepinler ile en iyi şekilde tedavi edilebilir. Gama aminobütirik asit engelleyici nöronları düzenleyeceği için, beynin genel kaygı tepkilerle ilgili bölmelerinde azalmış beyin aktivitesini gama aminobütirik asitte artırır. Agorafobi ve diğer fobiler gibi panik bozuklukları da antidepresan ilaçlarla da tedavi edilebilir. Kaygı giderici ilaçların da bir dizi yan etkisi vardır. Gün içerisinde uyku hali, konuşma bozukluğu ve koordinasyon sorunlarına sebep olabilirler. Aynı zamanda dikkat ve bellek gibi bilişsel süreçlere de zarar verebilirler.

İlaçların çeşitli yan etkileri olsa bile bazı bozuklukların tedavilerinde oldukça önemli bir yere sahiptirler.

 

Kaynaklar

Gerring, R. J. ve Zimbardo, P. G. (2020). Psikoloji ve yaşam (19.Baskı). (G. Sart, Çev.). Nobel Yayınları. (1992).

Kartalcı, Ş. ve Eşel, E. (2004). Nörosteroidler: Psikofarmakoloji ve davranışsal etkileri. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 14 (1), 38-49.

Kayahan, B. ve Veznedaroğlu, B. (2006). Şizofrenide depresif belirtilerin önemi ve psikofarmakolojik sağaltım. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 16 (1), 52-62.

Kring, A., M. ve Johnson, S., L. (2015). Anormal psikolojisi (12. baskı). (M. Şahin, Çev.). Nobel Yayınları. (2014).

Öne Çıkan Görsel: Pinterest

Görsel 1: Pinterest

Görsel 2: Google

Görsel 3, 4, 5 ve 6: Pinterest

 

Editör: Gülbin Daldal

Yorum Bırak