Makale Arşivi #1

  • Kişiler Arası Çekicilik

 

1- Kişilerarası Çekicilik Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması

 

Özet: Bu araştırmanın amacı Kişilerarası Çekicilik Ölçeğini geliştirmek ve geçerlik, güvenirlik analizlerini yapmaktır. Araştırmanın örneklemini, Sakarya Üniversitesinde öğrenim gören 1145 üniversite öğrencisi oluşturmaktadır. Yapılan faktör analizi sonucunda toplam varyansın % 46’sını açıklayan, on dokuz madde ve dört alt boyuttan oluşan bir ölçme aracı elde edilmiştir. Bu alt boyutlar sırasıyla fiziksel görünüm, kişisel özellikler, görme sıklığı ve değerlerdir. Ölçeğin faktör yükleri .59 ile .74 arasında değişmektedir. İç tutarlık güvenirlik katsayıları fiziksel görünüm için .77, kişisel özellikler için .74, görme sıklığı için .81 ve değerler için .74 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin güvenirlik kat sayıları ise fiziksel görünüm için .38, kişisel özellikler için .42, görme sıklığı için .60 ve değerler için .53 olarak bulunmuştur. Madde analizi sonucunda alt ölçeklerin madde toplam puan korelasyonlarının .40 ile .72 arasında değiştiği görülmüştür. Bu bulgulara dayanarak Kişilerarası Çekicilik Ölçeği’nin psikolojik araştırmalarda kullanılabilecek, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu söylenebilir.

 

Erişim linki: 1- Kişiler Arası Çekicilik Ölçeği: Geçerlik Güvenirlik Çalışması.pdf

 

2- Romantik İlişkiler ve Aşk

 

Özet: Yakın ilişki ya da aşk, bazen kişisel bir ilişki, bazen kişisel ilişkilerin özel bir öğesi, bazen de bir insanın diğerine duyduğu belli bir duyguyu belirtmek için kullanılmaktadır. Aşk konusu son yıllarda psikolojinin çalışma alanı içinde yer alan temalardan biri olmuştur. Aşkın tanımı kültürden kültüre, kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Aşk yakınlık, bağlanma, güven, saygı ve sevgi gibi duyguları beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada Türkçe literatürde bu konudaki eksikliğin fark edilmesinden dolayı kuramsal olarak ele alınmıştır. Bu çalışmanın temel amacı, aşk konusunda farklı açıklamalar yapan kuramları ele almaktır.

 

Erişim linki: 2- Romantik İlişkiler ve Aşk.pdf

 

3- Duygusal ve Cinsel Kıskançlık Açısından Temel Cinsiyet Farklılıkları: Evrimsel Yaklaşım ve Süregelen Tartışmalar

 

Özet:  Kıskançlıkla ilgili araştırmaların büyük çoğunluğunun kıskançlık düzeyi açısından herhangi bir cinsiyet farklılığı olup olmadığına odaklandığı görülmektedir. “Kadınların mı erkeklerin mi daha kıskanç” olduğu sorusu birçok araştırmacının kafasını meşgul etmiştir. Birçok araştırma sonucu bu yönde bir farklılık olmadığını gösterirken çoğu araştırma kadınlarla erkeklerin duygusal ve cinsel kıskançlık açısından farklılaştıklarını göstermektedir.

Evrim Kuramı’na göre kıskançlık duygusal ve cinsel kıskançlık olmak üzere ikiye ayrılır. Cinsel kıskançlık, bireyin eşinin bir başkasıyla cinsel beraberlik yaşadığını bilmesi ya da bundan şüphelenmesi sonucunda yaşanan, duygusal kıskançlıksa, bireyin eşinin bir başkasına duygusal olarak bağlandığını bilmesi ya da bundan şüphelenmesi durumunda ortaya çıkan kıskançlık türüdür. Evrim kuramcıları, kadınların duygusal, erkeklerinse cinsel aldatılma durumunda daha çok kıskançlık duydukları varsayımını ortaya atmışlar ve bunu sınamak için de birçok araştırma

yürütmüşlerdir. Anababasal yatırım modeline dayandırdıkları bu hipotezle yola çıkılarak gerçekleştirilen birçok araştırmada da bu hipotez doğrulanmıştır.

Bu çalışmada, öncelikle kısaca cinsel ve duygusal kıskançlık tanımlanacaktır. Ardından da evrim kuramcılarının temel açıklamaları doğrultusunda sözü edilen cinsel farklılık üzerinde durulacaktır. Son olarak da sözü edilen araştırma bulguları ele alınacak ve evrimsel yaklaşımın bu yöndeki açıklamalarına getirilen eleştirilere yer verilecektir.


Erişim linki:  3- Duygusal ve Cinsel Kıskançlık Açısından Temel Cinsiyet Farklılıkları: Evrimsel Yaklaşım ve Süregelen Tartışmalar.pdf

 

4- Aşk Örüntüleri Üzerine Bir Anlatı Analizi

 

Özet: Aşk, yaşamın her anında gündelik hayatımızı şekillendiren önemli bir etmen/güç olarak karşımıza çıkar. Evrimsel psikoloji alanındaki çalışmaların, aşkın güçlü ve dönüştürücü doğasına hak ettiği önemi göstermesine karşın bu duyguyu anlamaya (verstehen) yönelik antropolojik veya sosyolojik çalışmaların eksikliği kendisini göstermektedir. Literatürdeki bu eksiklikten hareketle aşk olgusu, yetişkin/yaşlı (40-70 yaş), genç yetişkin (18-25 yaş) ve gençler (14-18) olmak üzere üç ayrı nesilden görüşmecilerden toplanılan anlatıların analiz edilmesi ve yorumlanması yoluyla incelenmiştir. Antropoloji literatüründeki eksiklik nedeniyle aşka dair kültür temelli incelemeleri olan psikolog Robert Sternberg’in ‘aşk üçgeni’ (love triangle) teorisinden hareket edilmiştir. Sternberg’in (1986) tanımıyla aşk; yakınlık, bağlılık ve tutku olarak üç bileşen çerçevesinde operasyonalize edilmiştir.

Çalışmada aşkın, biyolojik temelleri inkar edilmeksizin kültürel bir olgu olduğu varsayımından yola çıkılmıştır. Yapılan gözlemler, her neslin aşk tipolojilerinde bir örüntü bulunduğunu göstermiştir. Nesillere özgü aşk tiplerinin, bireylerin içerisinde bulundukları yaş gruplarının sosyal ve kültürel kökenli ihtiyaçlarına göre değiştiği görülmüştür. Buradan hareketle aşk deneyiminin kültürel değişime bağlı olarak, nesiller arasında farklılaşacağı öngörülmüştür. Aşkın doğasındaki bu değişimin, bireylerin faklı yaşam dönemleri içerisinde meydana gelen ihtiyaçlarına paralel bir biçimde değişim gösterdiği için aşk deneyiminin, bireylerin ihtiyaçları temelinde değiştiği şeklinde yorumlanmıştır.

 

Erişim linki: 4- Aşk Örüntüleri Üzerine Bir Anlatı Analizi.pdf

 

5- Interpersonal Attraction and Relationships

 

Özet: This review focuses on interpersonal attraction and informal affective relationships between adults. Such relationships, as we conceive of them, are those which are generally thought to be voluntary and sustained largely because the partners find interaction pleasurable. The bondedness of “close affective relationships” is prosaically illustrated in the following statement culled from an interview with a college student: ” … I adore her. When I’m with her, I look at her constantly …. We are united together.” Three elements integral to describing close relationships are reflected in this young man’s pronouncement: a favorable attitude (“I adore her”), as evidenced in affection, respect, liking, or love; behavioral involvement (“I look at her constantly”), as manifested in affiliative action; and joint belongingness (“We are united together”), a relational force indicative of perceived mutual identity. Weak involvement would be shown by indifference, a failure to seek out the other, and the absence of joint bonds.

 

Erişim linki: 5- Interpersonal Attraction and Relationships.pdf

 

6- Beğenilme Arzusu: Ölçek Geliştirme, Güvenirlik ve Geçerlik Çalışması

 

Özet: Araştırmanın amacı beğenilme arzusu ölçeğini geliştirmek, ölçeğin geçerlik ve güvenirliğini incelemektir. Araştırma pilot uygulama için 69, Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA) için 418, Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) için ise 113 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek için AFA ve DFA yöntemleri, güvenilirliğinin belirlenmesi için de test tekrar test yöntemi, eşdeğer yarılar yöntemi, Cronbach Alpha iç tutarlık katsayısı ve düzeltilmiş madde-toplam korelasyonu kullanılmıştır. AFA çalışmasında ölçeğin toplam varyansının %42’sini açıklayan bir yapı elde edilmiştir. AFA’ya göre, toplam 9 madde tek faktörde toplanmaktadır. Ölçekten alınan puanların yükselmesi beğenilme arzusunun yükseldiğini göstermektedir. Ölçeğe uygulanan DFA sonuçları ölçeğin tek boyutlu yapısını doğrulamıştır (x2 /sd=1.42, RMSEA=.06, GFI=.92, AGFI=.88, CFI=.95, IFI=.96, NFI=.87, RFI=.83, RMR=.03, SRMR= .06 ). Beğenilme Arzusu Ölçeği’nin ölçüt geçerliğini test etmek için sosyal istenirlik ölçeğinin izlenim yönetimi alt boyutu kullanılmıştır. Yapılan analiz sonucunda beğenilme arzusuyla izlenim yönetimi arasında negatif düzeyde ilişki olduğu bulunmuştur. Güvenirlik çalışmasında iç tutarlık katsayısı, AFA’ya göre .82 iken, DFA için .81 olarak bulunmuştur. Eş değer yarılar yönteminin AFA sonuçlarına göre tek ve çift diye ayrılan iki grup arasında .72, DFA sonuçları için de .72 düzeyinde bir korelasyon olduğu görülmüştür. Ölçeğin 4 hafta ara ile yapılan test-tekrar test güvenirlik çalışmasında .73 (p< .001) korelasyon bulunmuştur. Bir diğer güvenirlik çalışmasında %27’lik alt ve üst gruplar arasında anlamlı bir farkın olduğu görülmüştür (p<. 001). Son olarak madde toplam analizinde, AFA sonuçlarına göre madde toplam korelasyonları 0.46 ile 0.71 arasında değişirken, DFA sonuçlarına göre ise 0.29 ile 0.70 arasında değişmektedir. Bu bulgulara dayanarak Beğenilme Arzusu Ölçeği’nin eğitim ve psikoloji alanında kullanılabilecek, geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu söylenebilir.

 

Erişim linki: 6- Beğenilme Arzusu: Ölçek Geliştirme, Güvenirlik ve Geçerlik Çalışması.pdf

 

7- Beliren Yetişkinlikte Romantik Yakınlığı Başlatma ve Başa Çıkma

 

Özet: Bu çalışmanın amacı, beliren yetişkinlikte romantik yakınlığı başlatma ve başa çıkma arasındaki ilişkilerin incelenmesidir. Bu araştırmada ayrıca, başa çıkma yöntemlerini kullanmanın ilişki başlatma niceliği ile ilişkili olup olmadığı da incelenmiştir. Çalışmada 19-25 yaşları arasında 148 kadın ve 108 erkek toplam 256 beliren yetişkin yer almıştır. Bu araştırmada, Romantik Yakınlığı Başlatmanın Belirleyicileri Ölçeği ve Stresle Başa Çıkma Ölçeği kullanılmıştır. Romantik yakınlığı başlatma ile başa çıkma arasındaki ilişkiler basit regresyon analizi tekniği ile incelenmiştir. Ayrıca, başa çıkma yöntemlerini kullanmanın ilişki başlatma niceliği ile ilişkili olup olmadığı tek yönlü varyans analizi yöntemiyle ele alınmıştır. Araştırmada, problem odaklı başa çıkma ve sosyal destek aramanın romantik yakınlığı başlatma ile anlamlı ve önemli düzeyde ilişkili olduğu bulunmuştur. Romantik ilişki sayısının artmasına bağlı olarak bireylerin, işlevsel başa çıkma yöntemlerini kullandıkları sonucuna varılmıştır.

 

Erişim linki: 7- Beliren Yetişkinlikte Romantik Yakınlığı Başlatma Ve Başa Çıkma.pdf

 

8- Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış

 

Özet: Ergenlik dönemindeki arkadaşlık ilişkileri ve romantik ilişkiler, bu dönemin önemli konularındandır. Bu makalede, ergenlik döneminde yaşanan arkadaşlık ilişkileri ve romantik ilişkiler ele alınmıştır. Arkadaşlık ve romantik ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan ve Erikson’ın ergenlerin arkadaşlık ilişkisine dair görüşleri incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Ayrıca Rawlins’in iletişim kuramından söz edilmiş, arkadaşlığı incelediği konular vurgulanmıştır. Arkadaşlık ilişkisinin yaşla birlikte gelişimsel bir süreç içerdiği, arkadaşlığın önce aynı cinsiyetten kişilerle kurulmaya başladığı, sonrasında karşı cinsiyetten arkadaşlıklar kurulduğu, bu durumun ileride ergenin karşı cinsle olan yakınlaşmasına olanak sağladığı vurgulanmıştır. Arkadaşlık ve romantik ilişkilerinin ergen üzerindeki çeşitli olumlu ve olumsuz etkileri tartışılmış, arkadaşlık ve romantik ilişkilerin belirleyicisi olarak ebeveyn tutumları ve kültürel farklılıklar ele alınmış, bu nedenle her kültürde farklı şekillerde romantik ilişkilerin yaşandığı belirtilmiştir. Teknolojik gelişmelerin de ergenin ilişkileri üzerinde etkili olduğu, arkadaşlıkta temel öğenin dürüstlük ve güven olduğu vurgulanmıştır.

 

Erişim linki: 8- Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve ve Romantik İlişkilere Genel Bakış.pdf

 

9- Postmodern Romantik İlişkiler ve Reklam: Tinder Örneği

 

Özet: Gündelik hayatın önemli bir parçası haline gelen mobil flört uygulamaları, romantik ilişkilerin doğasını hızla değiştirmeye devam etmektedir. Kimileri mobil flört uygulamalarını “aşkın bayağılaşması” olarak yorumlarken, bazıları bu flört etme biçimlerindeki derin değişim ve dönüşümü dijital dünyanın kaçınılmaz sonuçlarından biri olarak görmektedir. Bu çalışmanın amacı ise teknolojik gelişmelerin etkisiyle cinsler arası ilişkide flört etme biçimlerindeki değişimler ile tüketim arasındaki ilişkiyi ortaya koyabilmektir. Bu bağlamda romantik ilişkilerin tarihsel bir düzlemde anlamına ve değişimine ilişkin literatür gözden geçirilerek, coğrafi konum tabanlı flört uygulamalarının reklam sektörüne yarattığı fırsatlar değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında postmodern romantik ilişkilerin, dijital yaşam tarzları, kültür ve tüketimle olan bağı çerçevesinde, konum tabanlı sosyal ağ uygulamaları arasında en popülerlerden biri olan mobil flört uygulaması Tinder’da yayınlanan reklamlar, niteliksel ve niceliksel içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Sonuç olarak, reklam mesajlarının büyük oranda lüks ve sembolik tüketime ilişkin anlam ve sembollerle işaret ettiği fakat markaların coğrafi konuma uyumlu reklam stratejileri geliştirmedikleri görülmüştür. Elde edilen veriler ayrıca, küresel bir eğilim olan ve kısa dönemli ilişkileri vurgulayan Tinder’da yayınlanan reklamlarda, geleneksel romantik ilişkileri yeniden üreten anlam ve sembollerin yer aldığını ortaya koymaktadır.

 

Erişim linki: 9- Postmodern Romantik İlişkiler Ve Reklam: Tinder Örneği.pdf

 

10- Romantik İlişkilerle İlgili Kalıpyargılara Karşı Tutumlar

 

Özet: Bu araştırmanın amacı romantik ilişkilerle ilgili kalıpyargılara karşı tutumları ölçmek ve ayrıca, belirtilen bu tutumları cinsiyet farklılığının ve cinsiyetçiliğin (sexism) nasıl etkileyeceğini araştırmaktır. Bu amaçla 291 Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisinden romantik ilişki ile ilgili bazı kalıpyargılara karşı düşüncelerini ve duygularını belirtmeleri istenmiştir. Bunun yanında, düşmanca ve dostça cinsiyetçiliği Ölçmek için Glick ve Fiske (1997) tarafından geliştirilen zıt duyguları içeren cinsiyetçilik ölçeği deneklere verilmiştir. Araştırmanın bulgularına göre, düşmanca ve dostça cinsiyetçilikten yüksek puan alan katılımcılar düşük puan alan katılımcılara oranla romantik ilişkiler hakkındaki kalıpyargılara karşı daha olumlu tutumlara sahiptirler. Ayrıca, kadın katılımcılar, cinsiyet rolleri ile tutarlı olarak, romantik ilişkilerde erkeğin daha girişken olması gerektiği konusundaki kalıpyargıiarla daha fazla hemfikir olurken; erkek katılımcılar kadın katılımcılara oranla romantik ilişkilerde erkeğin baskın, kadının kabul edici olması hakkındaki kalıpyargıiarla daha fazla hemfikir olmuşlardır.

 

Erişim linki: 10- Romantik İlişkilerle İlgili Kalıpyargılara Karşı Tutumlar.pdf

 

11- Ruminatif Düşünme Stili, Beden Algısı ve Sosyal Görünüş Kaygısının Romantik İlişki Ve Partner Odaklı Obsesif Kompulsif Semptomlarla İlişkisi (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Bu çalışma ruminatif düşünme stili, beden algısı ve sosyal görünüş kaygısının partner odaklı ve romantik ilişkilerle ilgili obsesif kompulsif semptomlarla arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Veriler 18-30 yaş aralığında romantik bir ilişki içerisinde bulunan 689 kişiden internet aracılığıyla toplanmıştır. Katılımcılardan bilgi toplamak amacıyla demografik bilgi formu, Partnere İlişkin Obsesif Kompulsif Belirti Ölçeği, Romantik İlişki Obsesyon ve Kompulsiyonları Ölçeği, Ruminatif Düşünme Biçimleri Ölçeği, Sosyal Görünüş Kaygısı Ölçeği ve Beden Algısı Ölçeği kullanılmıştır. Elde edilen veriler korelasyon, t testi, ANOVA ve regresyon analizleri ile değerlendirilmiştir. Romantik ilişkilerle ilgili ve partner odaklı obsesif kompulsif belirtilere ilişkin model ise Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) ile test edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre ruminatif düşünme stilinin partner odaklı ve romantik ilişki odaklı obsesif kompulsif belirtileri ve alt boyutlarını pozitif yönde yordadığı görülmektedir. Beden algısı ve sosyal görünüş kaygısı ise partner odaklı obsesif kompulsif belirtileri ve alt boyutlarını pozitif yönde yordamaktadır. Bununla beraber, partner odaklı obsesif kompulsif belirtilerin romantik ilişki odaklı obsesif kompulsif belirtileri pozitif yönde yordadığı bulunmuştur. Araştırma bulguları ilgili alanyazın çerçevesinde tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 11- Ruminatif Düşünme Stili, Beden Algısı ve Sosyal Görünüş Kaygısının Romantik İlişki Ve Partner Odaklı Obsesif Kompulsif Semptomlarla İlişkisi.pdf

 

12- Üniversite Yaşamında Yakın İlişkiler ve İstismar

 

Özet: Romantik ilişki istismarı, geçmişteki veya şimdiki sevgili üzerinde güç kullanılan ve kontrol kurulan, tacize maruz bırakan ve zorlayıcı davranışları içeren bir durumdur. Romantik ilişkilerde yaşanan istismar, partner/eş istismarı olarak da anılmaktadır. İstismar ve şiddet kavramları özellikle fiziksel istismar ile fiziksel şiddet söz konusu olduğunda net olarak birbirinden ayrılamamakta, her ikisi de benzer anlamda kullanılmaktadır. Şiddet, ilişkide genellikle biri tarafından diğerini kontrol altında tutmak için kullanılır. Romantik ilişkide şiddet duygusal, fiziksel ve cinsel saldırganlığı içermektedir. Üniversite yıllarına denk düşen geç ergenlik döneminde de romantik ilişkilerde istismara sık rastlanmaktadır. Bu derlemede üniversite öğrencileri arasında istismar yaşantısının, yakın ilişkilerdeki riskleri ve sonuçları, bu ilişkilerdeki şiddetin çeşitleri ve etkileri ele alınarak, önleyici yolları tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 12- Üniversite Yaşamında Yakın İlişkiler Ve İstismar.pdf

 

13- Yakın İlişkilerde Algılanan Duyarlılığın Yaş Farklılıkları ve Psikolojik Esenlik ile İlişkisi

 

Özet: Yakın ilişkiler, esenliğin önemli bir yordayıcısı olarak kabul edilmektedir (Reis, 2012). Bu ilişkiler önemini yaşam boyunca devam ettiriyor olsa da zaman içerisinde ilişki dinamiklerinin değiştiği gözlenmektedir (Arnett, 2000). Mevcut çalışmada, algılanan aile, partner ve arkadaş duyarlılıklarının yetişkinlik boyunca yaş ile ilişkisinin sınanması; algılanan aile, partner ve arkadaş duyarlılıkları ile psikolojik esenlik arasındaki ilişkinin test edilmesi ve bu ilişkide yaşın düzenleyici rolünün incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla; Türkiye’den iki farklı yaşam boyu örneklem kullanılmıştır. İlk örneklemde 20-82 yaş arası 1172 katılımcı, ikinci örneklemde ise 20-87 yaş arası 842 katılımcı bulunmaktadır. Analizler sonucunda, algılanan aile ve partner duyarlılığının yaş ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Sonuçlar, yaşın algılanan aile duyarlılığı ile doğrusal, algılanan partner duyarlılığı ile ise eğrisel bir ilişkiye sahip olduğunu göstermiştir. Ayrıca tüm algılanan duyarlılık değişkenleri ile psikolojik esenliğin olumlu bir ilişkiye sahip olduğu ve bu ilişkinin genç yetişkinler için daha güçlü olduğu tespit edilmiştir. Bulgularımız, algılanan duyarlılığın yaşa bağlı değişimlerini ilk kez, algılanan duyarlılığın psikolojik esenlikle ilişkisini de Türkiye’de ilk kez göstererek alanyazına katkı sağlamaktadır.

