Fobiler Öğrenilir Mi?
İnsanoğlu korku duymasaydı hayatta kalmaya devam edebilir miydi? Uyaranları algılayıp bunları zihnimizde işleyebilmemiz bizim olay ve olgulara yanıt verebilmemizi sağlayan yegane özelliklerdir. Tarih derslerinde anlatılan ilk insanları biraz imajinasyon yeteneğimizle abartarak bir düşünelim. Dünyayı, çevreyi hiç bir şekilde tanımayan insan hayatta kalabilmeyi başarabilmek için öncelikle bilinmez denklemleri çözmesi gerekmekteydi. Gök gürültüsü, şimşek, yağmur, kıtlık, vahşi hayvanlar ile savunmasız bir şekilde burun buruna yaşarken canlı kalma çabası göstermesi gerekiyordu. Eğer tehlikeli olan olaylardan korku duymasa idi canlı kalabilir miydi? Kafasına birden şimşek çaktığında oradan kaçmasa idi, kaçınılmaz son gerçekleşirdi. Öyleyse korku nesnelerimizin biraz da genetik alt yapıya dayandığını söyleyebilir miyiz? Örümceklerden bu kadar çok korkan atalarımız olmasa idi araknofobi (örümcek korkusu) günümüze kadar gelir miydi? Peki, bu korkunun yüzyıllar boyunca süregelmesinin ve bu kadar pekişmesinin nedeni ne olabilir?
İşte burada öncelikle filozofların derinlemesine araştırdığı bir mevzu işin içine giriyor. Bilginin nasıl edinildiği, bilginin nereden ve nasıl geldiği sorunsalı. Yoksa atalarımız belli başlı korkularla mı doğdular? Korkuların bazıları doğuştan getirilen (a priori) bilgiler olabilir mi? Rasyonalistlerin bu “her şeyi önceden biliyorduk, biz bu dünyaya aslında paket programlar gibi hazır geldik”, bakış açısına empiristler elbette karşı çıkacaktır. Çünkü empiristlerin başlıca savunucusu John Locke bilgilerin sonradan, deneyimlenerek (a aposteriori) öğrenildiğini “Tabula Rasa” (insan zihni doğduğu an boş bir levha gibidir) sözü ile beyan etmektedir. Öyleyse biz korkuyu sonradan, deneyip-yanılmalarımız ile mi sadece öğrendik? Ya bizim irademiz dışında öğrenmek zorunda kaldığımız, pekiştirilmiş, şartlandırılmış bilgiler dolayısıyla da korkular da varsa? Şimdi işin içinden nasıl çıkacağız?
Psikoloji dünyasına biraz merak salan biri Pavlov’un köpekler üzerinde yapmış olduğu klasik koşullanma deneyini duymuştur. Biraz bahsetmek gerekirse;
1. aşamada köpeğe zil sesi verilir. İlk etapta bu köpek için hiç bir şey ifade etmez. Sıradan bir zil sesidir. Zil sesinin ardından köpeğe et gösterilir ve doğal olarak köpek salya salgılar.
2. aşamada ise işler biraz değişir. Çünkü Pavlov, zili ve eti köpeğe eş zamanlı olarak verir. Burada nöronal bağlantılar zil ve et arasında bir bağlantı ilişkisi kurar. Zil ile etin (koşulsuz uyarıcı ve nötr uyarıcının birlikte ve art arda verilmesi bitişiklik ilkesinin (Eğitim Sözlüğü, 2021) gerçekleşmesine neden olur ve bu zamanlama doğru bir korelasyon içerisinde sunulursa bu işlemin defalarca kez tekrar edilmesinden dolayı pekiştirme gerçekleştirilmiş olur. Artık köpek, zil sesinden sonra etin geleceğine dair bilgiyi zihninin en derinliklerine yerleştirmiş olur.
3. aşamada olay bambaşka bir formata, hayret verici bir duruma dönüşmektedir. 1. ve 2. aşamalarda zil sesi ve peşi sıra et verilmiş iken köpek salya salgılamıştı. Şimdi, 3. aşamada ise sadece zil sesi köpeğe verilmiş ve et verilmeksizin salya salgıladığı gözlenleniştir. Yani artık istenen davranış/durum köpeğe entegre edilmiştir. Zil sesine köpek koşullanmıştır. Her zil sesi duyduğunda salya salgılayacaktır. Tabi ki, eş zamanlı olarak bu uyarıcının pekiştirilmesi gerekmektedir yoksa sönme (davranışın ortadan kalkması) gerçekleşebilir.
