Deneyci Yanlılığı: Rosenhan Deneyine Bakış

Stanford Üniversitesi’nde hem psikoloji hem de hukuk alanında çifte profesörlüğü olan David Rosenhan, 1972 yılında oldukça ilgi çekici bir deney gerçekleştirdi. Üçü psikolog, ikisi doktor, biri ressam ve biri de ev hanımı olan sekiz kişi (Rosenhan ile birlikte sekiz kişi oluyor) on iki ruh sağlığı kurumuna aynı belirtileri sunarak yatmaya gönüllü oldular. Gönüllü katılımcılar doktorlara “boşluk, güm, boş” gibi sesler duyduklarını belirttiler. Sadece bu belirtiyi söylemelerine rağmen hastaların biri hariç hepsine şizofreni tanısı, bir kişiye de manik depresyon tanısı kondu. Rosenhan’ın bu sahte hasta deneyini yaparkenki amacı ise psikiyatri hastanelerindeki tanıların doğru olup olmadığını test etmekti. Deneyin sonucunda doktorların tanılama sisteminin başarısız olduğu sonucuna ulaştı (Fontaine, 2013).

Rosenhan’ın bu deneyi, yayınlandığı zaman büyük bir tartışma konusu olmuştu. Ancak psikiyatri alanından eleştiriler aldığı gibi anti-psikiyatri savunucularından da eleştiriler aldı. Bunun sebebi neydi? Çoğu psikoloji dersinde örnek olarak verilen bu deneyin güçlü yönlerini, etik problemlerini ve yanlılık hatalarını bu yazımızda inceleyeceğiz.

Psikiyatri Alanından İtirazlar

David Rosenhan’ın bu makalesi Science adlı köklü bir dergide yayınlandıktan sonra oldukça tepki çekti. Psikiyatrlar bu bulgulara inanmak istemediler ve ciddi eleştirilerde bulundular. Bu bölümde, Rosenhan ile ciddi bir mektuplaşma üzerinden tartışmaya giren ve bu olaylardan yakın bir zaman sonra DSM-3’ü yayınlayan Robert Spitzer’in argümanlarına yer vereceğiz.

Spitzer’in haklı olduğu en önemli nokta Rosenhan’ın deney hakkındaki verileri paylaşmamasıdır. Çünkü bilim camiasında önemli bir bulguyu savunuyorsanız bunu aynı zamanda verilerle de kanıtlamalı ve bu verileri paylaşmalısınız. Bu sayede hem sizin verilerinizin doğruluğu kanıtlanır hem de veriler üzerinden tekrar hesaplamayı diğer bilim insanları yapabilir. Rosenhan ise verilerini paylaşmadı. Bu noktada ise psikiyatri alanından şöyle bir argüman geldi: Verilerin hatalı veya uydurma olup olmadığını nereden biliyoruz?

Spitzer’in ilk eleştirisi, akıllı ve deli kavramlarının hukuki terimler olduğu yönünde. Yani bir hukuk profesörü olan Rosenhan’ın da bildiği üzere psikiyatrların akıllı veya deli kavramlarını kullanmadıklarını, bunların yasal kavramlar olduğunu öne sürüyor. İkinci eleştirisi ise remisyon teriminin kullanımı hakkında. Rosenhan çalışmasında taburcu edilen ve semptomu olmadığı anlaşılan kişinin iyileşmiş olarak taburcu olmadığı ve bunun yerine semptomları gerilemiş hastalar olarak taburcu edildiği konusunda bir eleştiri yapıyor. Spitzer’e göre ise remisyon zaten şizofreni hastalarında çok nadir görülen bir durum. Buna örnek olarak kendi hastanesinde bu durumla hiç karşılaşmadığını söylüyor. Şizofreniden remisyon almışsa zaten doktorlar semptom olmadığının farkındadır ve nadir bir durum olduğu için aslında buradaki abes durumu anlamışlardır diye de bir savunma yapıyor. Spitzer’in bir başka eleştirisi ise hastaların tek bir halüsinasyon belirtileri dışında sıkıntı da göstermiş olabileceğidir. Zaten hastaneye başvuran bir insanın sıkıntı içinde olduğunun tahmin edilebildiğini ve bu gergin deneyime giren hastaların bunu fark etmeden belli edebileceğini düşünüyor (Spitzer, 1975). Spitzer’i yanlılıktan biraz daha uzaklaştıran şey ise tanı sistemindeki eksikleri kabul etmesi ve eksik olduğunu düşündüğü noktaları ise yeni versiyonda revize etme çabası göstermesidir.