 

Erişim linki: 13- Yakın İlişkilerde Algılanan Duyarlılığın Yaş Farklılıkları Ve Psikolojik Esenlik İle İlişkisi.pdf

 

14- Yakın İlişkilerde Kıskançlık: Bireysel, İlişkisel ve Durumsal Değişkenler

 

Özet: Bu çalışmanın amacı yakın ilişkilerde kıskançlıkla yaş, cinsiyet, cinsiyet rolü yönelimi, benlik saygısı, ilişkinin türü, eşi fiziksel olarak çekici bulma düzeyi gibi çeşitli bireysel, ilişkisel ve durumsal değişkenler arasındaki ilişkilerin araştırılmasıdır. Bu araştırmada kıskançlığın çok boyutluluğu irdelenmiş, ilişkinin türü, benlik saygısı, yaş, ilişkisel doyum, cinsiyet gibi bireysel ve ilişkisel değişkenlerle ilişkileri ortaya konmuştur.

 

Erişim linki: 14- Yakın İlişkilerde Kıskançlık: Bireysel, İlişkisel ve Durumsal Değişkenler.pdf

 

15- Yakın İlişkilerin Nörobiyolojisi

 

Özet: Temel duygu ve dürtülerin kaynağı limbik sistemin tersine neokorteks, insanın düşünme yeteneği, dil kullanımı, sembolik ve soyut düşünce becerilerinin kaynağını oluşturur. Limbik sistemden neokortekse uzanan yaygın nöral projeksiyonlar aracılığıyla duygular, algıdan akılcı karar vermeye kadar bilişlerin her yönünü etkiler. Entelektüel ve motor işlevleri korunmuş olmasına karşın karar verme becerileri ve duygusal işleyişin birlikte bozulduğu ventromedial prefrontal korteks hasarlı olgular, beynin işleyişinde duyguların öncelikli rolü olduğunu düşündürmüştür. Psikoterapi etkinliğinin sol prefrontal korteks işleyişiyle yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Mantıksal düzeyde alınan kararlar stresli anlarda kolaylıkla değişmekte ve aynı sorunlar tekrar tekrar yaşanmaktadır. Çiftlerin stresli oldukları zamanlarda neden kendi bakış açılarında radikalleştikleri, kendilerini haklı, karşılarındakini haksız görme eğiliminde olduklarını bu durum açıklayabilir. Eşler arasında yaşanan eleştiri, küçük görme, savunuculuk ve donup kalma gibi özgül çatışma davranışları, amigdala aktivasyonuyla ilişkili fiziksel belirtilerle korelasyon göstermektedir. Bu nedenle kişilerin yeni düşünce ve davranış şekillerini uygulamadan önce duygusal süreçlerini fark etmeleri ve değiştirebilmeleri gerekir. Bu kavramlar ışığında bilişsel, davranışsal yaklaşımın yanında duygularla çalışan bir terapi tekniğinin daha başarılı sonuçlanacağını düşünmek yanlış görünmemektedir.

 

Erişim linki: 15- Yakın İlişkilerin Nörobiyolojisi.pdf

 

16- Yetişkin Bireylerde Narsisizm, Yakın İlişkiler ve Cinsellik

 

Özet: Bu çalışmada alan yazında sıklıkla karşılaşılan bir kavram olan narsisizmin yakın ilişkiler ve cinsel davranışlar üzerindeki etkisini incelemek amaçlanmıştır. Bu çalışma ile narsisizm konusundaki alanyazına katkı sağlarken aynı zamanda elde edilen sonuçların klinik ve akademik alanda yapılan çalışmalarda yol gösterici olması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda rastgele örneklem yöntemi ile seçilen 350 katılımcıya Beş Faktör Narsisizm Ölçeği, İlişki Doyum Ölçeği, Cinsel Risk Alma Ölçeği, Cinsel Tutum Ölçeği ve Cinsel Heyecan Arama Ölçekleri uygulanmıştır. Çalışmada katılımcıların düşünce ve davranışlarında bir değişiklik yapılmamış yalnızca var olan durumun tespit edilmesi hedeflenmiştir.

Elde edilen veriler SPSS 22 paket programı ile çözümlenerek araştırma sorularına uygun olacak biçimde t testi ve pearson korelasyon analizi yapılmıştır. Yapılan analiz sonucunda ise narsisizmin alt boyutlarından kırılgan ve büyüklenmeci narsisizmin ilişki doyumu, cinsel tutum ve davranışlarla çeşitli düzeylerde ilişkili olduğu görülmüştür. Elde edilen bulgular literatür ışığında incelenmiş ve çalışmanın sonucunda elde edilen bulguların literatürdeki kısıtlı sayıdaki çalışma ile örtüştüğü görülmüştür. Çalışmaya ait sınırlılık ve öneriler ise metnin son kısmında belirtilmiştir.

 

Erişim linki: 16- Yetişkin Bireylerde Narsisizm, Yakın İlişkiler Ve Cinsellik.pdf

 

17- The measurement of interpersonal attraction

 

Özet: For at least the past two decades, theorists and researchers in interpersonal communication have centered much of their attention on interpersonal attraction. Not only has interpersonal attraction been found to be a facilitator of interpersonal communication across a wide range of cultures, but also much interpersonal communication exists for the primary purpose of enhancing interpersonal attraction. A review of the research literature on interpersonal communication suggests two very important conclusions: (1) The more people are attracted to one another, the more they will communicate with each other; and (2) The more we are attracted to another person, the more influence that person has on us in interpersonal communication.

 

Erişim linki: 17- The measurement of interpersonal attraction.pdf

 

18- Interpersonal Attraction and Attitude Similarity

 

Özet: In investigating the direction and the strength of the’ affect engendered between the two participants in a dyad, we may arrange the expressed feelings of each individual along a continuum ranging from strongly positive to strongly negative. The accurate prediction of interpersonal attraction and repulsion in such relationships will undoubtedly require that we secure knowledge about several classes of independent variables.

 

Erişim linki: 18- Interpersonal Attraction and Attitude Similarity.pdf

 

19- Effect of Economic Similarity-Dissimilarity on Interpersonal Attraction

 

Özet: The theory of social comparison processes suggests that individuals are attracted to each other on the basis of similarity in opinions, abilities, and emotional state. Generalizing further in the present investigation, attraction was hypothesized to be a function of similarity-dissimilarity in economic status. A total of 84 Ss was divided into high and low economic status on the basis of their responses to items dealing with spending money. 3 experimental conditions were devised in which Ss evaluated a stranger on the basis of his or her responses to the economic items and some attitudinal items. In 1 condition, low-status Ss responded to a high-status stranger, in a 2nd condition, high-status Ss responded to a low-status stranger, and in a 3rd condition, high-and low-status Ss responded to strangers similar to themselves. As hypothesized, attraction was significantly (p < .001) affected by similarity-dissimilarity of economic status. It was found that the specific responses of Ss could be predicted on the basis of a law of attraction formula derived in earlier work on attitude similarity-dissimilarity. An attempt was made to account for the findings in reinforcement terms.

 

Erişim linki: 19- Effect of Economic Similarity-Dissimilarity on Interpersonal Attraction.pdf

 

20- An Overview (and Underview) of Research and Theory within the Attraction Paradigm

 

Özet: The initiation and subsequent development of what I once immodestly labeled ‘the attraction paradigm’ are described. Though an after -the- fact reconstruction of a given program of research and theory may appear to result from planful, rational, insightful, and even prescient actions, the actual process is more often a combination of multiple personal motives, semi-random input from a wide variety of sources, sheer luck, and semi-delusional tenacity. In any event, some highlights and landmarks of over 35 years of attraction research are summarized. The story includes the initial decision to investigate the effect of attitude similarity-dissimilarity on attraction, the gradual development of the linear function that specifies the relationship between seemingly diverse stimulus events and evaluative responses such as attraction, and the construction of a theoretical model that began with a  focus on conditioning but was eventually expanded as ‘the behavior sequence’ , incorporating cognitive constructs in order to deal with such interpersonal complexities as love. As a postscript, I describe our current efforts to place the components of adult attachment patterns within this model in an effort to predict more precisely various aspects of interpersonal relationships.

 

Erişim linki: 20- An Overview (and Underview) of Research and Theory within the Attraction Paradigm.pdf

 

21- Reciprocity of Interpersonal Attraction: A Confirmed Hypothesis 

 

Özet: An increase in reciprocity of interpersonal attraction during the early acquaintance period followed by continuing social reciprocity are common sense propositions that are central principles of several social psychological theories. However, there is little empirical evidence of increasing reciprocity of interpersonal attraction over time. There are two potential reasons for this failure to find reciprocity over time. First, the reciprocity correlation contains a mixture of two correlations: reciprocity at the individual level and reciprocity at the dyadic level. Second, physical proximity may affect reciprocity, particularly during early acquaintance. The two reciprocity correlations and effects of physical proximity can be estimated from a round robin design. Correlations computed by taking all possible dyads measured at five time points show weak reciprocity effects with a decrease across the five time points. The individual level correlations were small while the dyadic correlations were positive. Partialling out roommate effects from the dyadic correlation enhances increasing reciprocity over time. Thus, reciprocity of attraction does increase over time when one accounts for two different levels of analysis and controls for roommate effects.

 

Erişim linki: 21- Reciprocity of Interpersonal Attraction: A Confirmed Hypothesis.pdf

 

  • Yeme Bozuklukları

 

1- Yeme Bozuklukları

 

Özet: Yemek yaşam için gerekli ve haz veren bir davranıştır. İnsanoğlunda bebeklik döneminden okul çağına hızlıca gelişen beslenme davranışı homeostatik mekanizmalar, ödül sistemi, çocuğun motor, duyusal ve emosyonel kapasitesi, içinde bulunduğu sosyal çevre, kültürel öğeler, anne-babanın bakım verme ve tutum becerileri gibi birçok değişkenin etkileşimi ile gelişir. Beslenme alışkanlığı sağlıklı yaşam için dikkat edilmesi gereken bir konu iken bu fikir takıntı haline dönüşürse ciddi fiziksel ve/veya ruhsal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Ülkemizde yapılan bir araştırmada kızların %33.6’sının, erkeklerin %6.3’ünün diyet yaptığı; kızların %43’ünün, erkeklerin ise %18.3’ünün zayıf olmayı arzuladığı saptanmıştır(1). Yetişkinlerde vücut kitle indeksi 18’den aşağıda ise zayıflık kesin iken, 18 yaş altı kişilerde yaşa göre değerlendirme yapmak gerekmektedir (2).

Yeme bozuklukları, yeme davranışının ciddi olarak bozulduğu tanı grubudur. Anoreksiya nervoza (AN) ve bulimiya nervoza (BN) bu tanı grubu içerisinde en sık rastlanan ve ruhsal belirtilerin yanı sıra ciddi bedensel sorunların da eşlik ettiği en önemli iki başlığı oluşturmaktadır. Yeme bozuklukları özellikle ergenlerde sık görülmesinin yanı sıra ölümcül olabilmesi ve ciddi yeti yitimi ile seyretmesi nedeni ile ayrı bir önem taşımaktadır (3).

 

Erişim linki: 1- Yeme Bozuklukları.pdf

 

2- Estetik Bir Kaygıdan Hastalığa Uzanan Yol: Yeme Bozuklukları

 

Özet: Günümüzde özellikle kadınların yeme davranışı ve bedenleriyle ilişkileri karmaşık özellikler göstermektedir. Pek çok genç kadın; sosyal baskı ve medyanın da etkisiyle, bir değer ölçüsü haline gelmiş olan ‘ince’ bir bedene sahip olmak için, bir hayli emek harcar. Gelişmiş ülkeler ve Batı kültürünün etkisindeki toplumlarda, beden ölçüsü, kilo ve görsel imgeyle çok fazla uğraşı dikkati çekmektedir. Bu uğraşı sıklıkla, yemekle ilişkinin değişmesiyle süregitmektedir. Değişen ilişki, diyet kliniklerinin sayıca artması, gazete, dergi ve televizyon programlarında artan sayıda diyet önerileri, eczanelerdeki kilo kontrol ilaçlarını izleyerek rahatça görülebilir. Basit bir estetik kaygıyla başlayan diyetler, operasyonlar, egzersizler sonu gelmeyen bir yolun başlangıcı olabilmektedir.

 

Erişim linki: 2- Estetik Bir Kaygıdan Hastalığa Uzanan Yol: Yeme Bozuklukları.pdf 

 

3- Ergenlerde Yeme Bozuklukları Yönetimi

 

Özet: Ergenlik dönemi fiziksel, duygusal ve bilişsel alanda birçok değişikliğin meydana geldiği kritik bir geçiş dönemidir. Bu dönemde kimlik oluşumu ve bireyselleşme yolunda adım atan ergen bir yandan da bedeninde meydana gelen değişimlere uyum sağlamaya çalışır. Nasıl biri olduğu ve nasıl göründüğü ile yoğun bir şekilde ilgilenir. Bu nedenle bedeni hakkında başkalarının ne düşündüğü onun için çok önemlidir (1). Öte yandan yaşantımızda büyük oranda yer alan medyada zayıflığın ‘idealize’ edilmesi, zayıf-ince olmanın çekicilik, başarı ve toplumsal kabul görme ile ilişkili olduğu yönünde verilen mesajlar kendi beden imajını oluşturmaya çalışan ergen tarafından içselleştirilir. Zayıflık konusunda yapılan bu pekiştirmeler sürekli diyet yapma, kilo kontrolü sağlamak için kusma, diüretik veya laksatif kullanımı gibi uygunsuz davranışlara zemin hazırlar (2). Yeme bozuklukları (YB) ciddi tıbbi komplikasyonları olan, ölümle sonuçlanabilen ve tedavisi zor olan psikiyatrik bozukluklardır. Bu nedenle erken teşhis ve tedavi oldukça önemlidir (3). YB Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabının beşinci baskısında (DSM V) 8 alt kategoriye ayrılmıştır (4). Bu bölümde ergen yaş grubunda daha sık görülen Anoreksiya Nervoza, Bulimiya Nervoza ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğundan bahsedilecektir.

 

Erişim linki: 3- Ergenlerde Yeme Bozuklukları Yönetimi.pdf

 

4- Sosyal Medya Üzerinden Diyet Yapan Bireylerin Ortoreksiya Nervoza Ve Yeme Tutumlarının Saptanması: Instagram Örneği (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Bulgular: Katılımcıların %85.5‟inin ortoreksiya eğiliminde olduğu ve %29.7‟sinin yeme bozukluğu olduğu bulunmuştur. Çalışmamızda cinsiyet, medeni durum, eğitim seviyesi, kronik hastalık, beden kitle indeksi, diyet yapma şekli ile ortoreksiya eğilimleri arasında istatistiksel bir fark saptanmamıştır. Fiziksel aktivite ve ortoreksiya eğilimleri karşılaştırıldığında ortorektik eğilimler arttıkça fiziksel aktivite derecesinin arttığı saptanmıştır(p<0.05). Günlük instagram kullanım süresi arttıkça ortoreksiya eğilimleri artmaktadır(p<0.05). Yeme tutumlarını etkileyen faktörlere bakıldığında cinsiyet, eğitim seviyesi, diyet yapma şekli, beden kitle indeksi, günlük instagram kullanım süresinin yeme bozukluğunda istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). ORTO-15 ve YTT karşılaştırılmasında: yeme bozukluğu arttıkça bireyin ortorektik olma eğilimleri istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde artmaktadır (p<0.05).

 

Erişim linki: 4- Sosyal Medya Üzerinden Diyet Yapan Bireylerin Ortoreksiya Nervoza Ve Yeme Tutumlarının Saptanması: Instagram Örneği.pdf

 

5- Kişilik Bozuklukları ve Yeme Bozuklukları: Etiyolojik İlişkiler ve Cevaplanmamış Sorular

 

Özet: Kişilik bozuklukları ile yeme bozuklukları arasındaki ilişkiler son birkaç yıldır oldukça sık çalışılan bir konudur. Bu makalede, kişilik bozuklukları ve yeme bozukluları arasındaki ilişkileri inceleyen araştırmalar ve etiyolojik modeller bütüncül bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Gözden geçirilen çalışmalar, bazı kişilik bozukluklarının belirli alt tip yeme bozukluklarıyla beraber görüldüğüne dair tutarlı bulgular sunmaktadır. Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu gibi C kümesi (kaygılı/korkulu küme) kişilik bozuklukları çoğunlukla anoreksiya nervozanın kısıtlı tipiyle beraber görülürken, sınır kişilik bozukluğu anoreksiya nervozanın tıkanırcasına yeme/çıkarma tipiyle ve bulimia nervozayla birlikte daha sık görülmektedir. Kişilik bozuklukları ile yeme bozuklukları arasındaki ilişkiyi açıklayan etiyolojik modellerin incelendiği çalışmalar ise kişilik bozukluklarının yeme bozukluklarının öncülü olduğunu öne süren yatkınlık modelini desteklemektedir. Diğer taraftan, yeme bozukluklarının kişilik bozukluklarına yol açtığını belirten karmaşık modeli test eden az sayıda geriye dönük çalışma, kişilik bozuklukları semptomlarının, yeme bozukluğunun tedavisi sırasında yeme bozukluğu semptomlarıyla beraber azaldığını göstermektedir. Ancak, hem yaygınlık hem de etiyolojik modelleri inceleyen çalışmalar yöntemsel sınırlılıklarından dolayı net sonuçlardan ziyade birçok soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Kişilik bozuklukları ve yeme bozuklukları arasındaki karmaşık ilişkinin hangi model tarafından daha iyi açıklandığının ortaya çıkarılması için ileriye dönük boylamsal çalışmalara ihtiyaç vardır.