Psikoloji dünyasında çığır açan bu deney ile çevresel uyaran/etmenlerin bizlere neler öğreteceğini görmüş olduk. Bu öğrenme durumu empirist John Lock’un tezini desteklemekte, bilgiler sonradan öğrenilmektedir. Ancak burada bilgi ve duygu-korku arasında bir ayrım yapmak durumunda kalmamız gerekmekte. 3. aşamada edinilen bu bilginin pekiştirilmesi yapılmazsa davranışın sönmeye uğrayacağını söyledik. Ama sadece tek bir uyarıcıya maruz kalmak ve o uyarıcının çok kuvvetli olması da koşullanmaya neden olabilir. Bu ani ve şiddetli uyaran kişide o olayla ilgili derin travma yaşatabilir ve sönmesi de pek kolay olmamaktadır. En baştaki sorumuz olan “atalarımızın korkusunu neden halen biz yaşıyoruz” sorusuna cevap verme olasılığı vardır bu argümanın. Korkuların öğrenilmesine dair, ne yazık ki, hiç etik olmayan bir şekilde travmatik bir olayla sonuçlanan koşullandırma deneyi de psikoloji dünyasında bulunmaktadır. Küçük Albert deneyi…
(Öncelikle, burada sinir bilimin alanı olan birçok şeyi teğet geçerek anlattığımın altını çizmek isterim. Bu mevzular, oldukça geniş konular. Bu yazıda ki amaç, fobilere daha derin bir gözle bakmak ve fobi oluşturacak olaylara sebebiyet vermemek veya maruz kalmayı önlemeye çalışacak bilinçte olabilmektir.)
Küçük Albert deneyi (Terapiya, 2020) klasik koşullanmanın duygusal bir yanıtı koşullandırmak için nasıl kullanabileceğine dair örnek teşkil eder. Pavlov’un ortaya attığı, klasik koşullandırma yönteminin basamaklarını davranışçılık ekolünün öncü psikologu Watson ve Rayner, 9 aylık olan bir çocuk üzerinde korku oluşturmak için kullanmışlardır. 1. aşamada denek olan (!) -etik ihlal taşıyan bir deneydir- küçük Albert, sadece beyaz fare, tavşan ve maymun gibi yumuşak nesnelere temas ettirildi. K. Albert, bu yumuşak nesnelere dair herhangi bir korku refleksi göstermedi ancak 2. aşamada K. Albert’a fare gösterilmesinin hemen ardından Watson çekiçle metal bir boruya vurarak korkunç yüksek bir ses çıkarttı. Yüksek gürültüyü K. Albert duyduktan sonra ağlamaya başladı. 2. aşamanın pekiştirilmesini, yani tekrar tekrar tavşan ve yüksek ses uyarıcıları eş zamanlı olarak verilmemesine rağmen artık K. Albert 3. aşamanın edinimi kazanmıştı. Artık yüksek ses uyaranı verilmemesine rağmen K. Albert’ın tavşan, maymun vb. yumuşak nesnelerden çok korktuğu ve ağlamaya başladığı gözlemlenmişti. Bu deney korkunun sonradan öğretilip sonrasında iyileştirilme sürecinin çok zor olduğu, korkunun fobiye dönüşmesine sebebiyet vermesine örnek teşkil eden bir örnektir. K. Albert’in ömür boyu tüylü nesne/canlılardan korkması, fobi geliştirmesi ve bu korku nesnesine benzer her nesneyi o travmatik yaşantı ile özdeşleştirmesi ile bir dedenin beyaz sakalından da korkması, uyaran genellemesini bizlere göstermektedir. Artık K. Albert fobisi olan bir kişi haline dönüşmüş ve yaşamını bu fobi ile devam ettirmek zorunda kalmıştır. Tüyler ürperten K. Albert deneyi, bizlere bilerek veya bilmeyerek çocuklarımızı nelerden korkuttuğumuzu ve korku sonucunda oluşabilecek sonuçları bir bir sorgulamamızı gerektirmektedir.