Anti Psikiyatri Savunucularının İtirazları

Anti Psikiyatri akımı, psikiyatri alanının uygulama ve savlarını eleştiren bir akımdır. Bu akımın savunucularından Thomas Szasz’ın Rosenhan Deneyine yönelik eleştirilerine yer vereceğiz. Kendisi de bir psikiyatr olan Szasz, akıl hastalığı kavramının bir mitten ibaret olduğuna inanıyordu. Ona göre bu kavram değersiz ve sosyal açıdan zararlıydı (Szasz, 2010).

Spitzer’in aksine Szasz, deney hakkında daha hafif eleştiriler yaptı. Ona göre Rosenhan yıllardır süregelmekte olan bir sorunu tartışmaktaydı ancak savunduğu düşünce psikiyatrik bir reformu içermekten öte zorlayıcı psikiyatrik tedavinin durdurulmasını talep ediyordu. İlgilendiği tek sorun “akıllı”olduğu halde bu hastanelerde yatan kişilerdi. Bazı kişileri ise gerçekten “deli” olmak koşuluyla özgürlüklerinden mahrum bırakmak normaldi (Fontaine, 2013).

Bu görüşler neticesinde Rosenhan’ın iki farklı akımın desteğinden çok eleştirisini aldığını görüyoruz. Çünkü Rosenhan’ın savunduğu hipotez, akıl sağlığı sorunun gerçek ve tedavi edilmesi gerektiği olduğu ancak psikiyatrların bu sorunu doğru değerlendiremediğini içeriyordu. Anti psikiyatri akımıyla akıl sağlığı konusunda, psikiyatri akımıyla da değerlendirme konusunda zıt düşüyorlardı.

Kendi görüşümü belirtmem gerekirse burada Rosenhan oldukça yerinde bir noktada duruyordu. Akıl hastalıklarının günümüzde sosyal olarak etiketlenmeye neden olduğu ve kişilere zarar verebildiği noktasında Anti psikiyatri akımı katılınabilecek bir noktada yer alsa da şizofreni, manik depresyon ve bipolar bozukluk gibi günümüzde kesin ve net biyolojik temelli olduğu kanıtlanan hastalıklar konusunda yanılıyorlar. Bu hastalıklar somut olarak var ve tedavi edilmeyi gerektiriyorlar. Psikiyatri akımının ise zaman zaman tanı koyma konusunda hataya düştüğü ve o dönem tanılama kriterlerinin zayıf olduğu söylenebilir. Rosenhan’ı haklı bir konumdan eleştiri odağı noktasına getiren şey ise deneyinde kullandığı metodolojidir. Verilerini paylaşmaması ve savunduğu görüş hakkında diğer uzmanlarla laf dalaşına girmesi onu bilimsellikten uzaklaştıran en keskin iki unsurdur.

Bir Gazetecinin Olaya Beklenmedik Dahil Oluşu

Susannah Cahalan’ın yolu Rosenhan’ın deneyiyle oldukça travmatik bir yaşantı sonucu kesişmiş. Kendisi Amerikalı bir gazeteci ve yazar. 2009 yılında psikoz benzeri semptomlar nedeniyle hastaneye yatmış ve kendisine şizofreni teşhisi konmuş. Casusların onu takip ettiğine inanması, özel güçleri olduğunu sanması ve gördüğü halüsinasyonlar nedeniyle gerçeklik algısını yitiren bu kadın için şizofreni oldukça uygun bir tanı gibi duruyor değil mi? Ancak hastalığı şizofreni değildi, otoimmün ensefalit yani bir beyin iltihabıydı. Doktorların yaptıkları çeşitli testler olmasa bu hastalığın bir ruh sağlığı değil de nörolojik bir rahatsızlık olduğu anlaşılmayacak ve antipsikotik ilaçları kullanmaya başlayacaktı. Daha sonradan yaptığı araştırmalar sonucunda da kendi durumuna benzer bir vakanın yanlış tanı sonucu yanlış ilaç kullanımı nedeniyle bilişsel becerilerini kaybettiğini öğrendi.