 

Erişim linki: 5- Kişilik Bozuklukları ve Yeme Bozuklukları: Etiyolojik İlişkiler Ve Cevaplanmamış Sorular.pdf

 

6- Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu

 

Özet: Tıkınırcasına yeme bozukluğu, yeme davranışı üzerinde kontrol kaybının hissedildiği, tekrarlayan aşırı yeme dönemleriyle kendini gösteren ve kişinin tıkınırcasına yeme nöbetlerinin yol açabileceği etkileri giderebilmek için bir takım yöntemlere başvurmadığı bir yeme bozukluğudur. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel Sınıflandırma Elkitabının son baskısında (DSM-5) yeni bir yeme bozukluğu olarak sınıflandırılmıştır. Tıkınırcasına yeme bozukluğu erişkinlerde en yaygın görülen yeme bozukluğudur. Tıkınırcasına yeme bozukluğunda obeziteyle ilişkili tıbbi komplikasyonlar, yeme bozukluğuna bağlı psikopatolojiler ve başka ruhsal bozukluklar da görülebilmektedir. Bütün bunlar kişide önemli rahatsızlıklara yol açmakta, bireyin yaşam kalitesinin düşmesine ve sosyal ilişkilerinin bozulmasına neden olmaktadır. Tıkınırcasına yeme bozukluğunun tedavisi ilaç tedavileri, psikoterapi ve bariatrik cerrahiden oluşmaktadır. Bu derlemede, tıkınırcasına yeme bozukluğunun tanımı, epidemiyolojisi, etiyolojisi, klinik özellikleri ve ağırlıklı olarak tedavisi tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 6- Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu.pdf

 

7- Yeme Bozukluğu Hastalarında Obsesif Kompulsif Bozukluk Ve Kişilik Bozukluğu (Tıpta Uzmanlık Tezi)

 

Özet: Çalışmaya Nisan 2003-Haziran 2004 tarihleri arasında BRSHH Nevroz Kliniği, İ.Ü. ve M.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Klinikleri, özel psikiyatristlere başvuran ya da tedavisi sürdürülmekte olan hastalar arasından SCID-I yeme bozuklukları tanı kriterlerini dolduran on altı anoreksiya nervozalı ve on sekiz bulimiya nervozalı kadından oluşan yeme bozukluğu vakaları ile, kontrol vakaları olarak da otuz dört normal kadın denek alındı. Yeme bozukluğu grubunun yedisini psikiyatri servisinde yatmakta olan yeme bozukluğu hastaları oluşturmaktaydı. Yeme bozukluğu ve kontrol grubunda sosyodemografik özellikler, yeme tutumları, obsesif kompulsif bozukluk, kişilik bozuklukları, kendine zarar verici davranışlar, alkol-madde kullanım bozuklukları, , ailelerinde alkol madde kullanımı ve diğer psikiyatrik bozukluklar araştırıldı.

 

Erişim linki: 7- Yeme Bozukluğu Hastalarında Obsesif Kompulsif Bozukluk Ve Kişilik Bozukluğu.pdf

 

8- Yeme Bozukluğu Hastalarında Tedavi Motivasyonu, Beden İmgesi ve Depresyonun Değerlendirilmesi (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Sonuçlar YBG’nin BM dışındaki değişkenler açısından KG’den farklılaştığını ancak BİB’in beklenenin aksine kontrol grubunda daha yaygın olduğunu göstermiştir. YBG’de tedavi motivasyonunun en güçlü yordayıcısı yeme bozukluğu semptom düzeyi olmuştur. YBG’de semptom düzeyi arttıkça tedavi motivasyonun düştüğü gözlenmiştir. Yeme Bozukluğu semptom düzeyinin tedavi motivasyonu üzerindeki etkisinin depresyona göre değiştiği görülmüştür. Bu bulgular literatürdeki veriler ışığında tartışılmıştır.

Sonuç olarak yeme bozukluğu vakalarında vakanın içerisinde bulunduğu motivasyonel düzeye göre tedavi planlaması yapabilmek açısından tedavi motivasyonun ve ilgili faktörlerin değerlendirilmesi önem taşımaktadır.

 

Erişim linki: 8- Yeme Bozukluğu Hastalarında Tedavi Motivasyonu, Beden İmgesi ve Depresyonun Değerlendirilmesi.pdf

 

9- Yeme Bozukluğu Olan Çocuğa Yaklaşım

 

Özet: Çocukluk döneminde sık görülen yeme problemleri sağlıklı çocuklarda %25- 45 oranında görülürken, gelişim geriliği olan çocuklarda bu oran %80’e kadar çıkmaktadır. Sağlıklı çocuklarda yapılan çalışmalarda ebeveynlerin %20-60’ının çocuklarının yeteri kadar yemediğini düşündükleri belirtilmiştir. Yoğun tıbbi ve davranışçı tedavi gerektiren ciddi yeme bozuklukları çocukların %3-10’unda görülmektedir. Bu gözden geçirme yazısında yeme problemi ile getirilen çocuğun değerlendirilme ve izlenme süreçlerinden bahsedilmiştir.

 

Erişim linki: 9- Yeme Bozukluğu Olan Çocuğa Yaklaşım.pdf

 

10- Yeme Bozukluğu Olan Çocuklar Ve Ergenler Etiyolojisi İle İlgili Çalışmalar, Müdahale, Değerlendirme Ve Tedavi

 

Özet: Sosyal duygusal iyiliğin sınıf uyumu ve akademik başarı üzerindeki olumlu etkileri bilinen bir gerçek olup, son yıllarda konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların sayısı giderek artmaktadır. İlgili yazınalanında yeme bozukluğunun okuldaki uyum ve akademik başarı arasındaki bağlantısına ilişkin çalışmalar yer almaktaysa da bunların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durumun, yeme bozukluğunun salt tıbbi bir rahatsızlık olarak ele alınmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Yeme bozukluklarının dikkat eksikliği, uyku bozuklukları ile birlikte seyretmesi eğitimsel süreçte, önemli sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Davranışsal bir problem olarak yeme bozukluğunun özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde görülme sıklığının yüksek olması, ilköğretim ve ortaöğretim kademesindeki gerekli önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Son yıllarda araştırmacılar ve uzmanlar anoreksiya ve bulimiyanın etiyolojisinde birçok etmenin rol oynadığını ortaya koymaktadırlar. Biyolojik ve psikolojik yatkınlık, aile durumu ve sosyal koşulların etkileşimi yeme bozukluklarındaki risk faktörleri olarak kabul edilmektedir. Ancak birey açısından hangi faktörün en önemli rolü oynadığını belirlemek tedavi açısından çok önemlidir. Bunun için eğitim uzmanlarının öğretmenler, okuldaki diğer personel, öğrenciler ve aileden alacağı bilgileri değerlendirmesi önem kazanmaktadır. Bu derleme yazıda yeme bozukluklarının doğası ele alınarak, gelişimsel süreçte, sosyokültürel, biyolojik, kişilik, duygusal, ailevi, bilişsel ve davranışsal alanların yeme bozuklukları üzerindeki etkisine değinilerek, eğitim uzmanlarının konuyla ilgili görev ve sorumlulukları tartışılmaktadır.

 

Erişim linki: 10- Yeme Bozukluğu Olan Çocuklar Ve Ergenler Etiyolojisi İle İlgili Çalışmalar, Müdahale, Değerlendirme Ve Tedavi.pdf

 

11- Yeme Bozukluğu Semptomatolojisini Yordamada Başetme Stratejilerinin ve Olumsuz Temel İnançların Rolü (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Yeme bozukluğu özellikle ergenlerde ve genç yetişkinlerde görülen, güncel literatürde sıklıkla araştırılan bir psikopatoloji türüdür. Araştırmanın amacı; başetme stratejilerinin ve olumsuz temel inançların sosyodemografik ve vücut kitle indeksinin ötesinde yeme bozukluğu semptomatolojisini yordayıp yordamadığını araştırmaktır. Araştırmaya 92 katılımcı (60kadın, 30erkek) katılmıştır. Katılımcılara Sosyodemografik Bilgi Formu, Yeme Tutum İnanç ölçeği, Başetme Stratejileri ölçeği ve v Yeme Tutum Testi (YTT – 40) verilmiştir. Sonuçlara göre; “kaçınmacı” başetme stratejisi, “kendini kabul” ve “ yeme üzerindeki kontrol” temel inançları yeme bozukluğu semptomatolojisini yordamıştır. Elde edilen bulgular ilgili literatür kapsamında tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 11- Yeme Bozukluğu Semptomatolojisini Yordamada Başetme Stratejilerinin Ve Olumsuz Temel İnançların Rolü.pdf

 

12- Yeme Bozuklukları ve Aile Yapısı: Bir Gözden Geçirme

 

Özet: Yeme bozuklukları sıklığı son 50 yılda artış göstermektedir. Tarihçesine bakıldığında, değişik şekillerdeki yeme bozukluklarının aslında uzun yıllar öncesinden beri var oldukları, ancak en çok bilinen yeme bozuklukları olan Anoreksiya Nervoza ve Bulimia Nervozanın resmi sınıflandırma sistemlerine daha yakın tarihlerde girmiş oldukları görülmektedir. Çok sayıda bedensel belirtinin ortaya çıkmasına neden olabilen, iyileşme ve sağaltımı güç, depreşme riski yüksek, psikiyatrik bozukluklar arasında ölüm oranı yüksek yeme bozukluklarının etiyolojisinde biyolojik açıdan genetik yük ve başta hipotalamik nöromediatör faktörlerin etkisi öne sürülmektedir. Psikolojik etkenler arasında ise, aile yapısı, hasta ile ailesi arasındaki ilişkiler üzerine durulmakta ve bireyin anne-babası ile kurduğu ilişki biçiminin yeme bozuklukları üzerinde etkili olduğu bildirilmektedir. Yeme bozukluğu olan hastaların ailelerinin daha az empatik, daha az destekleyici ve daha yüksek başarı beklentisi içinde oldukları belirtilmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu olan hastaların ailelerinde aile içi sorunlar ve tartışmalara, depresyon, anksiyete, alkolizm ve herhangi bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır. Bu çalışmada yeme bozukluğu ile aile yapısı arasındaki ilişki literatür bulguları ile gözden geçirilmiştir.

 

Erişim linki: 12- Yeme Bozuklukları ve Aile Yapısı: Bir Gözden Geçirme.pdf

 

13- Yeme Bozuklukları Ve Psikoz

 

Özet: Yeme bozukluklarında psikoz komorbiditesi anksiyete ve duygudurum bozukluklarından çok daha az incelenmiştir ve bu konudaki bulgular büyük oranda olgu serileri ile sınırlıdır. Bununla birlikte yeme bozuklukları olan hastalarda yapılan çalışmalar, genel popülasyonda şizofreni görülme oranı %0.8-1.2 iken, yeme bozukluğu olan hastalarda şizofreni gelişme riskinin %3-10 arasında olduğu ve şizofreni ve diğer psikotik bozuklukların bulimiya nervozadan kısıtlayıcı tip anoreksiyada üç kat, tıkınırcasına yeme-çıkarma tipi anoreksiyada iki kat daha fazla görüldüğünü bildirmiştir. Hastaların bir kısmında açık bir şekilde sanrı ve varsanılarla olan psikoz varlığının yanı sıra, daha büyük bir hasta grubunda gözlenen hastalığın açık ve yoğun bir şekilde yadsınması, ilişkilerden geri çekilme, affektif küntlük, düşünce rijiditesi ve obsesyonalizm, paranoid düşünceler, bozulmuş beden algısının subsanrısaldan sanrısala kadar değişen niteliklerde olabilmesi diğer yeme bozukluklarına göre anoreksiya nervozayı psikoza daha fazla yaklaştırmakta ve tedavisindeki asıl zorlukları oluşturmaktadır.

 

Erişim linki: 13- Yeme Bozuklukları Ve Psikoz.pdf

 

14- Yeme Bozuklukları Ve Tedavisi

 

Özet: Yeme bozuklukları yüzyılı aşkın bir süredir tanınmasına karşın, özellikle 80’li yıllardan bu yana daha çok tartışılan ve araştırılan bir psikiyatrik hastalık grubudur. Anoreksiya nervoza ve bulimiya nervoza yeme bozuklukları grubunda yer alan başlıca iki ruhsal hastalıktır. Her ikisinin de tedavileri tartışmalıdır ve tedavide birçok psikoterapi yönteminin bir arada uygulanması önerilmektedir. Bu yazıda, yeme bozukluklarının ilaçla tedavisi tartışılmakta ve bu konuda gerçekleştirilen çalışmalar gözden geçirilmektedir. Sonuçta, genel olarak yeme bozukluklarında ilaç tedavisinin yerinin sınırlı olduğu, bulimiya nervozada ise sonuçların daha yüz güldürücü bulunduğu belirtilmektedir.

 

Erişim linki: 14- Yeme Bozuklukları Ve Tedavisi.pdf

 

15- Yeme Bozukluklarında Tedavi Motivasyonu ve Yordayıcıları

 

Özet: Yeme Bozuklukları (YB) gittikçe yaygınlaşan ve tedavi edilmediğinde kronikleşen, çok bileşenli sağlık sorunlarıdır. Vakaların tedaviye başvuru oranlarının düşük,tedaviyi bırakma oranlarının ise yüksek oluşu, son zamanlarda tedavi motivasyonu ile ilgili çalışmalara dikkat çekmekte, tedaviyi planlarken vakaların tedavi motivasyonu ve ilgili faktörlerin değerlendirilmesi tedavi etkinliğini arttırmaktadır. Ancak ülkemizde bu alanda yürütülen araştırmalara rastlanmamaktadır.

Bu çalışmanın amacı YB vakalarında tedavi motivasyonu ve tedavi motivasyonunun yordayıcıları olarak literatürde belirtilen yeme bozukluğu semptom düzeyi, beden imgesi ve depresyon arasındaki ilişkileri incelemektir. Araştırma; 75 YB vakası kadın katılımcı ile; SCID-I, Yeme Bozukluğunu Değerlendirme Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Kadınlar için Fotoğraflı Figür Derecelendirme Ölçeği, Anoreksiya Nervoza Değişim Evreleri Ölçeği ve Bulimiya Nervoza Değişim Evreleri Ölçeği kullanılarak yürütülmüştür.

Sonuçlar literatürdeki bilgilerle tutarlı olarak YB vakalarının semptom düzeyi, depresyon düzeyi ve beden memnuniyetsizliği düzeylerindeki artışın tedavi motivasyonundaki düşüşle ilişkili olduğunu, tedavi motivasyonunun en güçlü yordayıcısının ise yeme bozukluğu semptom düzeyi olduğunu göstermiştir. Bu bulgular yeme bozukluğunun sağaltımına yönelik çalışmalarda vakanın içerisinde bulunduğu motivasyonel düzeye göre tedavi planlanması gerektiğini ve tedavi sürecinde vakaların depresyon ve beden memnuniyetsizliği düzeylerinin de değerlendirilmesini düşündürmesi açısından önem taşımaktadır.

 

Erişim linki: 15- Yeme Bozukluklarında Tedavi Motivasyonu ve Yordayıcıları.pdf

 

16- Bulimiya Nervozada Psikososyokültürel Etmenler

 

Özet: Bulimiya nervoza tıkınırcasına yeme, bu şekilde yemeyi kontrol edememe, kilo almamaya yönelik diyet yapma, kusma, bağırsak yumuşatıcı, idrar söktürücü ilaç kullanma ve bedenin biçimi ve ağırlığı ile zihinsel aşırı uğraşı ile karakterize yeme bozukluğu alt tipidir. Bu yazıda bulimiya nervoza oluşumunda psikoanalitik yaklaşımlar, ego psikolojisi, nesne ilişkileri, kendilik psikolojisi, sosyokültürel etmenler, Stice’un yaklaşımı, feminist ve feminist psikodinamik bakış açıları, ailenin rolü, davranışçı ve bilişsel davranışçı yaklaşımlar gözden geçirilmiştir.

 

Erişim linki: 16- Bulimiya Nervozada Psikososyokültürel Etmenler.pdf

 

17- Yeme Bozuklukları ve Duygusal İstismar: Olgu Sunumu

 

Özet: Yeme bozuklukları, yeme davranışlarında birçok sorunla seyreden, oluşumunda biyolojik, psikolojik, sosyal etkenlerin önemli olduğu psikiyatrik bozukluklardır. Kişilik özellikleri ve travmatik yaşantıların yeme bozukluklarının gelişiminde önemli rolü vardır. Psikiyatrik ek tanı ve travma öyküsü yeme bozukluğu hastalarında sık rastlanabilir, prognoz ve tedavi sürecini etkileyebilir. Travma öyküsüne bulimik hastalarda, bulimik olmayan hastalara göre daha sık rastlanmaktadır. Travma ile ilgili yapılan ilk çalışmalar cinsel kötüye kullanım üzerine yoğunlaşmış olsa da, daha sonraki çalışmalarda yeme bozukluklarında travma spektrumunun cinsel kötüye kullanımdan fiziksel ya da duygusal kötüye kullanım, ihmal ve ilgisizliğe kadar uzandığı anlaşılmıştır. Bu olgu sunumunda, gelişiminde psikolojik etmenler ve travmatik yaşantılarının önemli olduğu anoreksiya nervoza (tıkınan, çıkaran tip) tanısı alan genç kadın hasta aktarılacaktır.

 

Erişim linki: 17- Yeme Bozuklukları ve Duygusal İstismar: Olgu Sunumu.pdf

 

18- Eating Disorders In The Time Of COVID-19

 

Özet: We have all been stunned by the speed of this viral pandemic. At the time of writing, one fifth of the world is under lockdown. The main foci have been on the public health effort to contain the spread of the virus, and the care of individuals with acute infection. We, in eating disorders, must have a broader brief. Not only must we help care for those sufferers who contract COVID-19, we must also address the impact –psychological, financial and social – on those that do not. The peculiarities of COVID-19 and the reaction of the public and governments to it, have particular relevance for people living with an eating disorder and those who care for them.

 

Erişim linki: 18- Eating Disorders In The Time Of COVID-19.pdf

 

19-  Eating Habits and Eating Disorders During Pregnancy

 

Özet: A general population sample of 100 primigravid women was studied prospectively to describe the changes in eating that occur in pregnancy with particular reference to cravings and aversions and the behavior and attitudes characteristic of clinical eating disorders. Assessment was by standardized interview. Dietary cravings and aversions were found to be common and largely confined to early pregnancy. Eating disorder features decreased in severity early in pregnancy but increased later on. Dietary cravings rarely resulted in episodes of overeating like those seen in patients with eating disorders. In this study of a general population sample, no evidence was found of a relationship between pregnancy outcome and the severity of eating disorder features prior to pregnancy.

 

Erişim linki: 19- Eating Habits and Eating Disorders During Pregnancy.pdf

 

20-  Eating Disorders In College Men

 

Özet: This study was designed to assess the characteristics of men with eating disorders in the community. Method: The authors recruited 25 men meeting DSM-IV criteria for eating disorders and 25 comparison men through advertisements in college newspapers. A second comparison group comprised 33 women with bulimia nervosa who were recruited and interviewed with virtually identical methods. Results: The men with eating disorders closely resem- bled the women with eating disorders but differed sharply from the comparison men in phenomenology of illness, rates of comorbid psychiatric disorders, and dissatisfaction with body image. Homosexuality did not appear to be a common feature of men with eating disorders in the community. Childhood physical and sexual abuse appeared slightly more common among the eating-disordered men than among the comparison men. Conclusions: Eating disorders, although less common in men than in women, appear to display strikingly similar features in affected individuals of the two genders.

 

Erişim linki: 20- Eating Disorders In College Men.pdf

 

21-  Causes of Eating Disorders

 

Özet: Anorexia nervosa and bulimia nervosa have emerged as the predominant eating disorders. We review the recent research evidence pertaining to the development of these disorders, including sociocultural factors (e.g., media and peer influences), family factors (e.g., enmeshment and criticism), negative affect, low self-esteem, and body dissatisfaction. Also reviewed are cognitive and biological aspects of eating disorders. Some contributory factors appear to be necessary for the appearance of eating disorders, but none is sufficient. Eating disorders may represent a way of coping with problems of identity and personal control.

