Edebiyat Bizi Nasıl İyileştirir?

Verimliliğin temel ilkemiz haline geldiği modern çağda, edebiyattan alacağımız doyumun ölçütü olarak ürünlerini ne kadar hızlı ve sık tükettiğimizi görmemiz şaşırtıcı değil. Kısıtlı zamanımızı mümkün olduğunca kitaplarla doldurmaya çalışmamız, sesli kitaplar veya “hızlı okuma teknikleri” gibi yöntemlerle edebiyat deneyimini sıkıştırmaya çalışmamız da şüphesiz bu noktadan doğuyor. Bu şekliyle edebiyat tüketmek bir tür bağımlılık. Okuduklarımızın sayısı arttıkça kendimizi yeterli hissedecekmişiz gibi, birini bitirip diğerine başladığımız bir döngünün içine çekiliyoruz.

İnsanlık tarihi başına gelenleri anlatmaya çalışan insanlarla dolu. Bu edebiyatı tanımlamanın tembel bir yolu olsa da çoğunlukla doğrudur. Günlük tutan çocuk veya magnum opusunu yazan dahi olsun, bütün edebiyat girişimlerinin ortak bir temelden doğduğu tartışılabilir: Gör beni.  Edebi yaratma, sözgelimi bir roman yazmak, aslında bir paylaşma süreci. Yaratıcı kişi kurgusal bir dünya yaratırken bile diğer insanlara içini açar. Başkalarının hikayesini anlatırken kendi hikayesinden bir şey kattığı gibi, dünyayı onun gözlerinden görmenin nasıl olduğunu anlatır.

Anlaşılacağı üzere bu edebi paylaşım tek taraflı değildir. Yazmak gibi okumak da paylaşım sürecinin parçasıdır. Kitap okumak, örneğin film izlemeye göre, fazlaca dikkat ve çaba gerektirdiğinden pasif bir alım değil, aktif bir bilgi işleme sürecidir. Donna Tartt bunu, filmlerde birer röntgenci konumundayken romanlarda başka biri olma deneyimini yaşadığımızı, “başka birinin ruhu ile içinden tanıştığımızı” söyleyerek açıklamıştır. Başka bir deyişle bu bilgi işleme bir diğerinin gerçekliğine girebilmek, “öteki” ile özdeşim kurabilmek demektir. Alain de Botton’ın sözleriyle okumak, sadece kendi gözlerimizle yazarın dünyasına bakmak değil; yazarın gözüyle kendi dünyamıza bakmak anlamına da gelir. Okumak bizi kendi dünyamızın daha başarılı bir gözlemcisi ve daha etken bir parçası haline getirir, bunu da empati duygumuzu kullanarak başarır.

Bakış açımızı genişletmesi ve empati becerimizi güçlendirmesi gibi özellikleri edebiyatın hayata keyif veren parçaları olsa da, iyileştirici gücünü bunlardan almaz. Okurken çok belirli bir farkındalığa ulaşırız. Bu çoğunlukla beklemediğimiz, aniden ortaya çıkan bir kavrayıştır. Okuduklarımızda kendimizden bir şeyler buluruz. Birdenbire hikayesine tanık olduğumuz bu insanların ve hikayelerinin yaratıcılarının, bambaşka coğrafyalarda ve çok geride kalmış zamanlarda da olsa, bize ne kadar benzediklerini fark ederiz. Bize yabancı ve korkutucu gelen durumların aslında o kadar da yeni ve çaresiz olmadığını görür, “öteki”nin deneyiminde avuntu ve bazen çözüm önerileri buluruz.

Klinik psikoloji dünyası da edebiyatın iyileştirici gücünü yadsımaz. Bibliyoterapi veya kitap terapisi, bireylerin ruh sağlığını desteklemek için kitapların veya diğer edebiyat türlerinin kullanıldığı bir terapötik yaklaşımdır. “Bilişsel değişimi teşvik etmek için edebiyatı kullanmak” olarak tanımlanabilir. Bibliyoterapi çoğunlukla kendi başına bir psikoterapi yöntemi olarak değil, daha geleneksel psikoterapi yaklaşımlarında tamamlayıcı bir tedavi yöntemi olarak kullanılır. Çeşitli edebi eserlerin okunmasını  ve bu eserler hakkında bir terapistle veya bir terapi grubu ortamında konuşmayı içerir. Bu sayede bireylerin başkalarına ve kendine ait davranışları anlamlandırması, öz farkındalık gibi becerileri geliştirmesi ve yalnız olmadığını hissederek umut ve memnuniyet gibi duyguları deneyimlemesi amaçlanır.

“İyileştirmek” doğru kelime değilse bile, gerek gerçeklikten bir kaçış sunması gerek içgörü kazandırması sayesinde, edebiyatın insanı rahatlatma gücü olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Bunun kanıtı bizzat edebiyatın ve insanlığın tarihinde yatar; insanlar dünyanın en karanlık zamanlarında bile hikaye anlatmayı bırakmamıştır. Onu pragmatik bir bakış açısıyla incelemek, uygun şekilde tüketilmesi gereken ürünlerin toplamı olarak görmek edebiyata ve edebi paylaşıma büyük bir haksızlıktır. Tadını çıkararak, hız ve miktar düşüncelerine kapılmadan edebiyatın içine girmek; tüm insanların oluşturduğu bir ağın parçası olmak demektir. Durmadan yaratıyor ve yaratılana şahit oluyoruz, çünkü birbirimizi anlamanın tek yolu durmadan anlatmaktan ve anlamaktan geçiyor.

 

Kaynaklar

Big Think. (2012, 26 Ekim). Alain de Botton: How Proust can change your life [Video]. YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=-C8cD_uYKK8

Gillette, H. (2022, 22 Şubat). All about bibliotherapy. Psych Central. https://psychcentral.com/health/bibliotherapy adresinden 28 Şubat 2023 tarihinde alınmıştır.

 

Editör: Mehmet Umut Şimşek

Yorum Bırak