Komplo Teorileri: Niye İnanıyoruz?

Michael Jackson gerçekten öldü mü? 11 Eylül’ün arkasında kim var? Peki ya COVID-19? Sızdırılmış bir biyolojik silah mı yoksa ekonomileri çökertmek için uydurulmuş bir yalan mı? Bütün bu soruların herkes için kendilerince bir cevabı vardır ancak bazıları için bu cevaplar hepimizin düşündüklerinden daha önemlidir. Aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını düşünmek ve hatta mantıksal çerçeveden bakıldığında çürütülmüş argümanlara inanmak sandığınızdan daha da yaygın bir olgudur. Bu yazıda bu olguya, komplo teorisyenliğine ve komplocu düşünceye değineceğiz.

Komploculuk, özetle, bir olayın asıl nedeninin beraber çalışan birden fazla kişi ve/veya kurumun art niyetli bir planı olduğunu düşünmektir. Olayın görünen yüzü ve bize anlatılan tarafı altta yatan gerçekten tamamen farklıdır ve gizlenir. Komploculuk, bir veya birkaç olayın perde arkasındakilere inanmaktan ziyade hemen hemen her toplumsal olguyu bu şekilde açıklamaya çalışan bir düşünce biçimidir. Özellikle COVID-19 ile beraber sosyal medya ve hatta haber kanallarında bile sıklıkla denk geldiğimiz bu düşünce biçimi, Orta Çağ’da şeytanla beraber çalıştıkları düşünüldüğü için “cadı” olduğu düşünülüp yakılan kadınlara kadar dayanan çok köklü bir olgudur. İnsanlar yüzyıllardır olayların arkasında Tapınak Şövalyeleri’nin, İlluminati’nin ve dış güçlerin olduğunu düşünmüş ve aksi kanıtlar olmasına rağmen bütün bunlara inanmışlardır. Peki neden?

Bazı çalışmalara göre komplo teorisyenleri, paranoya ile ilişkilendirilmiş bazı kişiliklere sahiplerdir. Bununla beraber komplo teorilerine inanmak; şüphecilik ve paranoyaklık, büyüye inanma ve paranormal olayları deneyimleme eğilimi gibi şizofreniyle özdeşleşen eğilimler ile ilişkilidir. Bunun yanı sıra psikopatolojik bakış açısı, politikanın komplo teoristik düşünce biçimi üstündeki etkisini göz ardı ettiği için indirgemeci ve tamamen tanımlayıcı olmakla eleştirilmiştir. Ait olma, benlik ve grubun içinde olumlu bir imajı sürdürme arzusu da dahil olmak üzere çeşitli sosyal motivasyonlar bu tür düşünce biçimlerinin körüklenmesine neden olmaktadır. Deneysel sonuçlar, dışlanma tecrübesi olan insanların bu deneyimlerini anlamlandırmak adına batıl inançlara ve komplo teorilerine inandıklarını öne sürer. Etnik kökenleri ve gelir seviyeleri nedeniyle düşük mevkide olan bireylerin, yüksek olanlara göre komplo teorilerini destekleme olasılıkları daha yüksektir. Siyasal süreçlerde (seçim ve iktidar) kaybeden tarafta olan bireylerin de komplo teorilerine inanma meyilleri daha yüksektir. Aynı zamanda, bu tarz inançların güçlü gruplara karşı önyargı ve düşmanlık oluşturduğu öne sürülmüştür.

İnsanlar sosyal motivasyonları tarafından hayal kırıklıklarına uğradıklarında komplo teorilerine açık bir şekilde ilgi duysalar da bu teorileri benimsemenin bu motivasyonları gerçekleştirmenin verimli bir yolu olduğu söylenemez. Komplo teorilerinin bir diğer özelliği, diğer insanları ve grupları olumsuz ve şüpheci temsil etmeleridir. Bu nedenle, bunların yalnızca bir semptom değil, aynı zamanda ilişkili oldukları yabancılaşma ve anomi (kişisel huzursuzluk hissi ve sosyal dünyayı anlama güçlüğü) duygularının da bir nedeni olmaları olasıdır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar; mevcut bilgi, bilişsel yetenek ve eleştirel düşünme motivasyonundaki eksikliklerle birlikte komplo inancına katkıda bulunabilecek bazı motivasyonları başarıyla dile getirmiştir.