 

Erişim linki: 21- Causes of Eating Disorders.pdf

 

  • Bellek

 

1- Beyin, Bellek ve Öğrenme

 

Özet: Öğrenme sonucunda beyinde meydana gelen fizyolojik değişimlerin anlaşılması, uzun yıllardır cevabı aranmakta olan “insan (beyni) nasıl öğrenir?” sorusunun cevaplanması noktasında önemli bir kilometre taşı niteliğindedir. Bu çalışmada öğrenmenin biyolojik temelleri ile ilgili olarak edinilmiş kanıtların, öğrenme kavramının açıklanması ve etkili öğrenmenin sağlanmasına katkıları ve buradan yola çıkarak da bellek destekleyicilerin daha iyi anlaşılması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede çalışmada öncelikle sinir hücrelerinin genel yapısı, akson, dentrit ve sinir ağları, sinir ağlarında bilginin nasıl iletildiği,sinir impulsu, dokuda oluşan sinir elektriği gibi kavramlar açıklanmıştır. Daha sonra beynin temel yapısı, beynin bölümleri, bu bölümlerin temel işlevleri ve bellek irdelenmiştir. Bunlara bağlı olarak etkili öğrenmeye ve hatırlamaya katkı sağlayacağı düşünülen bellek destekleyiciler açıklanmaya çalışılmıştır.

 

Erişim linki: 1- Beyin, Bellek ve Öğrenme.pdf

 

2- Ayrıntılama Kuramına Dayalı Bir Öğretimde Bellek Destekleyicilerin Öğrencilerin Başarılarına Ve Öğrenmenin Kalıcılığına Etkisi

 

Özet: Bu araştırmanın amacı; öğretimi ayrıntılama kuramı uyarınca ve kuramın önerdiği bilişsel strateji uyaranları kısmında bellek destekleyicilere yer verilerek oluşturulan tasarımın, başarıya ve kalıcılığa etkisini araştırmaktır. Araştırmanın örneklemini, 2006–2007 yarıyılında Ahi Evran Ün. Eğitim Fak. Sosyal Bilgiler Öğretmenliği ikinci sınıf, birinci yarıyıl programında bulunan “Türk Dili I: Ses ve Şekil Bilgisi” dersini alan iki şubedeki 54 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmada öntest-sontest-izleme testi kontrol gruplu desen kullanılmıştır. Gruplara uygulama öncesinde öntest, uygulama sonunda sontest, bitiminden üç hafta sonra da kalıcılık testi uygulanmıştır. Öntest ve kalıcılık testi için aynı test kullanılmış, sontest olarak ise denk farklı bir test kullanılmıştır. Yapılan analizler sonucunda deneysel yöntemin, bilgi ve kavrama düzeylerinde başarıya ve bilgi düzeyindeki kalıcılığa, geleneksel öğretim yaklaşımına göre daha çok katkı sağladığı bulunmuştur.

 

Erişim linki: 2- Ayrıntılama Kuramına Dayalı Bir Öğretimde Bellek Destekleyicilerin Öğrencilerin Başarılarına Ve Öğrenmenin Kalıcılığına Etkisi.pdf

 

3- Fen Ve Teknoloji Öğretiminde Bellek Destekleyici Stratejilerin Öğrencilerin Başarılarına ve Kavram Öğrenmelerine Etkisi (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Fen ve teknoloji dersi her zaman yeniliğe açıktır ve bilimsel veriler ışığında değişebilecek bir derstir. Değişim çok boyutlu olduğundan seçilmesi gereken öğretme ve öğrenme stratejilerinin de farklılaşması gerekir. Günümüzdeki eğitim engellerinin başında unutma ve bilgiyi anlamlandıramama sorunu geldiği için tercih edilmesi gereken tekniklerden birisi de bellek destekleyici stratejilerdir. Araştırmada; Kuvvet ve Hareket ünitesinin bellek destekleyici stratejiler ile öğretilmesinin akademik başarıya ve kavram öğrenmeye etkisi incelenmiştir. Araştırma 2011-2012 Eğitim Öğretim yılında İstanbul ili Ümraniye İlçesindeki bir ilköğretim okulunda gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini 7. sınıflarda öğrenim görmekte olan 60 öğrenci oluşturmaktadır. Kuvvet ve Hareket ünitesi her iki grupta da yapılandırmacılık temele alınarak anlatım, soru cevap gibi teknikler kullanılmış, deney grubundaki öğretim bellek destekleyici stratejiler ile desteklenmiştir. Araştırma nicel bir çalışma olup, deneysel bir model kullanılmıştır. Veri toplama amacıyla, araştırmacı tarafından hazırlanan başarı testi ve kavram testi hem ön hem de son test olarak uygulanmıştır. Verilerin analizinde kovaryans analizi (ANCOVA) ve içerik analizi yapılmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlarda; “Kuvvet ve Hareket” ünitesinin bellek destekleyici stratejiler ile desteklenmiş mevcut fen öğretimi ile öğretilmesinin öğrenci başarısını ve kavram öğrenmeyi olumlu yönde etkilediği tespit edilmiştir.

 

Erişim linki: 3- Fen Ve Teknoloji Öğretiminde Bellek Destekleyici Stratejilerin Öğrencilerin Başarılarına ve Kavram Öğrenmelerine Etkisi.pdf

 

4- Fen Bilimleri Dersinde Kullanılan Bellek Destekleyici Stratejilerin Akademik Başarı ve Kalıcılığa Etkisi

 

Özet: Bu çalışmanın amacı, 6. sınıf fen bilimleri dersi “Vücudumuzdaki Sistemler” ünitesinin bellek destekleyici stratejilerle öğretiminin akademik başarı ve kalıcılığa etkisinin araştırılmasıdır. Nicel araştırma deseni olarak yarı deneysel desen kullanılmıştır. Araştırma, 2018-2019 öğretim yılı güz döneminde Kütahya ili merkezindeki bir ortaokulun dört ayrı sınıfında öğrenim görmekte olan 93 (47 kontrol, 46 deney) altıncı sınıf öğrencilerinin katılımı ile altı hafta süreyle yürütülmüştür. Konular, kontrol grubunda öğretim programında yer alan etkinliklerle işlenirken, deney grubunda bellek destekleyici stratejilere uygun etkinliklerle işlenmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından geliştirilen “Vücudumuzdaki Sistemler” ünitesine ait çoktan seçmeli 25 sorudan oluşan bir başarı testi kullanılmıştır. Başarı testi kontrol ve deney gruplarına ön test, son test ve kalıcılık testi olmak üzere üç kez uygulanmıştır. Başarı testinden elde edilen veriler betimsel analizler yapılarak t-testleri ile analiz edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, deney grubunda yer alan öğrencilerin bellek destekleyici stratejilere yönelik etkinlikler sonrasında başarılarında anlamlı bir artış olduğu belirlenmiştir. Yapılan analizler sonucunda bellek-destekleyici stratejilerin hem akademik başarı hem de öğrenilenlerin kalıcılığı yönünden daha etkili olduğu bulunmuştur. Çalışmanın sonunda elde edilen bulgular, literatürdeki benzer çalışmaların sonuçları ile karşılaştırılarak tartışılmış ve gerekli öneriler sunulmuştur.

 

Erişim linki: 4- Fen Bilimleri Dersinde Kullanılan Bellek Destekleyici Stratejilerin Akademik Başarı ve Kalıcılığa Etkisi.pdf

 

5- Bellek Destekli Strateji Yöntemiyle Hazırlanmış Dijital Öykünün Yabancı Dil Dersi Tutumuna Etkisi

 

Özet: Bu araştırmanın amacı, bellek destekleyici stratejilerden anahtar sözcük yönteminin kullanılmasıyla hazırlanan dijital öykünün ASSURE öğretim tasarım modeline göre uygulanarak ortaokul 5. sınıf öğrencilerinin yabancı dil dersi tutumuna etkisinin incelenmesidir. Bu araştırma, nicel ve nitel araştırma yöntemlerinin bir arada kullanıldığı karma bir araştırma yöntemi ile yürütülmüştür. Bu yöntemle belirlenen çalışma grubu, 2018-2019 yılında Konya il merkezinde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini yürüten bir ortaokulda, 5. sınıfta öğrenim gören 50 öğrenciden oluşmaktadır. Araştırma sürecinde deney grubunda dersler dijital öyküleme etkinlikleriyle gerçekleştirilirken kontrol grubunda ise sadece 5. sınıf mevcut ders programı uygulanmıştır. Nicel verilerin toplanmasında İngilizce dersine yönelik tutum ölçeği kullanılmıştır. Nitel verilerin analizinde ise uzman görüşü alınarak geçerliği güvenirliği sağlanmış yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Nicel verilerin analizinde t testi, nitel verilerin analizinde ise betimsel analiz tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda nicel verilerden elden edilen bulgulara göre deney grubu lehine istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu görülmüştür. Nitel verilerden elde edilen bulgulara göre ise, anahtar sözcük yöntemi ile hazırlanmış dijital öykülemenin katılımcıların duyuşsal bilişsel ve davranışsal boyutta İngilizce dersine karşı tutumlarını olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Nitel verilerden elde edilen bulgular da nicel bulguları destekler niteliktedir. Bu bağlamda bellek destekli strateji yöntem ile hazırlanmış dijital öyküler yabancı dile karşı olumlu tutum oluşturulmasında ve dil becerilerinin geliştirilmesinde kullanılabilir.

 

Erişim linki: 5- Bellek Destekli Strateji Yöntemiyle Hazırlanmış Dijital Öykünün Yabancı Dil Dersi Tutumuna Etkisi.pdf

 

6- Fransızca Öğrenirken Tekerlemeler Ve Saymacalar

 

Özet: Yabancı dil öğretiminde geliştirilmesi hedeflenen dört temel yetenekten biri de konuşma becerisidir. Dilin belli kurallarının yerleşmesinden sonra bu kuralların belirli bir düzen ve dizge içinde kullanılması dilin kullanıcısı tarafından yeterli edim aşamasına ulaştığının göstergesidir. Her ne kadar bu süreç belki de insanın yaşamı boyunca devam etse bile genel hatları itibarıyla bakıldığında birkaç yıllık bir süre içerisinde gerçekleşecektir. Konuşma becerisinin gelişmesi, edinilen veya öğrenilen dilin sürekli kullanımının pekiştirilmesiyle olasıdır. Anadilinin seslerinin özelliğine göre gelişen ses üretim organları öğrenilen dilin ses özelliklerine uyum sağlamada bir takım zorluklar yaşayabilmektedir. Bu zorlukları yenmek için ve öğrenmeyi eğlenceli bir şekle getirmek için hemen hemen her kültürde yer alan tekerlemeler ve çocuk dilinde bulunan saymacalar önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada hazırlık sınıfları konuşma becerisi dersinde Fransızca’da sıkça kullanılan seslerin, Türkçe de yer almayan ama Fransızca’da bulunan bazı seslilerin söyleyişini (telaffuz) geliştirmek, öğrencilere akıcı bir dil kullanımı sağlamak amacıyla sınıf ortamında tekerlemelerin ve saymacaların (oyun tekerlemelerinin) kullanımı üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. Önceden saptanan tekerlemeler öğrencilere verilerek çalışmaları istenmiş ve sınıf ortamında bunların ezberden tekrar edilmesi istenmiştir. Hızlı ve hatasız bir söyleyiş gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu tarz etkinliklerin dili öğrenmede hem uyarıcı hem de kolaylaştırıcı olduğu gözlenmiştir.

 

Erişim linki: 6- Fransızca Öğrenirken Tekerlemeler Ve Saymacalar.pdf

 

7- İlköğretim 5. Sınıf İngilizce Derslerinde Kullanılan Bellek Destekleyici Stratejilerin Erişiye, Tutuma, Kelime Bilgisine ve Kalıcılığa Etkisi (Doktora Tezi)

 

Özet: Bu çalışmanın amacı; İlköğretim 5.sınıf İngilizce derslerinde kullanılan bellek destekleyici stratejilerin erişiye, tutuma, kelime bilgisine ve kalıcılığa etkisini belirlemektir. Araştırma, ön test- son test kontrol gruplu deneme modelinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen İngilizce dersi erişi testi, İngilizce dersine yönelik tutum ölçeği, İngilizce dersi kelime testi ve yine İngilizce dersi kelime kalıcılık testi kullanılmıştır. Ayrıca deney grubunda bellek destekleyici strateji kullanımına yönelik öğrencilerin düşüncelerini nitel boyutta belirlemek için öğrencilere her ders sonunda tutturulan yansıtıcı günlük, veri toplama aracı olarak kullanılmıştır.

 

Erişim linki: 7- İlköğretim 5. Sınıf İngilizce Derslerinde Kullanılan Bellek Destekleyici Stratejilerin Erişiye, Tutuma, Kelime Bilgisine ve Kalıcılığa Etkisi.pdf

 

8- Bellek Eğitimi Programının Altı Yaşındaki Çocukların Bellek Gelişimine Etkisinin İncelenmesi

 

Özet: Okul öncesi eğitim kurumuna devam eden, altı yaşında 52 çocuğun (26 kız, 26 erkek) örneklem olarak alındığı bu çalışmada, uygulanan bellek eğitimi programının çocukların bellek gelişimleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çalışmada, Morris Cohen (1997) tarafından geliştirilen Çocuklarda Bellek Süreçlerini Değerlendirme Ölçeği (CMS) kullanılmıştır. Deney grubuna (n=26) on iki hafta süreyle haftada iki gün sözel ve görsel kısa süreli ve uzun süreli bellek gelişimini destekleyici eğitim programı uygulanmıştır. Verilerin analizinde Mann Whitney U Testi ve Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi kullanılmıştır. Sonuç olarak, uygulanan bellek eğitimi programının çocukların sözel ve görsel kısa süreli ve uzun süreli olmak üzere genel bellek indeksi, ertelenmiş tanıma ve öğrenme indeksi puanlarında anlamlı ölçüde artış olduğu (p<.001) bulunmuştur.

 

Erişim linki: 8- Bellek Eğitimi Programının Altı Yaşındaki Çocukların Bellek Gelişimine Etkisinin İncelenmesi.pdf

 

9- Altı Yaşında Bellek Eğitimi Verilen Çocukların İki Yıl Sonraki Bellek Gelişimlerinin İzlenmesi

 

Özet: Bu çalışmada; okul öncesi eğitim kurumuna devam eden, altı yaşındaki çocuklara uygulanan bellek eğitim programının, uygulamadan iki yıl sonra çocukların bellek gelişimine katkısı incelenmiştir. Çalışma grubu, 20 deney 20 kontrol olmak üzere 40 çocuktan oluşmuştur. Ölçme aracı olarak, Cohen (1997) tarafından geliştirilen Çocuklarda Bellek Süreçlerini Değerlendirme Ölçeği (Children’s Memory Scale) kullanılmıştır. Çocukların altı ve sekiz yaşında öğrenme, ertelenmiş tanıma, görsel ve sözel kısa süreli ve uzun süreli bellek, genel bellek indeks puanları karşılaştırılmıştır. Verilerin analizinde, Mann Whitney-U Testi ve Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi kullanılmıştır. Sonuç olarak; deney grubu ertelenmiş tanıma, görsel ve sözel kısa süreli ve uzun süreli bellek, genel bellek indeksleri izleme testi puanlarının, kontrol grubunun aynı puanından yüksek olduğu saptanmıştır.

 

Erişim linki: 9- Altı Yaşında Bellek Eğitimi Verilen Çocukların İki Yıl Sonraki Bellek Gelişimlerinin İncelenmesi.pdf

 

10- Analysis of the Relation Between Phonological Memory and Long Term Memory on Foreign Language Vocabulary Acquisition

 

Özet: Learning is not only an innate skill that comes naturally. It is also an acquired ability which is influenced culturally by environment. Language learning is one of the most impressive compositions for personal human development and socialization. The influential aspect of language learning theories is cognitive learning theory that underlines humans’ language learning. Vocabulary acquisition is the sub- field of cognitive linguistics that has been the major concept for researchers. Vocabulary acquisition has been studied with phonological memory which plays an important role in L1 and L2 learning. The present study analyzed supplemented vocabulary acquisition with 149 students, who have been learning two languages, apart from their first language. The researchers attempt to find out effect of the phonological memory and long term memory on the learning of second language vocabulary acquisition. This study with one hundred forty nine (99-Bosnian, 24-English and 26-Turkish) adolescent investigated the effects of phonological memory and long term memory on L2 vocabulary acquisition at the International School of Sarajevo. This paper analyzed the effects of the phonological memory and long term memory underlying foreign vocabulary acquisition in adolescents by testing the influence of supplemented vocabulary knowledge.

 

Erişim linki: 10- Analysis of the Relation Between Phonological Memory and Long Term Memory on Foreign Language Vocabulary Acquisition.pdf

 

11- Bellek Destekleyicilerin Almanca Öğretiminde Kullanımı

 

Özet: Bu çalışmada bilginin dikkat yolu ile algılanmasından sonraki süreçte zihinsel olarak nasıl işlendiği, hangi aşamalardan geçirilerek nerede depolandığı, unutmanın hangi sebeplerle gerçekleştiği konularına değinilmiş, yabancı dildeki kelimelerin etkili şekilde kodlanıp uzun süre hatırlanmasını sağlayan bazı bellek destekleyiciler sınıf içinde kullanılabilecek örnek uygulamalarla anlatılmıştır. Bu çalışmanın amacı yabancı dil öğrenimi sürecinde kelime öğrenimi ve öğretiminde kullanılan bellek destekleyicilerin belirlenmesi ve yabancı dilde kelime öğrenme ve uzun süreli hatırlama ile ilgili sorunlara bellek destekleyicilerin kullanımı ile çözüm önerileri sunmaktır. Yabancı dil öğreniminde birçok öğrencinin yaşadığı temel sorun, öğrenilen kelimelerin unutulması yani ilgili kelimenin kalıcılık süresinin kısa olmasıdır. Basit tekrar yolu ile öğrenilen bilgilerin kalıcılığı kısa olmaktadır. Bu sorunun çözümünde bazı bellek destekleyiciler kullanılmaktadır. Araştırmalar, bellek destekleyicilerin gerek ses gerekse görsel sembollerle anlam ilişkisi kurmasının kelimelerin kalıcılığını artırdığını göstermektedir. Zincirleme (Kettenmethode) ve Yerleşim (Loci) Yönteminde daha çok görsel sembollerle kodlama yapılırken, Askı Kelime Yönteminde (PEG Methode- Das Zahl-Reim-System) kelimeler hem görsel hem de fonetik unsurlarla birlikte kodlanmaktadır. Yeni kelime öğretiminde en çok kullanılan yöntem, hedef dildeki ve anadildeki kelimelerin ses benzerliğinin kullanıldığı anahtar kelime (Die Schlüsselwortmethode) yöntemidir. Bu yöntemde görsel semboller aktif olarak kullanılmaktadır. Genel anlamda bu tekniklerin bilginin kodlanmasında, istenilen bilgilerin geri getirilmesinde ve öğrenilen bilgilerin beyindeki kalıcılık oranlarına basit tekrarla ezber yöntemlerine nazaran anlamlı düzeyde katkı sağladığı görülmektedir. Bu öğrenme yolları ile yabancı dildeki kelimelerin bilinen kelimeye bağlanarak anlamlandırılması, görsel ve sözel semboller ile işlenerek yeniden yapılandırılması, yeni kelimenin uzun süreli hatırlanmasını sağlamaktadır. Bu nedenle yabancı dil öğreniminin bellek destekleyicilerle desteklenmesinin, kelimelerin unutulma oranını düşüreceği düşünülmektedir.