Susannah Cahalan

Bu tarz bir yaşantı onda derin bir sarsıntıya neden oldu. Ya benim de yanlış tanı sonucu hayatım ellerimden kayıp gitseydi diye düşündüğünü belirtiyor kitabında. Bunun üzerine de yanlış tanı, damgalama ve antipsikiyatri hakkında derin araştırmalar yapmış. Bu araştırmaların onu kime götürdüğünü tahmin edebilirsiniz: Tabii ki Rosenhan’a.

Cahalan’ın isminin Rosenhan Deneyi ile ilgili metinlerde geçmeye başlamasının sebebi ise onun günlük verilerine ve deneyle ilgili Rosenhan’ın yayınlamadığı kitabına ulaşması. Başlarda Rosenhan’ın deneyinden oldukça etkilenen ve kendi deneyimlediği yanlış tanı durumunu en iyi açıklayan araştırmayı bulduğunu düşünen Cahalan, araştırmanın derinliklerine indikçe bu görüşünden vazgeçiyor. Rosenhan’ın tuttuğu kayıtlarla yazdığı makaleyi karşılaştırdığında görüyor ki paylaştığı olaylar çoğunlukla kendi deneyimlerini içeriyor ve makalede olan veriler günlük kayıtlarında olan verilerin daha saptırılmış hali. Örneğin Cahalan, Rosenhan’ın kendi notlarından hastanesini ve doktorunu öğrenip hastanenin verilerine baktığında doktorun aldığı notların Rosenhan’ın bahsettiğinden çok daha farklı olduğunu görüyor. Doktorun notlarına göre Rosenhan duyduğu sesler dışında kendini hasta olarak göstermek için başka detaylara da yer vermiş. Radyo sinyallerine duyarlı olup insanların düşüncelerini duyabildiğinden intihar düşüncesi olduğuna kadar bahsetmiş. Ki bu düşünce okuma durumu duyulan seslerle birlikte psikozu işaret eden çok güçlü bir semptom.

Aynı zamanda deneyde 12 tanıdan söz edilmesi ve deneyde yalnızca 8 denek olmasını sorgulayan okuyucular çok iyi bir detayı yakaladılar. Çünkü deneklerden biri, bir noktadan sonra hastaneye yatmaya bağımlı olmuş ve 3 defa hastaneye veri toplamak için yatmıştı. Her ne kadar kendi gönüllü deneyimi olsa da hastaneye yatış oldukça zor ve tehlikeli bir durum. Bu kurumlarda ilaçları yutup yutmadıkları kontrol edilse ve denek gerçek bir tedaviye maruz kalsa bu ilaçların etkisi oldukça zararlı olabilirdi ki etik olarak kabul edilemeyecek bir durum olduğu için Rosenhan’ın deneyi iptal etmesi gerekirdi. Ancak o deneği daha da cesaretlendirdi (Cahalan, 2019).

Bu örneklere aslında sahte hasta olan ama verileri Rosenhan’ın yayınladığı makaleye eklenmeyen Harry Lando da eklenebilir. Rosenhan’ın yanlılığına en kesin örneklerden biri Lando’nun verilerinin Rosenhan’ın görüşüne uymadığı için deneyden çıkarılmasıydı. Lando içinde bulunduğu hastaneyi oldukça sevmiş ve konforlu bulmuştu. Cahalan, taslak metinde Lando’nun verilerinin bulunduğunu yani örneklemde 8 kişi yerine 9 kişiye yer verildiğini ancak bu verilerin çıkarılması ile örneklemin sekiz kişiye düştüğünü ancak sayısal verilerin değişmediğini söylüyor. Gazeteci olan Cahalan bile burada bir yanlılık olduğunu görüyor çünkü mantıken birinin verilerini deneyden çıkardığınızda diğer sayısal verilerin değişmesi gerekir. Rosenhan’ın prosedüründe bunu görmüyoruz. Aynı zamanda hastanede görülen olaylara Lando’nun deneyimlerinden örnekler veriyor ancak bu örnekler kendi hipoteziyle uyumlu örnekler, yani deneğin hastane hakkında belirttiği olumlu görüşleri değil (Cahalan, 2019).

Bir de ilgi çekici bir peruk hikayesi var. Cahalan, Rosenhan’ın arkadaşlarından biri olan ve aynı zamanda psikoloji profesörü olan Ervin Staub ile olan bir görüşmesinde ilgi çekici bir yalan yakalıyor. Deney hakkında konuştukları ve eğlendikleri bir gün Rosenhan dinleyicilerine bir peruk gösterip hastanede bunu taktığını söylemiş. Ancak gençliğinden beri kel olan Rosenhan’ın hastane kaydı fotokopisine bakıldığında resim her ne kadar siyah beyaz olsa da Rosenhan’ın alnındaki yansıma yani kafasındaki yansıma görülüyormuş. Yani aslında peruk takmamış (Cahalan, 2019).