Bu trajedik deneyin bu kadar kısa ve uzun soluklu etkilerinin olması beynimizin amigdala adı verilen duygu (korku) merkezinin özelliklerinin, alt devrelerinin de öncelikli nedenlerinden biri. Bu konu başlı başına araştırılması gereken derin bir mevzu ve sinir bilimciler bu konu üzerinde çalışmalarını yürütüyor. Derinlemesine incelemek isteyenler için bir araştırma başlığını buraya bırakıyorum (Boğaziçi Üniversitesi Haberler, 2018).
Bazı bilgilerin doğuştan getirildiğini yazının en başında söylerken, bazı korkularında doğuştan getirildiğini söyleyebilir miyiz? Yüksek ses ve yükseklik korkusunun doğuştan getirildiğini söyleyen araştırmacılarda bulunmaktadır. Ancak yine de amigdala araştırmalarına bu iki birincil korku refleksi engel değil. Bilim insanları, korkunun doğuştan mı yoksa sonradan mı öğrenildiğini öğrenmek amacıyla, korkuyu dış faktörlerden öğrenemeyecek olan fareler üzerinde deney yaptılar. Araştırma sonucunda amigdalası olmayan farelerin korkmadığı gözlemlendi (Emre, 2019). Korkuyu algılayabilmemiz ve depolayabilmemiz amigdalanın varlığına bağlı olduğu sonucu çıkartılabilir. Amigdala çalışmazsa korkmamıza neden olacak uyaranlar belleğe kaydedilemez ve kişi hiçbir şeyden korkmaz. İşte bu noktada atalarımızın vahşi doğa ile baş başa kaldığında savaş yada kaç refleksini göstermese idi, insan neslinin devam edemeyeceği tezini savunabiliriz (Taybaş, 2016). Şu örnek ne demek istediğimizi daha iyi açıklayabilir; safari turundasınız ve birden bire aslanlarla karşılaşıyorsunuz ama kaçmak yerine siz onları (aslanların evcilleştirilmediklerini düşünelim) sevmeye kalkışıyorsunuz… Sonucu sizin hayal gücünüze bırakıyorum…
Öğrenme, pekiştirme, koşullanma, amigdala vb. konuları inceledikten sonra sonuç olarak fobilerin oluşma süreçlerini birazda olsa detaylı incelemiş oluyoruz. Öyleyse özgül fobiler o kadar da basite alınıp; “ay canım bundan da mı korkuyorsun, yapma Allah aşkına!…” diyebileceğimiz bir durumdan çıkıyor. Özgül fobiler tanım gereği; basit fobi olarakta bilinen bazı durumlar ve nesnelerden mantıksız/aşırı korkudur. Özgül fobiler toplumda %2.7 oranında görülmektedir (Türkiye Psikiyatri Derneği). Özgül fobiler, kişinin hayatını büsbütün sekteye uğratmaktadır. Özgül fobiler konusu başlı başına bir ayrı konu olması ve asıl bağlamdan ayrılmamak adına şimdilik konuyu burada sonlandıralım.
Kaynaklar
Boğaziçi Üniversitesi Haberler (2018). Korkunun hafızası nasıl çalışır?.
https://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/korkunun-hafizasi-nasil-calisir
Emre, N. (2019). Korkunun doğuştan mı yoksa sonradan mı oluştuğu sorusunun cevabı bulundu!. Webtekno.
https://www.webtekno.com/korkunun-dogustan-mi-yoksa-sonradan-mi-olustugu-sorusunun-cevabi-bulundu-h46145.html
Eğitim Sözlüğü (2021). Klasik koşullanma nedir?.
https://egitimsozlugu.com/klasik-kosullanma-nedir
Özgül fobiler. Türkiye Psikiyatri Derneği.
https://psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/30/ozgul-fobiler
Taybaş, Ç. (2016, 11 Mart). Amigdala: beyinde korku duygusunun merkezi!. Sinirbilim.
https://sinirbilim.org/amigdala
Terapiya (2020). Küçük Albert deneyi.
https://terapiya.co/blog/kucuk-albert-deneyi
Öne Çıkan Görsel: losvista.com
Görsel 1: gencistikbal.com
Görsel 2: matematiksel.org