 

Erişim linki: 11- Bellek Destekleyicilerin Almanca Öğretiminde Kullanımı.pdf

 

12- Beyin ve Öğrenme

 

Özet: Öğrenmenin meydana geldiği organ olması nedeniyle beyin, beynin yapısı ve işleyişi her zaman eğitimcilerin ilgi odağı olmuştur. Beyin görüntüleme teknolojilerinin hızlı gelişimi tıp dünyasına ve dolayısıyla eğitimcilere önemli ipuçları sunmaktadır. Elde edilen bu bilgilerin beynin çalışmasını ne oranda yansıttığı yada bunların eğitimcilerin ne işine yarayacağı konusunda henüz çok sayıda bilinmeyen olmasına karşın bu verileri tamamıyla göz ardı etmemiz de mümkün değildir. Nörobilim alanında beynin işleyişine dair elde edilen veriler, öğrenmenin nasıl meydana geldiğini açıklamaya yönelik daha önce ileri sürülen yaklaşımlara yeni açılımlar kazandırmaktadır. Nörofizyolojik kuram olarak betimleyebileceğimiz yeni kuram sayesinde öğrenme, diğer kuramlardan farklı olarak biyokimyasal bir olay şeklinde açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşımın daha iyi analiz edilmesi için beynin işleyişinin temel düzeyde öğrenilmesi, beynin yapı ve işleyişini açıklamayı amaçlayan fikir ve modellerin bilinmesi ve öğrenmeye etki eden temel etmenlerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Bu makalede ana hatları ile belirtilen bu noktalara ışık tutulmaya çalışılmış, nörobilim alanındaki verilerin eğitime nasıl adapte edilebileceğine, bireylerin öğrenmesinin en üst düzeye çıkarılabilmesi için bu bilgilerden nasıl yararlanılması gerektiğine dair soru işaretlerinin bireylerin zihinlerinde oluşturulması amaçlanmıştır. Literatür taraması yoluyla elde edilen veriler teorik boyutta okuyuculara sunulmaktadır.

 

Erişim linki: 12- Beyin ve Öğrenme.pdf

 

13- Çocuklarda Akıcı Zekanın (Gf) Bilgi İşleme Hızı, Kısa Süreli Bellek ve Çalışma Belleği Kapasitesi ile İlişkisi

 

Özet: Altmış sekiz birinci sınıf öğrencisine, değişik karmaşıklık düzeylerinde yedi bilgi işleme hızı testi, kısa süreli bellek ve çalışma belleği (ÇB) kapasitelerini ölçmek için, sırasıyla, düz ve ters sayı dizisi testleri, ve akıcı zeka (Gf) ölçeği olarak da CogATTM’nin Sözel Olmayan Bataryası (Nonverbal Battery) uygulanmıştır. Hız testlerinden alınan puanlardan dört hız değişkeni türetilmiştir: En basitten en karmaşığa doğru sırasıyla, yalın tepki süresi, algısal seçmeli tepki süresi, görsel arama tepki süresi, ve kavramsal seçmeli tepki süresi (KSTS). Beklentiler doğrultusunda, (1) Gf ile dört farklı bilgi işleme hızı puanları arasındaki ilişkinin gücünün, hız ölçümünde kullanılan testlerin karmaşıklığındaki azalmaya bağlı olarak azaldığı, ve (2) tüm bağımsız değişkenlerin katkılarının birlikte değerlendirildiğinde, Gf’yi yalnızca ÇB kapasitesinin yordadığı bulunmuştur. Ancak, beklentiler ile uyumlu olarak, en karmaşık hız ölçeği olan KSTS’nin de Gf’nin yordanmasında bir katkısının olabileceği görülmüştür. Ayrıca, hızın Gf’yi ÇB kapasitesinin aracılığı ile dolaylı olarak yordadığı denencesini destekleyecek herhangi bir sonuç bulunmamıştır. Bu sonuçlar, daha önce yetişkinlerde gözlenmiş olan, bilgi işleme hızının göreceli olarak yalın testler ile ölçülmesi durumunda akıcı zekayı yordamadığı bulgusunun, çocuklar için de geçerli olduğu ve hız ile Gf arasındaki olası ilişkinin, hızın ölçümünde etkili olan karıştırıcı değişkenlerin (confounding variables), en belirgin olarak da kontrol edilebilen dikkat’in (ÇB kapasitesi), sonucu olduğu görüşünü desteklemektedir.

 

Erişim linki: 13- Çocuklarda Akıcı Zekanın (Gf) Bilgi İşleme Hızı, Kısa Süreli Bellek Ve Çalışma Belleği Kapasitesi İle İlişkisi.pdf

 

14- Çocuklardaki Kısa Süreli Anlık Bellek İşlevinin Değerlendirilmesi

 

Özet: Kısa süreli bellek, kodlanan bilgilerin geçici olarak depolandığı yer olmakla birlikte bu bilgiler sonraki aşamada çalışma belleğine kayıt edilir. Zihinsel olarak tekrar edilen bilgiler bellekte uzun süre kalmaktadır. Okuma becerisi ile kısa süreli bellek ilişkisini ele alan çalışmalar, daha çok çalışma ve kısa süreli bellek süreçleri ile okuduğunu anlama arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalardır. Bu çalışmada, kısa süreli belleğe gelen bilgiler ile bu belleğin çalışmasını etkileyen değişkenler arasında ilişki regresyon modeli ile araştırılmıştır. Araştırmanın amacı, çocuklarda kısa süreli belleği etkileyeceği düşünülen yaş, IQ (zeka derecesi) ve okuma becerisi arasındaki ilişkiyi regresyon analizi yardımıyla kurmaktır. Regresyon Analizi varsayımlarından bir tanesi hata terimlerinin dağılımının sabit varyansa sahip normal dağılım olmasıdır. Bu çalışmada hata terimleri dağılımının normal dağılım göstermediği durumlarda etkin sonuçlar veren sağlam regresyon teknikleri tanıtılmış ve uygulanmıştır. Ayrıca her bir teknik için bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkeni açıklama oranları verilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, yaş, IQ ve okuma becerisindeki artış, kısa süreli bellek üzerinde artışa neden olmaktadır. Sağlam regresyon teknikleri uygulandıktan sonra yaş, IQ ve okuma becerisi değişkenlerinin kısa süreli anlık bellek değişkenini açıklama yüzdesi en yüksek değerini Winsorized En Küçük Kareler Tekniği (WLS) vermiştir.

 

Erişim linki: 14- Çocuklardaki Kısa Süreli Anlık Bellek İşlevinin Değerlendirilmesi.pdf

 

15- Değişim Körlüğü ve Uzun Süreli Bellek Arasındaki İlişki

 

Özet: Değişim saptama, fiziksel çevrede gerçekleşen görsel bir değişimi fark edebilmek anlamına gelmektedir. Genellikle bireyler sahnede gerçekleşen bir değişimi algılamakta zorlanmaktadır ve değişim saptamadaki bu güçlük değişim körlüğü olarak adlandırılmıştır. Bu yazıda değişim saptama ve değişim körlüğünün uzun süreli bellek ile olan bağlantısını inceleyen araştırmalar gözden geçirilerek, bu araştırmalara ilişkin bir sınıflandırma önerilmiş ve değişim saptama ile uzun süreli bellek arasındaki ilişkiye dair yeni gelişmeler tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 15- Değişim Körlüğü ve Uzun Süreli Bellek Arasındaki İlişki.pdf

 

16- Duygu ve Otobiyografik Bellek

 

Özet: Benlik ve zihin, insanın anlamlı geçmiş yaşantılarının birikimli etkisi ile oluşur. Bu tanım örtük ya da açık olarak pek çok kişilik kuramının temel kabulüdür. Böyle bir kabul hangi yönelimden olursa olsun kişilik kuramlarını kaçınılmaz olarak iki temel kavram üzerinde buluşturur. Bunlardan ilki yaşantılara anlam veren duygular, ikincisi ise bu yaşantıların birikimli şekilde saklanmasıyla ilgili olarak bellektir. Yaşantıların saklandığı ve geri getirildiği bellek yapısı otobiyografik bellektir. Kişilik oluşumunun yanı sıra duygular ve otobiyografik bellek, pek çok bozukluğun ortaya çıkması ve sürdürülmesinde de işlev görmektedirler. Dolayısıyla bu iki kavramın insanı açıklamada hem uzunlamasına hem de kesitsel işlevleri olduğu söylenebilir. Bozukluklar söz konusu olduğunda duygular ile otobiyografik belleğin gelişimsel olarak nasıl şekillendiğini anlamak, bize bozukluğun yatkınlaştırıcı içsel faktörlerini anlamada yardımcı olacaktır. Bu iki yapının akut bir olayda nasıl çalıştığını ve birbirini nasıl etkilediğini anlamak ise bozuklukların ortaya çıkarıcı mekanizmalarını anlamakta yardımcı olacaktır. Literatüre bakıldığında duygular ile otobiyografik belleği ele alan ve klinik sonuçları olan kuramların bir bütünlük göstermediği görülmektedir. Bellek kuramlarının genellikle bilişsel ve semantik yapılara ağırlık verdiği, duyguları ihmal ettiği, duygular ile ilgili kuramların ise genellikle belleği ve örgütlenmesini ihmal ettiği gözlenmektedir. Bu iki kavrama aynı çerçeve içinde yer veren kuramların sayısı oldukça azdır. Bu yazıda duygular ve otobiyografik belleği bir arada alan kuramlardan Benlik Bellek Sistemi, Çağrışımsal Ağ Kuramı, Yapısalcı ve Bağlamsal Kuramlar, Duygu Düzenleme Kuramı ele alınmıştır. Aynı zamanda, duygular ve otobiyografik bellekle bağlantılı depresyon ve travma konulu araştırmalar taranarak değerlendirilmiştir. Bu kuramların travma sonrası stres bozukluğundaki geri dönüş anıları, disosiyasyon, amnezi, aşırı genel anı gibi, depresyondaki rahatsız edici düşünceler, rüminasyonlar, olumsuz anı hatırlama, olumlu anı hatırlayamama yanlılıkları gibi belirtilerin anlaşılıp açıklanmasında yararlı olacağı düşünülmektedir.

 

Erişim linki: 16- Duygu ve Otobiyografik Bellek.pdf

 

17- Hüzünlü Ve Neşeli Müziklerin Kısa Süreli Bellek Üzerine Etkisi

 

Özet: Araştırmada neşeli ve hüzünlü müzik dinlemenin Kalp Hızı Değişkenliği (KHD) ve kısa süreli bellek performansı üzerindeki etkisi incelenmiştir. Bu amaçla araştırmaya müzik eğitimi alan 33’ü erkek (%50,8) ve 32’si (%49,2) kadın toplam 65 üniversite öğrencisi tesadüfi yolla seçilmiştir. Katılımcıların yaş ortalaması 21.68’dir (ranj = 18-30, S = 2,48). Araştırmada bellek performanslarını belirlemek için Sayı Dizisi Öğrenme Testi ters ve düz kodlama yoluyla; otonom sinir sistemi aktivasyonu Kalp Hızı Değişkenliği (KHD) ölçümüyle değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda neşeli müzik dinleme sırasındaki kalp hızının ve LF/HF’nin hüzünlü müzik dinleme sırasındaki kalp hızı ve LF/HF değerlerinden yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca hüzünlü müzik dinleme sırasındaki HF’nin neşeli müzik dinleme sırasındaki HF’den yüksek olduğu görülmüştür. Müzik dinleme öncesindeki KHD değerlerinin ise birbirinden farklılaşmadığı belirlenmiştir. Hüzünlü müzik dinleme sırasında yüksek frekans (HF) değerlerinin artması parasempatik aktivasyonun bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Neşeli müzik dinledikten sonraki KHD değerlerinin cinsiyete göre farklılaşmadığı belirlenmiştir. Ancak hüzünlü müzik dinledikten sonraki KHD değerlerinin cinsiyete göre farklılaştığı yani erkeklerin hüzünlü müzik dinleme sonrası LF ve LF/HF skorlarının kadınlardan yüksek olduğu görülmüştür. Bu bulgu erkeklerin kadınlara göre sempatik aktivasyon derecesinin daha yüksek olduğunu, dolayısıyla hüzünlü müziklerden daha fazla etkilendiğini göstermektedir. Katılımcıların sayı dizisini düz kodlama skorlarında müzik öncesi ile müzik dinleme sonrası değerlerin birbirinden farklılaşmadığı görülmüştür. Ancak müzik dinleme öncesindeki sayı dizisini ters kodlama skorlarının hüzünlü müzik ve neşeli müzik dinledikten sonraki ters kodlama skorlarından düşük olduğu belirlenmiştir. Bulgular iki müzik türünün de bellek performansı üzerinde pozitif etkiler uyandırdığına işaret etmektedir.

 

Erişim linki: 17- Hüzünlü Ve Neşeli Müziklerin Kısa Süreli Bellek Üzerine Etkisi.pdf

 

18- İleriye Dönük Bellek Bozukluğu

 

Özet: Bellek, zamana göre kısa süreli bellek ve uzun süreli bellek olarak iki kategoriye ayrılabilir. Uzun süreli belleğimizdeki bilinçli olarak hatırlayabildiğimiz bilgiler bildirimsel bellekte yer almaktadır. Bilinçli olarak hatırlanamayan bilgiler ise bildirimsel olmayan bellekte yer alır. İleriye dönük bellek bozukluğu, bellek bozukluğuna yol açan olaydan itibaren yeni anıların olușturulamaması anlamına gelmektedir. Bu tür bellek bozukluğuna sahip olan hastalarda genellikle epizodik bellek ve semantik bellek korunmuș durumdadır. İleriye dönük bellek bozukluğu en çok kafa travması sonucu ortaya çıkmaktadır fakat serebrovasküler olaylar, Wernicke-Korsakoff Sendromu, merkezi sinir sistemi enfeksiyonları, anoksi ve çeșitli maddeler de ileriye dönük bellek bozukluğuna yol açabilmektedir. Bu durumlailișkili temel olarak iki beyin bölgesi bulunmaktadır: Medial temporal lob ve medial diensefalon. Medial temporal lob, hipokampus, amigdala, parahipokampal korteks, peririnal korteks ve entorinal korteksten olușmaktadır. Hipotalamus, talamus, mamiller cisimcikler ve çeșitli talamik nukleuslar ise medial diensefalonu olușturmaktadır. Ayrıca forniks ve nadiren serebellum hasarı da ileriye dönük bellek bozukluğu gelișiminde rol oynamaktadır. Epileptik cerrahi ameliyatı nedeniyle ileriye dönük bellek bozukluğu gelișen ünlü H.M vakasının ardından hipokampus, bellek araștırmalarının merkezine yerleșmiștir. Literatürde ölümünden sonra beyin dokuları incelenen bellek bozukluğu hastaları ile ilgili birkaç bildirim bulunmaktadır. Bu ölüm sonrası histolojik değerlendirmeler, hipokampal nöron kaybı gibi ortak bazı bulgulara ișaret etmektedir. Benzodiyazepinler genellikle kısa süreli ileriye dönük bellek bozukluğuna neden olmaktadır. Benzodiyazepin reseptörleri gama-aminobutirik asit-A (GABA-A) reseptörleri üzerinde bulunan allosterik modülasyon bölgeleridir. GABA-A reseptörleri beș alt birimden olușmaktadır ve ileriye dönük bellek bozukluğu, alfa 1 alt birimi aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. İleriye dönük bellek bozukluğunun hipokampus ve piriform kortekste uzun süreli güçlenme (long term potentiation [LTP]) olușumunun engellenmesiyle ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. İleriye dönük bellek bozukluğunun tedavisinde mevcut nöron kaybı nedeniyle genellikle farmakolojik yöntemler ișe yaramamaktadır. Tedavide bildirimsel olmayan bellekten faydalanmak için hastalar günlük rutinlerini belirlemek üzere eğitilmekte ve birkaç eğitim așamasından sonra ișlemsel belleklerinden faydalanmaya alıșmaktadırlar. Sosyal ve duygusal desteğin rolü de büyük önem tașımaktadır.

 

Erişim linki: 18- İleriye Dönük Bellek Bozukluğu.pdf

 

19- İlköğretim II. Kademe Fen Bilgisi Derslerinde Problem Çözme Becerisi İle Kısa Süreli Bellek Kapasitesi Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Bu araştırmada ilköğretim 8. sınıf öğrencilerinin Fen Bilgisi problemlerini çözme becerileri belirlenmeye çalışılmış ve problem çözme becerileri ile kısa süreli bellek kapasiteleri arasındaki ilişki incelenmiştir.

Araştırmanın örneklemini, Balıkesir merkez ilçedeki bir ilköğretim okulu 8.sınıfında 2006-2007 eğitim-öğretim yılında öğrenim gören toplam 209 öğrencisi (N KIZ :106, N ERKEK :103) oluşturmaktadır.

Araştırmada veri toplama araçları olarak İşleyen Bellek Kapasitesi, Cümle Uzamı testleri, araştırmacı tarafından hazırlanan 14 tane açık uçlu sayısal ve sözel problemlerden oluşan “Yazılı Sınav” kullanılmıştır. Verilerin analizinde, değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemede Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı, kız ve erkek öğrencilerin testlerden elde ettikleri puanlar arasındaki farkın anlamlılığını belirlemek amacıyla ilişkisiz gruplar t-testi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda, ilköğretim ikinci kademe Fen Bilgisi dersinde problem çözme becerisi ile kısa süreli bellek kapasitesi arasında anlamlı ve pozitif yönde orta dereceli bir ilişkin olduğu tespit edilmiştir. Kız ve erkek öğrenciler arasında cümle uzamı ve işleyen bellek kapasitesi test puanları, Fen Bilgisi Yazılı Sınavı sayısal ve sözel bölüm puanları bakımından fark olmadığı belirlenmiştir.

 

Erişim linki: 19- İlköğretim II. Kademe Fen Bilgisi Derslerinde Problem Çözme Becerisi İle Kısa Süreli Bellek Kapasitesi Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi.pdf

 

20- Kısa Süreli Bellek Başarısının Kan Glukoz Değeriyle İlişkisi

 

Özet: Amaç: Sunulan çalışmada açlık kan glukozu normal sınırlar içerisinde olan sağlıklı genç erişkin bireylerden oluşan katılımcı grubunda, bilişsel işlevlerin kan glukozu seviyeleri ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem: Araştırma, Şubat-Haziran 2018 tarihlerinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Nörofizyoloji Laboratuvarı’nda gerçekleştirilmiştir. Belirlenen kriterlere uygun gönüllü katılımcılar en az sekiz saatlik açlık ile davranış testlerine katılmak üzere çağırılmışlardır. Testlerin uygulanmasının öncesinde ve sonrasında her bir katılımcının kan glukoz değerleri One Touch elektronik şeker ölçüm cihazıyla ölçülmüştür. Katılımcıların, bilişsel işlevlerini ölçen davranış testlerindeki doğruluk yüzdeleri ve reaksiyon zamanı bilgileri toplanmıştır. Veriler SPSS 11.5 programında değerlendirilmiştir.

Bulgular: Katılımcıların davranış deneyleri sonrasında ölçülen kan glukoz değerleriyle ilk ölçülen kan glukoz değerleri arasındaki fark, N-Geri testinde doğru sayısıyla negatif korelasyon göstermiştir (r=-0,238, p<0,05). Kan şekeri değerleri arasındaki fark Ebbinghaus testinde elde edilen süre ile pozitif korelasyon göstermiştir (r=0,239, p=0,029). Kan şekeri değerleri arasındaki farkın Posner testiyle ilişkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Katılımcıların açlık süreleri, ailelerinde diyabet varlığı, beslenme ve spor düzenleri, testlerde stresli olup olmadığı parametreleri, kan şekeri değerleri ve başarı oranlarıyla ilişkilendirilememiştir.

Sonuç: Bilişsel testlerin ardından kan glukoz seviyeleri düşen katılımcılar kısa süreli bellek görevlerinde anlamlı şekilde daha başarılı bulunmuştur. Bu bulgular, çalışma belleği veya kısa süreli belleğin başarılı kullanımı için daha fazla glukoz tüketimi gerektiğini düşündürmektedir. Açlık kan şekeriyle biliş üzerine yapılan çalışmaların kısıtlılığı göz önüne alındığında çalışmamız özgündür ve ileri araştırmalara ışık tutabilir.

