Toksik Üretkenlik ve Kuzey Avrupa Mutfağı
Sanıyorum ki uzun zamandır hem yirmili yaşlarımın hem de sosyal medyanın etkisiyle sürekli şekilde üretken olma telaşı içerisindeyim. Tekerleğin içinde durmadan koşan bir hamster misali varacağım bir yer olmadığı gibi koşmayı tam olarak nerede bırakmam gerektiğinden de emin değilim. Aslına bakarsanız üretkenlik denilen kavramın aralıksız üretmek anlamına geldiğini de pek düşünmüyorum.
Üretkenlik meselesini en başından alacak olursak ben bu konuda pandemi döneminin adını verebilirim. Üniversiteye yeni başlayan, tam emeğinin karşılığını alacağı ve yeni ilişkiler kuracağı zaman eve kapanmak zorunda kalan biri olarak bocaladığımı itiraf etmeliyim. Ama yalnız değildim. Yeni bir eğitim seviyesinin ilk senesindeyken, henüz nerede olduğumun bilincine bile varamamışken düştüğüm boşluğu en iyi anlayacak olanlar yine benim kaderimi paylaşan koca bir nesildi. İşte tam da herkesin yaşama tutunmak ve biraz olsun atmosferi unutmak için çıkar yol aradığı bu dönemde canlandı bahsettiğim abartılı üretkenlik furyası.
Nereye baksam evde ekmek yapımı videoları, on günde her gün on dakika çalışmayla karın kası yaptığını iddia eden insanlar, aynı anda üç dili birden sıfırdan öğrenmeye çalışanlar derken hepimiz bu temponun içine dâhil olmak için can attık. Çünkü bizi evde kapalı kalmanın yarattığı boşluktan ve mücadele ettiğimiz salgının hem maddi hem de manevi yaralarından uzak tutacak olan şey belliydi: meşguliyet. Hem zihinsel hem de fiziksel anlamda meşgul olmak bizi kendimize getirecekti.
Böylece bebek adımlarla başlayan üretkenlik serüvenimiz biz farkında olmadan her geçen gün dozunu arttıracaktı. Artık zaman zaman durup dinlenmek istesek de yapamazdık çünkü düşünce ve duygu istilasından kaçmak ancak bu yolla mümkündü.
Yüksek Doz Üretkenlik (?)
Başlarda düşünmekten kaçmak için kullandığımız bu strateji yerini zamanla hayatı planlama anlayışına bıraktı. Yaşanılan anın bir daha geri gelmeyeceğine dair yapılan vurgular bize her saati planlamak gerektiğini dikte ediyordu. Tüm gününü dakika dakika planla; sporunu, cilt bakımını ve sağlıklı öğünlerini atlama. Hazır gıda yerine toplumun belki yüzde yirmisinin daha önce adını bile duymadığı meyveleri tüket. Aynı anda hem en az bir dil hem de yazılım öğren ayrıca okulda/işte en iyisi ol. En önemlisi tabii ki güne gece uykunu bölerek başla çünkü tüm bu işlerin başka türlü yetişmesi imkânsız.
Pandeminin başlangıcından bu yana sınırlarını zorlayarak büyümeye devam eden ve bizi durup dinlenmekten alıkoyan bu üretkenlik meselesi hala oldukça revaçta. Sosyal medyada yaptığınız ufak bir gezintide bile gerçeklikten yoksun, güya sağlıklı yaşayan büyük bir güruhla karşılaşabilirsiniz. Sabah dörtte uyanıp yeşil smoothie’sini hazırlayan, cilt bakımını tamamlayıp spor salonuna giden, köpeğini yürüyüşe çıkaran, yoga yapan, günlük tutan ve aynı döngüyü her gün tekrarlayan bu “üretken” insanların aksine bazılarımızın işe yetişmek için evden altıda çıkması gerekiyor.
Sürekli kendimizi sorgulamamıza ve eksik hissetmemize sebep olan “üretken” insanlar yüzünden boş vakitlerimizi yalnızca zaman kaybı olarak değerlendirir hale geliyoruz. Oysaki modern hayatın getirdiği tüm bu keşmekeşin içinde aslında en çok ihtiyacımız olan şey sadece durmak, nefes almak ve kendimizi dinlemek değil mi?
Tüm bu sözde “üretken” insanlara rağmen mutluluğu hala durmakta ve dengede olmakta arayanlar da var. Özellikle Kuzey Avrupa’da ortaya çıkan fikir akımları, insanları aslında uzun zamandır görmezden geldikleri kendileriyle baş başa bırakmayı hedefliyor.
Kuzey Avrupa Mutfağından Tarifler (Dikkat: Evde Deneyiniz!)
Mutluluk Araştırmaları Enstitüsüne ev sahipliği yapan ve dünyanın en mutlu ülkeleri arasında yerini alan Danimarka, dinginliği yakalamak isteyenlere bir formül geliştirmiş bile. Norveççe kökenli Danca bir kelime olan ve Danimarkalıların çevirisinin yapılamayacağını düşündükleri Hygge; en yalın anlatımla sıcak, konforlu ve güvenli hissettiğimiz anları ifade ediyor. Betimleme yoluyla anlatmak gerekirse sıcacık bir his için konfor alanımızda yani evimizde, loş bir atmosferde, sevdiğimiz insanlarla birlikte tüm karmaşadan ve iletişim araçlarından uzakta geçirilen keyifli bir aktivite diyebiliriz.
Yine Danimarka mutfağından bir diğer tarifimiz ise Lykke. Danca bir kelime olup mutluluk anlamına gelen bu kavramı Hygge’den ayıran, sıcaklık ve güvenden ziyade doğrudan mutluluğa odaklanıyor olması. Sade bir dekorasyonun, dengeli bir yaşamın ve temelleri sağlam atılmış insan ilişkilerinin mutlu olmaya yeteceğini anlatıyor bize.
Bir başka Kuzey Avrupa ülkesinden dünyaya yayılan Lagom ise İsveççe’de ortalama anlamına geliyor. Kısacası her şeyin orta şekerde olması gerektiğini savunan bu felsefe aslında bize gerçekçi beklentileri, minimalist yaşam tarzını, ya hep ya hiçten uzak durmayı, dinlenmeyi ve kendimizi unutmamamızı öğütlüyor.
Son olarak ele almak istediğim bir diğer fikir akımı olan ve bahsettiği “sözde” üretkenliğe karşı duruşuyla beni etkileyen Niksen’den bahsedelim. Bu kez bizi nispeten daha yakın bir Avrupa ülkesine götüren, Hollanda menşeili bu kelime hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor. Hem de suçluluk hissetmeden! Yani programınıza hiçbir şey yapmama zamanı eklemeniz gerekebilir. Bu alışkanlığın özellikle ruhu besleyeceği, aksi olacakmış gibi gelse de hem üretkenliği arttıracağı hem de bilinçaltını serbest bırakacağı için yaratıcılığı gün yüzüne çıkaracağı düşünülüyor.
Tabii ki bu uygulamaların tüm gerginliğimizi ve stresimizi tek seferde alıp götürecek birer sihirli değnek olmadıkları aşikâr. Ancak her ne kadar uygulaması, anlatması kadar kolay olmasa da denemeye değer; zira biraz durup dinlenmek bize iyi gelecek, yaralarımızı saracak. 😊
Toksik üretkenliğin yarattığı duygularla mücadele ederken destek alabileceğiniz yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.🌸
Öne Çıkarılan Görsel: Best of SNO
Görsel 1, 2 ve 3: Pinterest
Editör: Rana Çevik