Komploculuk ve komplo teorisyenliğiyle ilgili bir başka ilginç bulgu da bu tür argümanlara inanmayla en çok ilişkisi olan faktörün genel komploculuk olmasıdır. Hiçbir komplocu, sadece bir komplo teorisine inanıp diğerlerine tabiri caizse deli saçması dememektedir. Bununla beraber daha da ileri gidip birbiriyle tamamen çelişen iki komplo teorisine de beraber inanmaktadırlar. Örneğin ABD’de yapılan bir araştırmada genel komploculuk eğilimi gösteren katılımcıların büyük bir çoğunluğu Prenses Diana’nın aslında ölmediğine ve kendi ölümünü sahneleyip gözlerden uzak bir hayat sürdüğüne inanırken aynı zamanda CIA/FBI gibi örgütlerin kaza süsüyle Prenses Diana’yı öldürdüğüne inanmaktadır. Baktığınız zaman bir insanın hem ölmediğine hem de öldürüldüğüne inanmak akıl kârı gibi durmayabilir ama işin içine genel komplocu düşünce biçimi girdiği zaman insanlar resmen analitik düşüncelerinden yoksunmuş gibi davranabilmektedirler. “İnsanlar istediklerine inansın, ne zararı var?” tarzındaki düşünceleri işte bu bulgu çürütmektedir. Çünkü bir komplo teorisine inanan birey diğer bütün komplo teorilerine de ciddi bir inanma eğilimi göstermektedir. Bu eğilim COVID-19 salgınında da gördüğümüz gibi insanların tamamen bencilce hareket etmesine ve başka hayatları da riske atmasına sebep olmaktadır.

Sosyal Psikolog Dr. Sinan Alper podcastinde (https://open.spotify.com/show/7GFtb5dc8sbvlBYyaXu58P) komplocu düşünme biçimiyle ilişkili birçok faktörün yanı sıra dört önemli faktörden bahsediyor:

  1. Analitik Düşünme: Duygularıyla hareket etmediğini ve mantıksal kararlar verdiğini düşünen insanlar bile hızlı ve duygusal karar verme anlarında hatalar yapabilir. Analitik düşünme kapasiteleri gelişmemiş, eğitim düzeyi düşük insanlar; karşılaştıkları olayları kendi duygularıyla açıklamaya daha yatkın oldukları için komploculuğa da daha yatkınlardır.  
  2. Hiper Duyarlı Öznelik Tespiti: Günlük hayatımızda olan bitenlerin altında bir sebep ve bir niyet olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Bir şeyin neden olduğunu bilmenin bir zorunluluk olduğunu düşünürüz. Ancak bazı insanlar bunu ileriye götürerek doğa olaylarının ve hatta cansız varlıkların bile bir niyeti olduğunu varsayarlar. Gerçekleşen basit bir olay bile bir niyet/art niyet taşır.
  3. Örüntü Algılamak: Yapılan çalışmalar, yazı turanın sonuçları gibi tamamen tesadüfi gerçekleşen olaylarda bile bir örüntü aramanın ve görmenin komploculukla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
  4. Olayların Tek ve Basit Bir Açıklaması Olduğunu Düşünmek: İçinde yaşadığımız dünyamız ve hayatımız, birçok karmaşık olayın bir araya gelmesiyle var olur. Bugün yağan yağmurun neden bugün ve bu şekilde yağdığının sebepleri saymakla bitmez. Ancak komplocu düşüncede bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Olan biten her şey tek bir sebepten olabilir. Dünyayı tek bir aile yönetiyordur ve savaşlar, yangınlar ve depremler tamamen onlar yüzündendir, başka hiçbir açıklaması olamaz.

Sebebi ve gerçekleşme yolu ne olursa olsun komploculuk ve komplo teorisyenliği yüzyıllardır var olduğu gibi internet ve sosyal medyanın gelişimiyle beraber var olmaya devam edecektir. Bilimi ve sağlıklı düşünceyi korumak belki de bizim gibi bilime yakın ilgi duyan insanların omuzlarına yüklenmiştir.

 

Kaynaklar

Alper, S., Bayrak, F. ve Yılmaz, O. (2021). Psychological correlates of COVID-19 conspiracy beliefs and preventive measures: Evidence from Turkey. Current Psychology40(11), 5708-5717. https://doi.org/10.1007/s12144-020-00903-0

Darwin, H., Neave, N. ve Holmes, J. (2011). Belief in conspiracy theories: The role of paranormal belief, paranoid ideation and schizotypy. Personality and Individual Differences, 50(8), 1289-1293. https://doi.org/10.1016/j.paid.2011.02.027

Douglas, K. M., Sutton, R. M. ve Cichocka, A. (2017). The psychology of conspiracy theories. Current Directions in Psychological Science, 26(6), 538-542. https://doi.org/10.1177/0963721417718261

Swami, V., Voracek, M., Stieger, S., Tran, U. S. ve Furnham, A. (2014). Analytic thinking reduces belief in conspiracy theories. Cognition, 133(3), 572-585. https://doi.org/10.1016/j.cognition.2014.08.006

Görsel: Freepik

Editör: Rana Çevik

 

Leave a Reply