 

Erişim linki: 20- Kısa Süreli Bellek Başarısının Kan Glukoz Değeriyle İlişkisi.pdf

 

21- Farklı Kısa Süreli Bellek Uzamlarına Sahip Öğrencilerin Farklı Dikkat Tasarımına Sahip Öğrenme Ortamlarındaki Göz Hareketlerinin İncelenmesi

 

Özet: Öğrenme ortamlarında öğrencinin dikkatinin asıl bilgiye odaklanması ve dikkatinin bölünmemesi için bilgi sunumlarının konumsal ve zamansal olarak birbirleriyle entegre edilerek tasarlanması gereklidir. Tasarım durumlarının yanı sıra öğrenciler arasındaki bilişsel bireysel farklılıklar bilgi işleme süreci üzerinde etkilidir. Çalışmada bilişsel bireysel farklılık olarak ele alınan kısa süreli bellek (KSB), bilgi işleme kuramlarında önemli yeri olan duyusal reseptörler ile bilgiyi alıp uzun süreli bellekte kalıcı olmasını sağlayan geçici bellektir. Öğrenme ortamlarının tasarımlarının bilgi işleme süreci üzerindeki etkileri değerlendirilirken KSB kapasiteleri göz önünde bulundurulması gereklidir. Öğrenme ortamlarının değerlendirilmesi ve öğrencilerin bilgi işleme sürecine yönelik çıkarımlarda bulunmak için kullanılan yöntemlerden biri de göz izleme yöntemidir. Bu çalışmada farklı KSB uzamlarına sahip öğrencilerin farklı dikkat tasarımlarına yönelik oluşturulan öğrenme ortamlarındaki göz hareketlerinin bireysel farklılıklar çerçevesinde incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada yarı deneysel desenlerden rastgele atamalı eşleştirilmiş desen kullanılmıştır. Araştırmaya bir devlet üniversitesinden 26 öğrenci katılım göstermiştir. Öğrencilerin KSB düzeylerini belirlemek için Görsel İşitsel Sayı Dizileri Testi B (GİSD-B) Formu kullanılmıştır. Öğrencilerin KSB uzamları belirlendikten sonra odaklanmış dikkat tasarımına veya bölünmüş dikkat tasarımına sahip materyaller ile öğrenim görmesi için rastgele gruplara ayrılmıştır. Öğrenciler materyaller ile öğrenim görürken kullanılan göz izleme aracı ile göz hareketlerine ilişkin veriler elde edilmiştir. Araştırma sonucunda farklı KSB uzamlarına sahip öğrencilerin farklı dikkat tasarımlarına sahip öğrenme materyallerinde yapmış oldukları göz hareketleri ile bilgi işleme süreçlerine yönelik çıkarımlar yapılmış, çeşitli önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 21- Farklı Kısa Süreli Bellek Uzamlarına Sahip Öğrencilerin Farklı Dikkat Tasarımına Sahip Öğrenme Ortamlarındaki Göz Hareketlerinin İncelenmesi.pdf

 

22- Normal Gelişim Gösteren ve İşitme Kayıplı Çocuklarda Erken Müdahalenin Bilişsel Performanstaki Rolü: Çalışma Belleği ve Kısa Süreli Bellek

 

Özet: Çocuklukta geçici bellek konusunun önemli bir sorunu çalışma belleği (ÇB) ve kısa süreli bellek (KSB) süreçlerini etkileyen faktörlerin tam olarak bilinmemesidir. Bu doğrultuda araştırmanın amacı, bir erken müdahale biçimi olarak erken eğitimin (okul öncesi eğitim ve erken aile eğitimi) normal gelişim gösteren ve işitme kayıplı çocuklarda merkezi bilişsel süreçlerden ÇB ve KSB kapasitelerinin gelişiminde bir etkisi olup olmadığını saptamaktır. Katılımcıların (N = 223) 103’ü normal gelişim gösteren, 120’si işitme kayıplı çocuklardan oluşmaktadır. ÇB ölçümü olarak Cümle- Sayı Uzamı, Kağıt Katlama ve Ters Sayı Dizisi görevleri, KSB ölçümü olarak Sayı Dizisi görevi kullanılmıştır. Yaş ve zekanın kontrol edildiği çok-değişkenli varyans analizi (MANCOVA), okul öncesi eğitim almanın normal gelişim gösteren çocukların ÇB ve KSB kapasitesinde bir fark yaratmadığını; ancak hem okul öncesi eğitim hem erken aile eğitimin işitme kayıplı çocukların ÇB ve KSB kapasitelerinde anlamlı bir artışa yol açtığını göstermiştir. Bulgular, işitme kayıplı çocukların bilişsel gelişimi, en azından ÇB ve KSB performansındaki gelişim için erken müdahalenin gerekliliğini ortaya koymuştur.

 

Erişim linki: 22- Normal Gelişim Gösteren ve İşitme Kayıplı Çocuklarda Erken Müdahalenin Bilişsel Performanstaki Rolü: Çalışma Belleği ve Kısa Süreli Bellek.pdf

 

23- Psikiyatrik Bozukluklarda Bellek Sorunları

 

Özet: Bu yazıda psikiyatrik bozukluklardaki bellek işlevlerindeki sorunları inceleyen araştırmalar gözden geçirilmiştir. “PubMed” ve “ScienceDirect” tıbbi arama motorları kullanılarak, özellikle 1996-2004 yılları arasında yayımlanan makaleler, öncelikli olarak değerlendirilmeye alınmıştır. Bellek alt tipleri sorunları ile psikiyatrik bozukluklar arası ilişkiler incelendiğinde, panik bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğunda, anksiyete ya da travmatik olaya ilişkin açık bellek taraflılığı daha anlamlı olarak ortaya konmakta iken yaygın anksiyete bozukluğunda örtük bellek taraflılığı öne çıkmaktadır. Obsesif kompulsif bozuklukta ise, bellek sorunundan çok, karar verme ile ilgili sorunlar olabileceği düşünülebilir. Depresyonda, özellikle duygudurumla uyumlu açık bellek sorunları ön plana çıkmaktadır. Öte yandan, pek çok çalışma, bipolar afektif bozukluk olgularının, ötimik olduğu zamanlarda da belirli bilişsel işlev sorunlarının olduğunu ortaya koymuştur. Şizofrenide örtük bellek işlevleri korunurken, açık bellek ve çalışan bellek sorunları belirgindir. Otizm spektrumu bozukluğu bireylerde ise, öyküdeki bağlamsal ipuçlarını yeterince kullanamama ve karmaşık örüntüleri hatırlama zorlukları nedeniyle organizasyon stratejilerinde yetersizlik dikkati çeker. Ortaya konan bellek sorunlarının ileri çalışmalarla güçlendirilmesi, olası yapısal ya da işlevsel sorunların eşlik ettikleri, ya da temel oluşturdukları psikiyatrik bozukluğun etiyolojisini anlama ve uygun tedavi yaklaşımları geliştirmede, özellikle bellek işlevlerini güçlendirmede katkılar sağlayabilir.

 

Erişim linki: 23- Psikiyatrik Bozukluklarda Bellek Sorunları.pdf

 

24- SBST Sözel Bellek Ve WMS Görsel Bellek Testleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

 

Özet: “SBST- Sözel Bellek Süreçleri Testi” ile “WMS- Görsel Üretim Alt Testi” arasındaki korelasyonun incelenmesi bu araştırmanın temel amacını oluşturmaktadır. İlişkisel tarama yöntemi kullanılan bu araştırmanın örneklemini 31 denek oluşturmaktadır. Deneklerin cinsiyeti, medeni durumu, yaşı, öğrenim durumu, el tercihi, unutkanlık problemi algılama, dikkat problemi, ilgisini çeken bir şeyi sonuna kadar takip edebilme, sözel öğrenme puanı, görsel öğrenme puanı, sözel bellek kendiliğinden hatırlama, sözel bellek tanıma ve uzun süreli görsel bellek puanlarının genel dağılımı için frekans ve yüzde; cinsiyete, medeni duruma ve yaşa bağlı sözel öğrenme puanı için t-testi; görsel bellek öğrenme puanı ile sözel bellek öğrenme puanı; uzun süreli görsel bellek puanı ile sözel bellek tanıma ve sözel bellek kendiliğinden hatırlama puanları arasında pearson korelasyon teknikleri uygulanmıştır.Diğer puanlar sabit tutulduğunda, deneklerin sözel öğrenme puanları ve görsel öğrenme puanları arasında hafif düzeyde pozitif ve anlamlı bir ilişki olduğu, kendiliğinden hatırlama puanı ile uzun süreli görsel bellek puanı arasında orta düzeyde pozitif ve anlamlı bir ilişki olduğu, sözel tanıma puanları ve uzun süreli görsel bellek puanları arasında orta düzeyde negatif ve anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur

 

Erişim linki: 24- SBST Sözel Bellek Ve WMS Görsel Bellek Testleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi.pdf

 

25-  Sosyal Bilgiler Ders Kitaplarında Öğrenme Stratejileri

 

Özet: Bu çalışmada, öğrenme ve öğrenme stratejileri hakkında bilgi verilmiş ve ilköğretim Sosyal Bilgiler ders kitaplarında öğrenme stratejilerine nasıl yer verilebileceği örneklerle açıklanmıştır. Şöyle ki; kullanılmakta olan 5. sınıf Sosyal Bilgiler ders kitaplarında Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar olan sürede hangi olayların olduğu başlıklar halinde açıklanmaktadır. Fakat öğrencilerin bu olayları sırasına göre öğrenebilmesi için herhangi bir öğrenme stratejisine yer verilmemiştir. Öğrenme stratejileri ile donatılmış Sosyal Bilgiler ders kitabında bu konu anlatıldıktan sonra dikkat çekici bir şekilde “Manisa’da Ata’ma; Amasya’da, Erzurum’da ve Sivas’ta ne yaptığını sordular.” şeklinde (ilk harfler büyük, koyu ve renkli) bir cümleye yer verilebilir. Bu cümlede geçen kelimelerin ilk harflerinin hangi olayı açıkladığı (M-Mondros Ateşkes Antlaşması, A-Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, A-Amasya Genelgesi, E-Erzurum Kongresi, S-Sivas Kongresi.) da verilmelidir.

 

Erişim linki: 25- Sosyal Bilgiler Ders Kitaplarında Öğrenme Stratejileri.pdf

 

26- Streptozot İle Diyabet Oluşturulan Sıçanlarda Propolisin Öğrenme Ve Bellek Üzerinde Etkisi (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Araştırmanın amacı, streptozotozinle (STZ) deneysel olarak diyabet oluşturulmuş sıçanların, açlık kan glikoz değerlerine, eser element düzeylerine, öğrenme ve bellekleri üzerine, propolisin etkilerini araştırmaktır. Araştırmanın bulgularına göre, STZ grubunda açlık kan glikoz seviyesinin diğer gruplara göre yüksek değerlere sahip olduğu, propolis uygulaması ile açlık kan glikoz düzeylerinde düşüş olduğu belirlendi. STZ grubundaki sıçanlarda, vücut ağırlıklarında azalma belirlendi. Ayrıca; Zn2+ düzeylerinde, propolis uygulanan gruplarda, anlamlı bir artışın olduğu görüldü. Diğer iz elementler ve oksidatif stres enzim aktiviteleri açısından, gruplar arasında herhangi bir farklılık bulunmadı. Bellek değerlendirmelerinde, en fazla kısa süreli bellek hatasını STZ grubundaki sıçanların yaptığı, en fazla uzun süreli bellek hatasını ise P+STZ grubundaki sıçanların yaptığı görüldü. En az kısa süreli ve en az uzun süreli bellek hatasını, STZ+P grubundaki sıçanlar gösterdi. Ayrıca, sadece STZ uygulanan diyabetik sıçanların, labirentte daha fazla zaman harcamalarına rağmen daha az sayıda toplam kol ve doğru kola girdiği belirlendi. Ancak, propolis uygulanan grupların, kontrol grubuna yakın değerlerde toplam kola girdiği ve girdikleri doğru kol sayısının da kontrole benzer değerlerde olduğu görüldü.

 

Erişim linki: 26- Streptozot İle Diyabet Oluşturulan Sıçanlarda Propolisin Öğrenme Ve Bellek Üzerinde Etkisi.pdf

 

27- Uykunun Nörobiyolojisi ve Bellek Üzerine Etkileri

 

Özet: Nörobilimdeki gelişmeler uyku ve rüya fizyolojisinin daha iyi anlaşılmasını sağlamış, uykunun öğrenme ve bellek üzerine etkisine işaret eden çalışmalar son yıllarda hızla artmıştır. Bu gözden geçirmede uyku ve rüyanın nörobiyolojisine ilişkin verilerden yola çıkarak uykunun öğrenme ve bellekle olan ilişkisinin ele alınması amaçlanmıştır.

 

Erişim linki: 27- Uykunun Nörobiyolojisi ve Bellek Üzerine Etkileri.pdf

 

28- Uzun Süreli Bellek Ve Öğrenme

 

Özet: İnsanın yaşamını sürdürebilmesi ve yaşamın gereklerini yerine getirebilmesi, yani kendi kendine yeter duruma gelmesi, zamanla kazanılan bir yeterliliktir. Bu yeterliliklerin tamamına yakını öğrenilerek kazanılır. Öğrenmede beyindeki fizyolojik değişimlerin önemli bir yeri vardır. Öğrenme bireyin sahip olduğu zihinsel yapılar ve bilişsel süreçlerin sonunda gerçekleşir. Bu yapılar duyusal kayıt, çalışan bellek ve uzun süreli bellektir. Bir bilginin öğrenilmiş kabul edilmesi için mutlaka uzun süreli bellekte depolanmış olması gerekir. Çünkü uzun süreli belleğe girmeyen bilgiler, tepki üretilmiş olsa dahi kısa sürede kaybolur. Uzun süreli bellek iyi öğrenebilmemiz için bilgilerin beyindeki sinir hücrelerine yüklenmesine olanak verir. Uzun süreli bellek olmasaydı hayatımızdaki, kitaplar, televizyon, öğrenme, iletişim gibi çoğu şeye sahip olamazdık. Uzun süreli bellek çevremizle etkileşime izin veren geçmişi hatırlama kabiliyetimizdir. Bu çalışmada canlıların hayatlarını sürdürebilmesinde önemli bir yeri olan, öğrenme ve uzun süreli bellek arasındaki ilişkinin açıklanması amaçlanmıştır. Bunun için, Tarama modeli kapsamında yer alan Genel tarama modeli kullanılmıştır.

 

Erişim linki: 28- Uzun Süreli Bellek Ve Öğrenme.pdf

 

29- Üniversite Öğrencilerinde Bilgi İletişim Teknolojileri Kullanım Düzeyleri, Motivasyonları Ve Bilgi İletişim Teknolojileri Kullanımı Düzeylerinin Kısa Süreli Bellek, Çalışma Belleği, Yönetici İşlevler Ve Dikkat Üzerinde Etkileri (Yüksek Lisans Tezi)

 

Özet: Teknoloji kullanımı sadece yaşamlarımızı kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda bilişsel düzeyde etkileme kapasitesine de sahiptir. Beyin ve sinir sistemi çevresel uyaranlara tepki olarak nöroplastisite aracılığı ile değişebilme özelliğine sahip olduğundan, dijital teknolojilerin de bilişsel gelişimi etkilediği düşünülmektedir. Ayrıca bilişsel olarak uyarıcı olan aktivitelerin, nöroplastisiteyi etkileyerek, aktivite ile ilgili beyin alanlarında beyaz madde hacminde artışı desteklediği bildirilmektedir. Bilgi iletişim teknolojileri kullanımının bilişsel etkilerini araştıran çalışmalar genellikle çalışma belleği, yönetici işlevler, dikkat ve kısa süreli bellek üzerinde geliştirici etkiler rapor etmişlerdir. Bunun yanı sıra, bu alanlarda herhangi bir gelişim bildirmeyen çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde bilgi iletişim teknolojisi kullanımının bilişsel düzeydeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmada, Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat fakültesinde okuyan 18-33 yaşları arasında 119 öğrenci katılmıştır. Öğrencilere, demografik bilgilerine ek olarak bilgi iletişim teknolojisi kullanım yılı, günlük kullanım saati ve kullanım amaçlarına dair bilgiler içeren bir anket uygulanmıştır. Alınan bilişsel ölçümler ise Sürekli Performans testi, Sözel akıcılık testi, İleri ve Geri sayı menzili testleri ile laboratuvar ortamında elde edilmiştir. Sonuçlara bakıldığında, günlük ortalama TV izleme saati ile kısa süreli bellek ve çalışma belleği pozitif yönde ilişkili bulunmuştur. Tablet kullanım yılı ile kısa süreli bellek ve sürekli dikkat arasında da pozitif korelasyonlar gözlenmiştir. Sürekli dikkat diğer bilgi iletişim teknolojisi kullanımları ile ilişki göstermemiştir. Medya çoklu kullanımı ve çalışma belleği arasında pozitif yönde ilişki bulunmuştur. İnternet kullanımı ile kısa süreli bellek ve çalışma belleği arasında da herhangi bir korelasyon gözlenmemiştir. Son olarak, yönetici işlevlerin hiçbir bilgi iletişim teknolojisi kullanımı ile ilişkili olmadığı bulunmuştur.

 

Erişim linki: 29- Üniversite Öğrencilerinde Bilgi İletişim Teknolojileri Kullanım Düzeyleri, Motivasyonları Ve Bilgi İletişim Teknolojileri Kullanımı Düzeylerinin Kısa Süreli Bellek, Çalışma Belleği, Yönetici İşlevler Ve Dikkat Üzerinde Etkileri.pdf

 

30- Working Memory

 

Özet: Despite more than a decade of intensive research on the topic of short-term memory (STM), we still know virtually nothing about its role in normal human information processing. That is not, of course, to say that the issue has completely been neglected. The short-term store (STS)-the hypothetical memory system which is assumed to be responsible for performance in tasks involving short-term memory paradigms (Atkinson & Shiffrin, 1968)-has been as-signed a crucial role in the performance of a wide range of tasks including problem solving (Hunter, 1964), language comprehension (Rumelhart, Lindsay, & Norman, 1972) and most notably, long-term learning (Atkinson & Shiffrin, 1968; Waugh & Norman, 1965). Perhaps the most cogent case for the central importance of STS in general information processing is that of Atkinson and Shiffrin (1971) who attribute to STS the role of a controlling executive system responsible for coordinating and monitoring the many and complex subroutines that are responsible for both acquiring new material and retrieving old.

 

Erişim linki: 30- Working Memory.pdf

 

31- Yaz Tatili Öğrenme Kaybı

 

Özet: Bu çalışmada öğrenme, bellek ve unutma gibi öğrenme sürecinde rolü ve etkisi olan üç temel kavram açıklanarak öğrenme kayıplarıyla ilişkisi tartışılacaktır. Öğrenme, yaşantılar yoluyla oluşan göreli olarak kalıcı davranış değişikliğidir. Bu tanıma göre öğrenmenin üç temel özelliği vardır: Öğrenme sonucunda davranış değişikliği meydana gelmesi; Davranıştaki değişmenin yaşantı ürünü olması; Öğrenmenin kalıcı izli olması. Öğrenmelerin tümünde ayrıca bellek söz konusudur. Bellek, bireyin bilgiyi kodladığı, depoladığı ve geri getirdiği süreç olarak tanımlanmaktadır. Kısa süreli bellekte işlenen bilgi uzun süreli belleğe geri getirilir. Uzun süreli belleğe aktarılmayan kısa süreli bellekteki bilgiler yok olur, hiçbir şekilde geri getirilemez. Uzun süreli bellekteki bilgilerde ise geri getirmede başarısızlık (unutma) olabilir. Unutma, bu çalışmada tartışılacağı üzere öğrenme kaybı olarak nitelendirilebilir.

 

Erişim linki: 31- Yaz Tatili Öğrenme Kaybı.PDF

 

32- How to Emulate Shared Memory

 

Özet: We present a simple algorithm for emulating an N-processor CRCW PRAM on an N-node butterfly. Each step of the PRAM is emulated in time O(log N) with high probability, using FIFO queues of size 0( 1) at each node. The only use of randomization is in selecting a hash function to distribute the shared address space of the PRAM onto the nodes of the butterfly. The routing itself is both deterministic and oblivious, and messages are combined without the use of associative memories or explicit sorting. As a corollary we improve the result of Pippenger by routing permutations with bounded queues in logarithmic time, without the possibility of deadlock. Besides being optimal, our algorithm has the advantage of extreme simplicity and is readily suited for use in practice.

 

Erişim linki: 32- How to Emulate Shared Memory.pdf

 

33-  What Is Autobiographical Memory?