Bu örnekler benim Cahalan’ın kitabında gördüğüm ve yanlılık olarak nitelendirdiği örnekler. Deneyle ilgili çok fazla detay barındıran Cahalan’ın “Deliler Arasında Akıllı Olmak” adlı kitabına Say Yayınevi üzerinden ulaşıp hem kendi öyküsüne hem Rosenhan’ın verilerine hem de psikiyatri hakkında araştırdığı bilgilere ulaşabilirsiniz.

 

Deneyci Yanlılığı

Deneyci yanlılığı, deneycinin elde ettiği verileri kendi hipotezlerini doğrulayacağı şekilde saptırmasıdır (Kocakaya, 2010). Bazen yanlılığa düşen araştırmacılar bunu fark etmeden araştırmalarına uygulayabilirler çünkü kendi savundukları düşünceyi kanıtlamak onlar için önemlidir. Bu nedenle kişi ya tek başına çalışmaz ve başkalarının görüşünü alır ya da araştırmasını gönderdiği hakemin yorumları sonucu yanlılık yapıp yapmadığını öğrenir. Bilimi en iyi şekilde yapmak için araştırmacıların elde ettikleri verileri yansız bir şekilde yorumlamaları gerekmektedir. Fark etmeden böyle bir yanlılığa düşmenin dışında araştırmacılar araştırmalarının yayınlanması için de bu duruma başvurabilir. Günümüzde hipotezleri desteklenmeyen makaleler de yayınlanmaktadır ki araştırmacılar hipotezleri desteklenmediği zaman umutsuzluğa düşmesin. Rosenhan’ın deneyine baktığımızda onun verileri saptırma motivasyonunun kendi düşüncesini savunmanın hırsından kaynaklandığını söyleyebiliriz (kişisel yorumum). Aynı zamanda yetmişli yıllarda sansasyonel ve ispatı ilginç araştırmalar yayınlamak yaygındı. Bu araştırmalara Zimbardo’nun deneyini örnek verebiliriz.

Tartışma

Rosenhan’ın aslında o zamanın şartlarına göre haklı bir noktaya parmak bastığı, tanı sisteminde eksikler olduğu ve hastanelerdeki durumun her zaman çok iyi olmadığı bir gerçek. Makalesi sayesinde tanı kriterleri değişti. Pek çok psikiyatr kendini sorguladı ve damgalama üzerine dikkat çekildi. Dönemine göre ilgi çekici ve çarpıcı bulgulara ulaşan Rosenhan’ın hatalı olduğu nokta ise çoğu durumda yanlılığa düşmesi ve hipotezini doğrulamak için elde ettiği verileri saptırmasıydı. Güzel bir noktaya değinen ancak metodoloji noktasında sınıfta kalan Rosenhan’ın deneyi eğer tüm verilere yansız şekilde yer verseydi ve verilerini paylaşsaydı, çok daha kabul gören bir çalışma olabilirdi.

 

Kaynaklar

Cahalan, S. (2019). “Deliler Arasında Akıllı Olmak” Akıl Hastalığı Nedir, Ne Değildir?. Say Yayınları.

Fontaine, M. (2013). On Being Sane in an Insane Place–The Rosenhan Experiment in the Laboratory of Plautus’ Epidamnus. Current Psychology32, 348-365.

Kocakaya, S. (2012). Deneysel çalışmalar ne kadar güvenilir?. Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 1(2), 225-231.

Spitzer, R. L. (1975). On pseudoscience in science, logic in remission, and psychiatric diagnosis: A critique of Rosenhan’s “On being sane in insane places”. Journal of Abnormal Psychology, 84(5), 442–452. https://doi.org/10.1037/h0077124

Szasz, T. (2010). Psychiatry, anti-psychiatry, critical psychiatry: What do these terms mean?. Philosophy, Psychiatry, & Psychology17(3), 229-232.

Öne Çıkan Görsel: Eksiseyler.com

Görsel 1: Wikipedia.org

Görsel 2: Psychologytoday.com

Görsel 3: Nytimes.com

Görsel 4: Amazon.com

Görsel 5: dr.com

Görsel 6: onedio.com

Leave a Reply