Poor Things Eleştirisi: Sinemadan Ne Bekleriz?

Sevdiğiniz biriyle dev sinema ekranında film izlemek var olan en keyifli aktivitelerden biri. Özellikle izlediğiniz; beğendiğiniz bir yönetmenin uzun zamandır beklediğiniz çokça övülen yeni filmi ise. Bu yüzden Poor Things bittiğinde kendimi neden “Bu kadar mıydı?” diye sorarcasına sinema koltuğunda otururken bulduğumu başta anlayamadım. Sonra Poor Things’e dair düşüncelerim, önce sinemadan ne beklediğime yönelik sorgulamalara, ardından bu yazıya dönüştü.

Poor Things, 9 Şubat’ta vizyona girene kadar 2024’ün sabırsızlıkla beklenen filmlerinden biriydi. Haklı sebeplerle tabii. Yorgos Lanthimos’un yönetmenliğinde, Emma Stone ve Willem Dafoe’nun performanslarıyla, fragman yaratıcı bir hikayenin müjdesini veriyordu.

Bilmeyenler için Yorgos Lanthimos alışılmadık ama sevilen bir yönetmen. Kara mizah ve sürrealizm kullanarak insana dair bilinen öyküleri anlattığı kendine has bir yöntemi var.(Bana göre) bir başyapıt The Favourite hırs, otorite ve güç açlığının hikayesiyken Dogtooth’un odak noktası izolasyon ve bireyselleşme mücadelesi. Öte yanda The Lobster, ilişkilere dair toplumsal normların absürdist incelemesi. Filmleri farklı temalarda hatta farklı türlerde (kara komedi, gerilim, dram…) olmasına rağmen bir filmin Yorgos’a ait olduğunu kendine has tonundan anlamak mümkün. Poor Things bu tona ve kendisinden beklediğimiz temalara sahip ama bazı açılardan öncekilerden tamamen  farklı.

Poor Things’in Başardıkları

Bu bir eleştiri yazısı. Ama en sert eleştirmenlerinin bile reddedemeyeceği bir gerçek var: Poor Things eğlenceli bir film. Kostümleri renkli, mekanları sıradışı. Karakterlerin hepsi ince düşünülmüş, nev’i şahsına münhasır. Başta Emma Stone olmak üzere oyuncuların performansları gerçekdışı karakterlere canlılık katmış. Dolayısıyla Poor Things aynı zamanda esprili ve komik.

Hayal kırıklığı yaratmadığı bir başka özelliği de yaratıcı sinematografisi. Kamera hareketleri, ışıklandırma, renk paletleri gibi tercihlerinde gözü pek. Alışılmadık teknikleri sayesinde zaman zaman farklı filmler izlediğiniz hissine kapılıyorsunuz. Siyah beyaz, gergin müzikli, ürpertici başlayıp renk cümbüşüne ve dans sahnelerine dönüşebiliyor. Tabii hiçbiri tesadüf değil.

Bahsettiklerimiz işin somut kısımları. Hepimizin rahatça gözlemleyebileceği ve görece objektif olabileceği noktalar. Bana göre filmlerde esas gördüklerimiz daha soyut noktalarda.

Yazının yarısına geldik ve hala filmin konusundan bahsetmedim. İki sebebi var: Birincisi, filmin tadının ancak hiçbir şey bilmeden balıklama atlayarak çıkarılacağını düşünüyorum. İkincisi, Yorgos’un diğer filmleri gibi bunun da “ne anlattığını” tanımlamak çok zor. Yüzeysel olarak Frankensteinvari bir hikayesi var: Tanrıcılık oynayan bir karakter – Dr. Godwin “God” Baxter ve magnum opus’u: Bella. Kendisi yetişkin bedeninde bir çocuk gibi. Film boyunca çocuk aklıyla yetişkinlerin dünyasını keşfetme ve ona ayak uydurma sürecini izliyoruz.

Özünde Poor Things’in anlattığı şey bu: bir büyüme hikayesi. Bu kadar sıradan bir hikayeyi anlatmak için böylesi sıradışı bir senaryoyu seçmiş olması şaşırtıcı değil. Yorgos’un filmlerinde gerçek duygu ve düşüncelerimizle toplumun beklentileri arasındaki uyuşmazlığın saçmalığı sık işlenen bir konu. Poor Things’in olayları abartılı olsa da, yapmak istediği şeyi başarıyor aslında. İzlerken bu kadar eğlenmemizin sebebi de bu.  Bella’nın yersiz hareketlerine gülerken ortak bir sırrı paylaşıyoruz. Hepimiz deli saçması hareketlerini tanıyoruz çünkü zaman zaman hepimiz aynı şeyleri düşünüyoruz. Çocukluktan yetişkinliğe geçerken sadece patavatsız olmamayı öğreniyoruz.

Özetle Poor Things eğlencel, nükteli ve yaratıcı. O zaman neden bu bir eleştiri yazısı?