 

Özet: The purpose of this chapter is (a) to describe the forms of autobiographical memory and contrast them with other forms of memory; (b) to give a theoretical account of autobiographical memory in terms of the self; (c) to argue for the importance of phenomenal reports in the study of autobiographical memory; (d) to examine some of the experimental findings on autobiographical memory in the context of this analysis; (e) to give a detailed account of personal memory, one of the important forms of autobiographical memory; and (/) to outline a partially reconstructive view of personal memory.

 

Erişim linki: 33- What Is Autobiographical Memory.pdf

 

34-  What Memory Is For

 

Özet: Let’s start from scratch in thinking about what memory is for, and consequently, how it works. Suppose that memory and conceptualization work in the service of perception and action. In this case, conceptualization is the encoding of patterns of possible physical interaction with a three-dimensional world. These patterns are constrained by the structure of the environment, the structure of our bodies, and memory. Thus, how we perceive and conceive of the environment is determined by the types of bodies we have. Such a memory would not have associations. Instead, how concepts become related (and what it means to be related) is determined by how separate patterns of actions can be combined given the constraints of our bodies. I call this combination “mesh.” To avoid hallucination, conceptualization would normally be driven by the environment, and patterns of action from memory would play a supporting, but automatic, role. A significant human skill is learning to suppress the overriding contribution of the environment to conceptualization, thereby allowing memory to guide conceptualization. The effort used in suppressing input from the environment pays off by allowing prediction, recollective memory, and language comprehension. I review theoretical work in cognitive science and empirical work in memory and language comprehension that suggest that it may be possible to investigate connections between topics as disparate as infantile amnesia and mental-model theory.

 

Erişim linki: 34- What Memory Is For.pdf

 

35-  Working Memory and Reading

 

Özet: The possible role of short-term or working memory in reading is discussed. A distinction is drawn between two hypothetical components of working memory — a central executive that is responsible for information processing and decision taking, and an articulatory loop which acts as a slave system, enabling verbal material to be maintained sub-vocally. On the basis of existing evidence, it is argued that the articulatory loop plays an important role in learning to read, but is less essential for fluent reading. Experiments are presented which show that subjects may read and comprehend statements without utilisation of the articulatory loop. Conditions under which the loop will be utilised are discussed. It is suggested that these include situations where 1) judgments of phonological similarity are required; 2) retention of the surface structure of the passage is required; 3) strict word order is crucial to comprehension, and possibly 4) the rate of input of material exceeds the rate of semantic processing.

 

Erişim linki: 35- Working Memory and Reading.pdf

 

36- İnsanların Bellek Hakkındaki İnançları Araştırma Sonuçlarıyla Tutarlı mıdır?

 

Özet: Türkiye’de insanların bellek konusunda ne tür inançlara sahip olduğu ve bu inanışlar ile bu inanışlara temel oluşturan bellek süreçleri hakkındaki kontrollü araştırmalardan elde edilen bulguların ne derece tutarlı olduğunun incelenmesi bu çalışmanın temel amacını oluşturmuştur. Mevcut araştırmanın ikinci amacı ise, bellek hakkında sahip olunan bu inançlar açısından kültürlerarasında bir fark olup olmadığının incelenmesidir. Katılımcıların bellek hakkındaki inançları Bellek Hakkındaki İnançlar Anketi (Magnussen ve ark., 2006) kullanılarak internet üzerinden elde edilmiştir. Araştırmanın analizleri farklı cinsiyet, yaş ve eğitim düzeyinden 931 kişi üzerinden yürütülmüştür. Analiz sonuçları, Türkiye’de insanların bellek konusunda sahip oldukları inançların kontrollü araştırma sonuçlarıyla tutarlı olan ve olmayan yanlarının olduğunu göstermiştir. Ayrıca bulgular farklı kültürdeki bireylerin bellek hakkında benzer inançlara sahip olduklarına işaret etmiştir.

 

Erişim linki: 36- İnsanların Bellek Hakkındaki İnançları Araştırma Sonuçlarıyla Tutarlı mıdır?.pdf

 

  • Bilişsel Çelişki

 

1- Adil Dünya İnancı

 

Özet: Adil dünya inancı dünyanın adil bir yer olduğu ve insanların neyi hak ederlerse onu buldukları hipotezi üzerine kurulmuştur. İnsanlar iyilerin ödüllendirildiği, kötülerin cezalandırıldığı ve nihayetinde herkesin hak ettiğini aldığı adil bir dünyada yaşıyor olduklarına inanmaya güdülenmişlerdir. İnsanlar, çok çalışan veya iyi davranışlar içinde olanların davranışları sonucunda ödüllendirildiğini, tembel ve günahkarların ise aksine cezalandırılacağına inanma eğilimindedirler. Benzer bir şekilde para, başarı ve mutluluk gibi olumlu sonuçların ancak iyi insanlar tarafından elde edildiğini, olumsuz sonuçların ise kötü  kişilerin başına geldiğine inanırlar. Adil dünya inancı insanları geleceğin belirsizliğinden koruyan, öngörülemeyen olayların kurbanı olmayacaklarını düşündüren önemli bir adaptasyon işlevi görmektedir. Adil dünya inancı da diğer pozitif yanılsamalar gibi kişinin ruh sağlığının korunmasında olumlu işlevler görür. Adil dünya inancı literatürde iki yönlü olarak ele alınmıştır. Bireysel adil dünya inancı, “dünya bana ne kadar adil?” sorusunun cevabını verirken; genel adil dünya inancı: “dünya ne kadar adil?” sorusunun cevabını vermektedir.

 

Erişim linki: 1- Adil Dünya İnancı.pdf

 

2- Benlik-Olumlamasının Sigara Uyarılarına Verilen Tepkiler Üzerindeki Etkisi

 

Özet: Benlik olumlaması kuramına göre (Steele, 1988) benliğin önemli bir yönünün olumlanması sağlık mesajlarına daha işlevsel tepkilerin verilmesini sağlamaktadır. Benlik-olumlamasının sigara uyarılarına verilen tepkiler üzerindeki etkisini araştıran pek çok çalışma yapılmış olsa da bu çalışmaların bulgularından benlik-olumlamasının sigara uyarılarına yönelik tepkileri nasıl etkilediğine ilişkin bir sonuç çıkarmanın mümkün olmadığı görülmektedir. Bu çalışmaların bazıları benlik-olumlamasının sigara uyarılarına verilen tepkileri olumlu yönde etkilediğini gösterirken diğerleri benlik-olumlamasının bu tepkiler üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığına ya da bazı bireylerde olumsuz yönde olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle, bu tezin birinci çalışmasının amacı benlik-olumlamasının sigara uyarılarına verilen tepkiler üzerindeki etkisinin Türkiye’de yeniden incelenmesidir. Bu doğrultuda, her gün günde en az bir adet sigara içen 427 sigara kullanıcısı, üç benlik-olumlaması manipülasyonu görevinden birini tamamladıktan sonra, beş sigara uyarısını tepkisellik ve kaçınmayı ölçen sorular üzerinden değerlendirmiştir. Sonrasında sigara kullanımına yönelik tutumlar ve sigara bırakma niyetlerini ölçen soruları yanıtlamışlardır. Bulgular, benlik-olumlamasının sigara uyarılarına yönelik tepkisellik düzeyi, sigara uyarılarından kaçınma düzeyi, sigara kullanımına yönelik tutumlar ve sigarayı bırakma niyetleri üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığına işaret etmektedir. Sonuç olarak, birinci çalışmanın bulguları, benlik-olumlamasının sigara uyarılarına yönelik tepkiler üzerindeki etkisini inceleyen çalışmaların bulgularındaki uyuşmazlığa katkıda bulunmuştur.

 

Erişim linki: 2- Benlik-Olumlamasının Sigara Uyarılarına Verilen Tepkiler Üzerindeki Etkisi.pdf

 

3- Bilişsel Çelişki Kuramı Kapsamında Replikasyon Çalışması

 

Özet: Bu çalışmanın amacı, daha önce Festinger ve Carlsmith (1959) tarafından yapılan “Cognitive Consequences of Forced Compliance” adlı makaledeki çalışmanın bire bir tekrarlanmasıdır. Orijinal çalışmada katılımcılara verilen para ödülü 1 dolar ve 20 dolar olarak belirlenmiştir (Festinger ve Carlsmith, 1959). Bu çalışmada ise 1 dolar 1 TL yerine kullanılırken 20 dolar ise 50 TL yerine kullanılmıştır. Çalışma, Başkent Üniversitesi’nde Ticari Bilimler Fakültesi’nde eğitimini sürdüren 43 lisans öğrencisi (23 kadın, 20 erkek) ile gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara araştırmalara katıldıkları için 4 ek puan verilmiştir. Araştırma “performans ölçümü” olarak duyurulmuştur. Katılımcılara iki farklı materyal sunulmuştur. Takılıp çıkarılabilen tabla üzerine kurulmuş 12 adet tahta silindir ilk materyal olarak gösterilmiştir. Bu görev yarım saat sürmüştür. Daha sonra, 48 adet el yardımıyla çevrilebilen küplerden oluşan ikinci materyal sunulmuştur. Bu görev de yarım saat sürmüştür. Her iki materyal de orijinal çalışmadakine uygun olarak hazırlanmıştır. Bu iki materyal ile alınacak performans ölçümü ile esas amaç katılımcıların sıkılmasını sağlamaktır. Deney odasında yapılan çalışma katılımcılarla bire bir gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara deneyin belirli aşamasında dışarıda bekleyen bir katılımcıyı (deneyden haberi olan sahte katılımcı) deneyin eğlenceli olduğunu söylemesi beklenmektedir. Katılımcı bu yardımı kabul ettikten sonra kendisine 1 TL ya da 50 TL verilmektedir. Son aşamada, deneyden haberi olan psikoloji öğrencisi rolündeki yardımcı, katılımcıya deneyin ne kadar eğlenceli olduğunu sormuştur. Orijinal çalışmadaki sonuçlara göre 1 dolar alan katılımcıların eğlendiği bulunmuştur. 20 dolar alan katılımcıların ise sıkıldığı belirtilmiştir. Genel olarak istenilen tutum değişimine ulaşılmıştır. Bu bağlamda 1 dolar alan katılımcıların bilişsel çelişkiye maruz kaldığı saptanmıştır (Festinger ve Carlsmith, 1959). Ancak bu tez çalışmasında hem 1 TL, hem de 50 TL alan katılımcıların deneyden keyif aldıkları bulunmuştur. Kontrol grubunda yer alan katılımcılar, hem orijinal çalışmada hem de bu çalışmada olduğu gibi deneyden keyif almadıklarını belirtmiştir. Ancak orijinal çalışmaya yöntemsel olarak bağlı kalınamayan durumlar ve şartlar bulunmaktadır. Yapılabilecek yeni çalışmalar ve nelere dikkat edilmesi gerektiği araştırmanın tartışma bölümünde detaylandırılmıştır.

 

Erişim linki: 3- Bilişsel Çelişki Kuramı Kapsamında Replikasyon Çalışması.pdf

 

4- Bilişsel Çelişki Teorisi Ve Pazarlamada Kullanılma Alanı

 

Özet: Pazarlama konusu ile de uğraşanların dikkatini çeken teori, tüketicilerin karar vermeleri sonundo ulaştıkları çelişkiler açısından  incelenmeye başlanmıştır. Özellikle, satın alma kararından sonra meydana gelebilecek bilişsel çelişkilerin firmalar açısından büyük önemleri vardır. Bu tür çelişkilerin azaltılarak tüketicilerin psikolojik sıkıntı durumundan kurtulmaları, gerek reklamcıların gerekse pazarlamacıların uğraş alanlarına girmiştir.

 

Erişim linki: 4- Bilişsel Çelişki Teorisi Ve Pazarlamada Kullanılma Alanı.pdf

 

5- The Effect Of Cognitive Conflict And Conceptual Change Text On Students’ Achievement Related To First Degree Equations With One Unknown

 

Özet: The main purpose of the study was to investigate the effect of cognitive conflict instruction (CCI) and conceptual change text instruction (CCTl) over traditionally designed mathematics instruction (TDI) on achievement of 7th grade students related to first degree equations with one unknown. The subjeets of the study consisted of 79 7th grade students from three different classes of mathematics lessons instructed by the same teacher from a school in Ankara. Mathematics potential test (MPT) was utilized at the beginning of the study to determine students’ potential in mathematics. After the treatments, achievement test results were taken. ANOVA was used for testing the hypothesis of the study. The results showed that the students at CCl got significantly higher scores on achievement comparing to CCTI.

 

Erişim linki: 5- Bilişsel Çelişki Ve Kavramsal Değişim Metni Yöntemlerinin Bir Bilinmeyenli Birinci Dereceden Denklemler İlgili Öğrenci Başarısına Etkisi.pdf

 

6- Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Üzerine Kavramsal Bir İnceleme: Satın Alma Perspektifi

 

Özet: Bilişsel uyumsuzluk karar verme eylemi sonrasında yaşanabilen, psikolojik olarak rahatsız edici bir durumdur. Bireylerin tüm eylem ve davranışları, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir karar verme işlemidir. Karar verme davranışı, yaşamın her aşamasında kendini gösterir ve karar vermenin söz konusu olduğu her durumda bilişsel uyumsuzluk yaşama olasılığı vardır. Leon Festinger, 1957 yılında bireyin inandığı şey ile bu inanca karşı çıkan bilginin tutarsızlığı nedeniyle ortaya çıkan ve psikolojik olarak rahatsız edici bir durum olan “Bilişsel Uyumsuzluk” teorisini tanımlamıştır. Sosyal psikolog Leon Festinger’in bilişsel uyumsuzluk teorisi, sosyal psikoloji tarihinde en önemli ve etkili teorilerden biri olarak görülmektedir. Satın alma davranışı da alternatifler arasından seçim yaparak karar vermeyi gerektirir ve bu nedenle teori, tüketici davranışlarının nedenlerini anlamaya çalışan pazarlama teorisyenleri tarafından da benimsenmiştir. Buna göre çalışmanın amacı, teorinin ortaya çıkışını ve temel kavramlarını tanımlayarak teorinin anlaşılmasını sağlamak, satın alma ve tüketici davranışı alanında teorik ve ampirik araştırmaların yolunu açmaktır. Bilimsel araştırmalara yönelik mevcut boşlukların tanımlanmasının konuya olan ilgiyi artırma ve bilginin geliştirilerek daha fazla kullanılması yoluyla genelleştirilebilirliğini artırma çabalarına katkıda bulunduğu düşünülmektedir.

 

Erişim linki: 6- Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Üzerine Kavramsal Bir İnceleme: Satın Alma Perspektifi.pdf

 

7- Davranışsal Finans Açısından Bilişsel Çelişki, Aşırı Güven Ve Taklit Ve Sürü Davranışları Boyutlarında Bireysel Yatırımcı Kararları Üzerine Bir İnceleme

 

Özet: Bu araştırmanın amacı, finans alanında etkilerinin nispeten yeni araştırıldığı davranışsal finans üzerinedir. Davranışsal finans, bireylerin, grupların ve kuruluşların karar alma sürecini etkileyen bilişsel ve duygusal faktörleri araştırmaktadır. Finansal kararların davranışsal ve psikolojik sonuçları ile ilgilenmekte olup, finansın çok disiplinli bir alt dalıdır. Bu araştırmada, bireysel yatırımcılar örnekleme alınmış olup ana amaç, bu yatırımcıların yatırım kararlarında sergiledikleri irrasyonel davranışları ve bu davranışların demografik değişkenlerle olan ilişkilerini incelenmektir. Tesadüfi olmayan örneklem türlerinden, kartopu örneklemesi kullanılmış olup, online anket uygulanmıştır. 13 katılımcının kontrol sorusuna verdiği “hayır” cevabı nedeniyle araştırma dışına alınmıştır ve 115 katılımcının cevapları analiz edilmiştir. Bireysel yatırımcıların, “bilişsel çelişki”, “aşırı güven” ve “taklit ve sürü davranışları” boyutlarındaki tutumları değerlendirilmiştir. Demografik ve ölçek sorularının frekans, yüzde ve ortalama değerleri tespit edilmiş, güvenilirlik analizi (Cronbach’s Alpha), normal dağılım testi ve ki-kare bağımsızlık testi uygulanmış, yorumları yapılmış ve önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 7- Davranışsal Finans Açısından Bilişsel Çelişki, Aşırı Güven Ve Taklit Ve Sürü Davranışları Boyutlarında Bireysel Yatırımcı Kararları Üzerine Bir İnceleme.pdf

 

8- Dindar Eşcinsel Bireyin Manevi Ve Cinsel Kimlik İkilemi: Müslüman Gay Ve Biseksüel Erkek Örneklem

 

Özet: Bu çalışmanın amacı, cinsel yönelimi ve manevi kimliği ile yüzleşen dindar eşcinsel bireyin, manevi ve cinsel kimliği arasında bir ikilem yaşayıp yaşamadığını ortaya koymaktır. Eşcinsel bireylerin, eşcinsel yönelimin cinsel kimlik karmaşası olup olmadığı ve eşcinsel yönelimin heteroseksüel yönelime değiştirilip değiştirilemeyeceğine dair inançlarına göre, dindarlık ve hayatın anlamı puanlarının anlamlı olarak farklılaşacağı tahmin edilmiştir. Çalışmaya, İslam dinine inanan üç yüz seksen iki Türkiyeli gay ve biseksüel erkek katılmıştır. Eşcinsel bireylerin, eşcinsellikle ilgili inançlarına göre iki temel grup ortaya çıkmıştır. Araştırma bulguları, birinci grubu oluşturan ve cinsel yönelimini kabul etme eğilimi gösteren eşcinsel bireylerin, dindarlık puanlarının düşük, hayatın anlamı puanlarının ise yüksek olduğunu göstermiştir. Diğer taraftan, ikinci gruptaki, cinsel yönelimini reddetme eğilimi gösteren eşcinsel bireylerin dindarlık puanları yüksek, hayatın anlamı puanları ise düşük bulunmuştur. Sonuçlar, Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı bağlamında tartışılmıştır.

 

Erişim linki: 8- Dindar Eşcinsel Bireyin Manevi Ve Cinsel Kimlik İkilemi: Müslüman Gay Ve Biseksüel Erkek Örneklem.pdf

 

9- Elektronik Ortamda Alışveriş Yapan Tüketicilerin Algıladıkları Web Sitesi Hizmet Kalitesi Ve Bilişsel Çelişkiler

 

Özet: Teknolojinin hızlı gelişimi ve yaygınlaşan internet kullanımı günümüzde “elektronik alışveriş” kavramını popüler bir alışveriş metodu olarak karşımıza çıkarmaktadır. Elektronik alışverişin yaygınlaşması, tüketicinin satın alma kararına varma sürecine de farklı bir boyut kazandırmaktadır. Örneğin web sitesinin kurumsal itibarı, kullanım kolaylığı, güvenlik düzeyi, risk algısı, görsel sunumları gibi pek çok faktör tüketicinin kararını etkilemektedir. E-alışveriş yapan tüketici, bu faktörler nedeniyle bilişsel çelişki yaşayabilmektedir. Tüketicinin bilişsel çelişki düzeyini azaltabileceği ve güven seviyesini yükselterek satın alma niyetini olumlu yönde destekleyeceği düşüncesinden hareketle web sitesi kalitesi ile kurumsal itibar arasında var olduğu düşünülen bir ilişkiden söz edilebilir. Dolayısıyla firmaların öncelikli amacı web sitesi hizmet kalitesini tüketiciler tarafından tercih edilebilir kılmaktır. Bu çalışma ile bilişsel çelişki yaşayan tüketicinin satın alma öncesi ve sonrası kararını nasıl değiştirdiğini görmek, tereddüt yaşamasına sebep olan web sitesi kalitesi ve kurumsal itibar algısını belirlemek amaçlanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgular ışığında tüketicilerin algıladıkları web sitesi hizmet kalitesi ve bilişsel çelişki arasındaki negatif yönlü ilişkiye algılanan olumlu kurumsal itibarın kısmi aracılık etkisi ettiği bulunmuştur.