Poor Things’in Başaramadıkları

Yazının başında, Poor Things’in neden beni tatmin etmediğini anlayamadığımı söyledim. Acaba sonradan seveceğim filmlerden biri mi diye düşündüm (bana çok olur böyle). Anlamadım mı diye düşündüm. Letterboxd üzerinde seven – sevmeyen diğer insanların çelişkili yorumlarını okuyunca birden anladım. Sinemadan beklediğim bu değildi.

Filmi eleştirenlerin büyük çoğunluğu feminist bakış açısından yaklaşıyor. Bazıları filmi Barbie (2023) ile kıyaslıyor ve feminist iddialarında yetersiz kaldığını söylüyor. Filmde kadınların bağımsızlığı, toplumsal kimliği, bedeni ve cinselliğine pek çok vurgu var. Ama ben farklı bir bakış açısını, insanın gelişim süreci ve özerkliğini kazanması açısından incelenmesini öneriyorum. Bu açıdan bakıldığında da zayıf kaldığını, en iyi tabiriyle kolaya kaçtığını düşünüyorum.

Toplumsal normların absürtlüğünü yansıtma konusunda başarılı olurken özerklik elde etmek için aşılması gereken engelleri (değişen aile ilişkileri, sosyal kurumlar vb.) neredeyse hiç incelemiyor. Ana karakter Bella filmin başından sonuna çok ciddi bir gelişme kaydediyor. Sadece topluma uyum sağlama sürecini değil; benmerkezcilikten uzaklaşıp başkalarının acısıyla acı çeker hale gelmesini, anlamlı ilişkiler kurmaya başlamasını, yani insanlaşmasını izliyoruz. Film bittiğinde ise tüm bu yolculuğun boşa olduğu hissine kapılıyorsunuz. Zira bu kadar bağımsızlık mücadelesinden sonra Bella’nın var oluşuna dair sarsıcı bir gerçeği, karar verme hakkının en baştan elinden alındığını öğrenmesi pek bir etki yaratmıyor. Filmin sonu “Bağımsızlığını kazanmaya çalışan kadın karakter kendisini hapsetmeye çalışan tüm erkekleri yendi.” halini alıyor. Böylece hem evrensel bireyleşme süreçlerine hem de kadınların hayatlarına dair esas sorunları geri plana atmış oluyor. Objeleştirilme, sömürülme veya aile sistemleri içinde seçim hakkının elinden alınması gibi problemlere göstermelik şekilde ucundan değinip geçiyor. Başından beri varlığını güçlü şekilde hissettiren bir potansiyelin ellerinizden kayıp gidişini izliyorsunuz.

Sinemanın Geleceği

Soruyoruz: Sinemadan beklediğimiz nedir? Muhakkak toplumsal mesaj vermesi ve mesajlarında çok cesur olması mı? Hayır. Sinemadan beklediğimiz sahici olması. İnsanın hikayesini anlatıyorsa insanın gerçeklerine sadık kalması. Kendini alışılmadıklığıyla kabul ettirmiş, önceki filmlerinde sahici ve kışkırtıcı olmayı başarmış bir yönetmenin, 35 milyon dolarlık bütçe ve yetenekli oyuncular ile çektiği filminde hikayesinin potansiyelini, toplumun beklediğini düşündüğü yere götürmek adına boşa harcamaması. Son zamanlarda sürekli yaşadığımız gibi, Poor Things’in de anlattığını iddia ettiklerinin sadece yüzeyini kazıyan filmler listesine girmesi beni üzdü.

Sonuç olarak, Poor Things’i izleyelim mi? İzleyelim. Bunca eleştirime rağmen izlerken keyif almadığımı, basmakalıp filmlere tamamen zıt aykırı bir filmin bu kadar izleyicisi olmasından mutluluk duymadığımı söylesem yalan söylemiş olurum. Poor Things ve onun gibi aykırı filmleri izleyelim, izlerken eğlenelim ama sahicilik talep etmeye devam edelim. Sanatın her zaman bir iddiası olması gerekmediğini ama bazen bazı hikayelerin olduğu gibi anlatılmasının gerektiğini gösterene kadar.

 

Öne Çıkan Görsel: medium.com

Görsel 1: www.searchlightpictures.com

Görsel 2: www.searchlightpictures.com

Poor Things’in fragmanına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazıda bahsedilen Barbie filminin incelemesine buradan ulaşabilirsiniz.

Editör: Gülbin Daldal

One comment

  1. Filmi bugün, Emma Stone’a hayran hayran bakarak izledim😍 Değindiğin noktaları pek düşünmemiştim ama okuyunca kafam karıştı açıkçası… Eleştirilerin beni bir süre düşündürecek gibi :)) Ellerine sağlık, bir okurun olarak farklı film eleştirilerini bekliyorum😌

Leave a Reply