 

Erişim linki: 9- Elektronik Ortamda Alışveriş Yapan Tüketicilerin Algıladıkları Web Sitesi Hizmet Kalitesi Ve Bilişsel Çelişkiler.pdf

 

10- Elektronik Satın Almada Web Sitesi Özelliklerinin Bilişsel Çelişki Üzerine Etkisi

 

Özet: İnternet ile birlikte elektronik satın almanın yaygınlaşması işletmeler açısından web sitesi kalitesinin önemini artırmıştır. Web sitesi kalitesi tüketicilerin risk algılarını azaltmada ve dolayısıyla siteye karşı güven oluşturulmasında etkili olmaktadır. Satın alma öncesinde veya sonrasında tüketiciler kararlarıyla ilgili çelişki yaşayabilir. algıları ve siteye karşı geliştirdikleri güven satın alma sonrası bilişsel çelişkiyi daha az yaşamalarını sağlayabilir. Çelişkiyi az yaşayan tüketicilerin söz konusu web sitesinden yeniden satın alma yapma olasılığının artacağını söylemek mümkündür. Konunun önemine rağmen web sitesi kalitesinin tüketicilerin bilişsel çelişkisi üzerindeki etkileri ile ilgili yeterli çalışma yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışmada elektronik satın almada öne çıkan web sitesi kalite boyutlarının satın alma sonrası yaşanan bilişsel çelişkiyi etkilemedeki rolü incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde öncelikle web sitesi kalitesi, algılanan risk, güven kavramları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde bilişsel çelişki ve yeniden satın alma niyeti kavramları tartışılmıştır. Üçüncü bölümde ise elektronik satın almada web sitesi özelliklerinin bilişsel çelişki üzerine etkisi incelenmiştir. Kullanıcıların elektronik posta yolu ile ankete katılımları sağlanmıştır. Elde edilen bulgulara göre, web sitesi kalitesinin algılanan risk, güven ve bilişsel çelişki üzerinde etkisi bulunmaktadır. Buna karşılık web kalite boyutlarından yalnızca görsellik boyutunun tüketicilerin yeniden satın alma niyeti ile ilişkisi söz konusudur. Satın alma sonrası yaşanan bilişsel çelişkinin artması durumunda tüketicilerin web sitesinden yeniden satın alma niyetinin azaldığı bulunmuştur. Bu sonuçlar tüketicinin çelişki yaşayabileceğini, çelişkinin azaltılmasında web sitesi boyutlarının işletme yöneticilerine yardımcı olabileceğini göstermektedir.

 

Erişim linki: 10- Elektronik Satın Almada Web Sitesi Özelliklerinin Bilişsel Çelişki Üzerine Etkisi.pdf

 

11- İnternette Fiyat İndirimlerinin Anlık Satın Alma, Bilişsel Çelişki Ve İade Niyeti Üzerinde Etkisi

 

Özet: Bu çalışmanın amacı internette fiyat indirimlerinin çevrimiçi anlık satın alma, bilişsel çelişki ve iade niyeti üzerinde etkisini incelemektir. Ayrıca çevrimiçi anlık satın almanın bilişsel çelişki ve bilişsel çelişkinin ürünü iade niyeti üzerinde etkisini incelemektir. Araştırma kapsamında çevrimiçi anket yoluyla veri toplanmıştır. Çalışmanın örneklemi 494 kişiden oluşmaktadır. Toplanan veriler frekans analizleri sonrasında, güvenilirlik, faktör ve regresyon analizine tabi tutulmuştur. Araştırmada test edilen tüm hipotezler kabul edilmiştir.

 

Erişim linki: 11- İnternette Fiyat İndirimlerinin Anlık Satın Alma, Bilişsel Çelişki Ve İade Niyeti Üzerinde Etkisi.pdf

 

12- Karar Sonrası Tüketicinin Bilgi Seçiciliği

 

Özet: Bu çalışma “Bilişsel Çelişki” kuramından tüketici davranışları irdelemek bağlamında üretilmiş bazı hipotezleri test etmek amacıyla düzenlenmiştir. Bunlar; (1) Bilişsel çelişki yaşayan tüketici, toplam bilişsel çelişkiyi azaltmak amacıyla yeni bilgi arayışı içerisine girer ve bilişsel çelişkiyi arttıracak yeni bilgiden kendisini korur; (2) tüketici bilişsel çelişkisini azaltmayı başaramazsa ve sürekli olarak bilişsel çelişkisini arttıracak bilgi bombardımanı ile karşı karşıya kalırsa, kararını değiştirme noktasına varabilir. Ön-test sonuçları dikkate alındığında ilk hipotezin test edilmesinin daha uygun olacağı kararına varılmıştır.Araştırmada 56 denek yer almıştır. Deneklere bir pazar araştırmasına katılacakları söylenmiştir. Her bir deneğe sekiz farklı ürünle ilgili bir bilgi kartı verilmiştir. Her bir durumla ilgili olarak ön-karar aşinalığını arzu edilir bir noktaya getirebilmek maksadıyla çalışmanın bu aşamasında zaman manipüle edilmiştir. Bu ilk “bilgi” basamağından sonra, “Bilişsel Çelişkiyi Azaltma” grubunda olan deneklerden verilen “bilgi” yi hatırlamaları istenmiş, buna mukabil “Bilişsel Çelişkiyi Muhafaza” grubundaki deneklerden ise böyle bir şey istenmemiştir. Sonuçlar hipotezi desteklemektedir.

 

Erişim linki: 12- Karar Sonrası Tüketicinin Bilgi Seçiciliği.pdf

 

13- Online Alışverişte Bilişsel Çelişki Davranışlarının İncelenmesi

 

Özet: Bilişsel çelişki, tüketicinin satın alma davranışı ile ilgili yaşadığı kaygı ya da belirsizlik durumunu ifade etmektedir. Bu belirsizlik, geleneksel alışveriş alışkanlıklarıyla büyüyen Y kuşağı üzerinde daha da yüksek olabilmektedir. Bu çalışmada hedonik tüketim eğilimi, içgüdüsel alım, algılanan risk, değer ve güven faktörlerinin bilişsel çelişkiye ve bilişsel çelişkinin yeniden satın alma niyetine etkisini tespit etmek amaçlanmıştır. Bu amaçla internetten alışveriş yapan tüketicilere online anket yöntemi uygulanmıştır. Araştırma modelinin verileri kolayda örnekleme yöntemiyle elde edilmiş ve Kısmi En Küçük Kısmi Kareler (PLS) yöntemine dayanan yapısal eşitlik modellemesi ile analiz edilmiştir. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, hedonik tüketimi eğilimi, içgüdüsel alımlar, algılanan risk ve algılanan değer bilişsel çelişki üzerinde etkilidir. Ayrıca bilişsel çelişki yeniden satın alma niyetine etki etmektedir. Çalışmanın sonuçları itibari ile literatüre ve gelecek çalışmalara yol gösterici olması beklenmektedir.

 

Erişim linki: 13- Online Alışverişte Bilişsel Çelişki Davranışlarının İncelenmesi.pdf

 

14- Sigorta Reklamlarında Denge Unsurunun Bilişsel Çelişki Bağlamında Değerlendirilmesi (s. 634)

 

Özet: Toplumsal ve kişisel ilişkiler genel olarak bir denge üzerine konumlandırılmaktadır. Eğer denge bir taraf lehine ya da aleyhine değişirse bu noktada dengesiz ya da çelişkili bir durum ortaya çıkacak ve birey tekrar dengeyi kurmak için uğraşacaktır. Değişimle birlikte ortaya çıkan bu durum bilişsel çelişki olarak kavramsallaştırılmıştır. Yoğun olarak reklamlarda karşımıza çıkan bilişsel çelişki durumunda izleyene bir sorun ya da durumla ilgili başına gelebilecek bir olay gösterilmekte ya da var olan bir ürüne karşı olan olumsuz tutumunu azaltıcı mesajlar iletilmektedir. Bu çalışma kapsamında, sigorta reklamlarında sunulan çelişkinin ortadan kaldırılmasına yönelik ne tarz ögelerin kullanıldığının ortaya konması amaçlanmıştır. Bu amaçla, Kristal Elma Yarışmasında son 10 yılda ödül almış sigorta reklamları göstergebilimsel açıdan analiz edilmiştir.

 

Erişim linki: 14- Sigorta Reklamlarında Denge Unsurunun Bilişsel Çelişki Bağlamında Değerlendirilmesi (s. 634).pdf

 

15- Teknolojik Belirleyicilik, Minimal Etki ve Bilişsel Çelişki Kuramları Bağlamında Gerçek Ötesi Kavramı

 

Özet: Bu çalışmada, nesnel gerçeklerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden, daha az etkili olması ve bireylerin nesnel gerçeklikleri görmezden gelerek belirli bir öznel gerçekliğe inatla bağlı kalması olarak tanımlanan gerçek ötesi kavramı teorik olarak incelenmektedir. Bu inceleme, siyasal iletişim bağlamında ve McLuhan tarafından geliştirilen teknolojik belirleyicilik kuramı, Klapper tarafından geliştirilen minimal etki kuramı ve Festinger tarafından geliştirilen bilişsel çelişki kuramı temel alınarak yapılmaktadır. Teknolojik belirleyicilik kuramı, günümüz iletişim teknolojileri ile değişen insan hayatının, insani değer ve pratiklerin, internet ve sosyal medya ile evrim geçiren bilgiye ulaşma, haber alma, kendini ifade etme ve iletişim kurma biçimlerinin nesnel gerçekliğin önemini azaltarak öznel gerçekliği vurgulaması ve gerçek ötesine ivme kazandırmasını açıklamak için çerçeve olarak kullanılmaktadır. Klapper’ın minimal etki kuramı, insanların sadece kendi fikir, inanç ve tutumları ile uyuşan mesajları arama, kabul etme ve hatırlama eğilimini, bugünün medya çeşitliliği ortamında ve bireylerin gelişmiş haber kaynaklarını kişiselleştirebilme becerilerinin etkilerini dikkate alarak incelemek ve gerçek ötesi kavramı ile ilişkilendirmek için çalışmaya dâhil edilmiştir. Festinger’ın bilişsel çelişki kuramı ise insanların neden gerçek ötesine meylettikleri konusunda bir anlayış geliştirmek için kullanılmıştır.

 

Erişim linki: 15- Teknolojik Belirleyicilik, Minimal Etki ve Bilişsel Çelişki Kuramları Bağlamında Gerçek Ötesi Kavramı.pdf

 

16- Tüketici Davranışlarında Bilişsel Uyumsuzluk: Kavramsal Bir İnceleme

 

Özet: Psikoloji çalışmalarında ele alınan bilişsel uyumsuzluk teorisi, günümüzde özellikle tüketici davranışları faaliyetlerinde araştırılmaya başlanmıştır. Tüketicilerin özellikle satın alma sürecinde yaşadığı bu durum, zaman içerisinde işletmelerin müşteri kaybetme riskleri nedeniyle önemli bir konu haline gelmiştir. Kişilerin iç ve dış dünyasındaki bilişsel çelişkiler, şahıslara bu durumu sorgulaması gerektiğini hissetmiştir. Herhangi bir ürünü almak isteyen tüketicinin iki farklı ürün arasında kalması, dikkatini çeken ürünü aldıktan sonra tahmin ettiği fayda/performansı deneyimleyemediğinde, ilk ürünü almadığına yönelik yaşayacağı pişmanlık bilişsel uyumsuzluğu tetiklemektedir. Bu çalışmada, bilişsel uyumsuzluk kavramı, gelişimi ve süreçleri mevcut literatür ele alınarak incelenmektedir.

 

Erişim linki: 16- Tüketici Davranışlarında Bilişsel Uyumsuzluk: Kavramsal Bir İnceleme.pdf

 

17- Web Sitesi Kalitesi, Risk Ve Güven Bilişsel Çelişki Ve Tüketim Sonrası Davranışlar Üzerine Etkileri

 

Özet: Tüketici satın alma sürecinde, yaptığı satın almaya yönelik bir kaygı yaşayabilir. Tüketicide satın alma sırasında ya da sonrasında oluşan “kararının doğru olup olmadığı” endişesinin doğru araçlar kullanılarak azaltılması gerekmektedir. Karar verme sürecinin tüm aşamalarında görülebilen bilişsel çelişki, tüketicilerin seçimlerini, değerlendirmelerini ve davranışlarını etkileyebilmektedir. Bilişsel çelişkinin tüketici davranışı alanyazınında kapsamlı çalışılmasına karşın, online satın alma gerçekleştiren tüketiciler üzerindeki etkilerine yönelik çalışmaların yetersiz olduğu görülmektedir. Bu boşluktan yola çıkarak, bu çalışmada web sitesi kalitesi, algılanan risk, güven, bilişsel çelişki ve satın alma sonrası davranışlar arasındaki ilişkiler incelenmiştir. 210 online müşteriden elde edilen verilerin analizine göre bilişsel çelişki tüketicilerin kararlarını etkilemektedir. Yapısal eşitlik modelinden (YEM) elde edilen sonuçlar, iyi tasarlanmış web sitesinin bilişsel çelişkiyi azaltıcı bir etkiye sahip olduğunu ve dolayısıyla yeniden kullanım niyetini etkilediğini göstermektedir. Çalışmada uygulamaya dönük katkılar açıklanmıştır.

 

Erişim linki: 17- Web Sitesi Kalitesi, Risk Ve Güven Bilişsel Çelişki Ve Tüketim Sonrası Davranışlar Üzerine Etkileri.pdf

 

18- Özel Alışveriş Sitelerine Yönelik Algılanan Hizmet Kalitesinin Bilişsel Çelişki, İçtepisel Satın Alma Ve Yeniden Satın Alma Niyeti Üzerindeki Etkisi.

 

Özet: Son yıllarda internet kullanım oranının artmasıyla birlikte online alışverişe eğilim de artmış ve bu durum hem üreticileri hem de tüketicileri önemli ölçüde etkilemiştir. İnternetin daha yaygın kullanılması internetten ürün ve hizmetlerle ilgili araştırma yapma, ürün ve hizmetleri kıyaslama ve de satın alma faaliyetlerini kolaylaştırmış; bunların yanında tüketici alışkanlıklarında ve firmaların pazarlama ve rekabet stratejilerinde de değişiklikler meydana getirmeye başlamıştır. Bu değişiklikler online pazarlarda yeni iş alanlarının ortaya çıkmasına yol açmış ve özel alışveriş siteleri son yılların trendi haline gelmiştir. Bireylerin üyelik sistemiyle alışveriş yaptıkları özel alışveriş sitelerinin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu artış online ziyaretçilere kaliteli bir hizmet sunmayı ve onlara iyi bir alışveriş deneyimi yaşatmayı önemli hale getirmektedir. Bu noktalardan hareketle yapılan çalışmada, özel alışveriş sitelerine yönelik algılanan web sitesi hizmet kalitesinin; online bilişsel çelişki, online içtepisel satın alma ve yeniden satın alma niyeti üzerindeki etkisi incelenmiştir. Araştırmanın verileri online anket yoluyla elde edilmiş ve 353 katılımcıya ulaşılmıştır. Çalışma sonucunda algılanan web sitesi hizmet kalitesinin online bilişsel çelişki üzerinde negatif yönlü bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca algılanan web sitesi hizmet kalitesinin online içtepisel satın alma üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Araştırma sonucunda elde edilen bir diğer bulgu da online bilişsel çelişkinin yeniden satın alma niyeti üzerinde negatif bir etkiye sahip olduğudur. Ayrıca online içtepisel satın almanın online bilişsel çelişki üzerinde pozitif yönlü bir etkiye sahip olduğu saptanmıştır. Araştırmanın sonunda özel alışveriş sitelerinin hizmet kalitelerini arttırmalarına yönelik önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 18- Özel Alışveriş Sitelerine Yönelik Algılanan Hizmet Kalitesinin Bilişsel Çelişki, İçtepisel Satın Alma Ve Yeniden Satın Alma Niyeti Üzerindeki Etkisi.pdf

 

19- Onlive Ve Offline Ortamda Satış Elemanının Bilişsel Çelişki Üzerindeki Etkisi

 

Özet: Bilişsel çelişki teorisi ve teorinin tüketici davranışı üzerine olan etkisi pazarlama alanında çevrimiçi olarak yapılan alışverişler ve perakende mağazalarda yapılan alışverişler üzerinden incelenmiştir. Bu alanda yapılan birçok çalışma olmasına rağmen, bilişsel çelişkinin çevrimiçi olarak yapılan alışverişler üzerindeki etkisini inceleyen sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu tezin amacı çevrimiçi ve mağaza ortamında perakende yapılan alışverişlerde satış elemanının etkisiyle birlikte tüketici tarafından yaşanan bilişsel çelişkinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesidir. Ek olarak, bilişsel çelişkiyi çevrimiçi ve perakende ortamda etkileyen faktörler olarak, algılanan güvenirlilik ve ilgilenim incelenmektedir. Araştırma bilişsel çelişki farklılığını bu iki farklı ortamda değerlendirilirken ürün grubu olarak, yüksel fiyatlı, yüksek ilgilenim gerektiren bir perakende ürünü seçilmiştir. Çalışmada tüketicinin karakter özellikleri ve bu farklıların bilişsel çelişki üzerine olan etkisi de incelenmiş bulunmaktadır. Veriler anket yoluyla farklı cinsiyet, yaş, gelir seviyesinden gelen 210 katılımcıdan alınan cevaplar doğrulusunda toplanmıştır. Satış elamanının tüketicilerle oluşturabilecekleri birebir ilişkiler doğrultusunda tüketiciler üzerinde yaratabilecekleri etkiler göz önüne alınarak çalışma sonuçları doğrultusunda karakter analizleri geliştirilmiştir. Analiz edilen veriler doğrultusunda çevrimiçi ve mağaza perakende ortamında tüketici tarafından yaşanan bilişsel çelişkide farklılıklar bulunurken, eş zamanlı olarak bu farklılıkların tüketicilerin bireysel özelliklerinden de kaynaklanabileceği öngörülmüştür. Bu sebeple, bulgular ilgilenim, cinsiyet ve tüketici karakteristikleri üzerinden gruplanarak ölçümlenmiştir. Çalışmanın satış elemanının bilişsel çelişki üzerindeki etkisini vurgulayarak, perakende mağazacılık & satış yönetimine etki sağlayacağı ve tüketici davranışı literatürüne katkıda bulunacağı öngörülmektedir.

 

Erişim linki: 19- Onlive Ve Offline Ortamda Satış Elemanının Bilişsel Çelişki Üzerindeki Etkisi.pdf

 

20- Tüketici Karar Verme Stilleri İle Online Bilişsel Çelişki, Algılanan Risk Ve Müşteri Memnuniyeti Arasındaki İlişkiler Ve Bir Uygulama

 

Özet: Bu araştırmanın amacı, tüketici karar verme stilleri ile bilişsel çelişki arasındaki ilişkide algılanan riskin moderatör etkisini incelemektir. Algılanan riskin, bağımsız değişken boyutları ile etkileşiminin sonucuyla tüketici karar verme stillerinin bilişsel çelişki üzerindeki doğrudan etkisinin farkı belirlenmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda, tüketici karar verme stilleri ve bilişsel çelişkinin müşteri memnuniyetine olan etkisi araştırılmıştır. Ayrıca, demografik değişkenlere göre bilişsel çelişki, algılanan risk ve müşteri memnuniyeti farklılıklarının ortaya konmasının da pazarlamacılara yol göstereceği düşünülmektedir. Araştırma “özel alışveriş siteleri” ile kısıtlandırılmıştır. Bulunan sonuçların, online satış yapan e-ticaret sitelerine öngörü yapması ve veri tabanı pazarlama uygulamalarının geliştirilmesine destek olması amaçlanmıştır. Araştırma, online alışveriş ile ilgili geniş bir perspektiften bilgi sağlamakta olup, yapısal eşitlik modeli ile analiz edilmiş ve literatüre yeni çıkarımlar sağlamıştır.

 

Erişim linki: 20- Tüketici Karar Verme Stilleri İle Online Bilişsel Çelişki, Algılanan Risk Ve Müşteri Memnuniyeti Arasındaki İlişkiler Ve Bir Uygulama.pdf

 

21- Düzeltici Metin ve Tahmin-Gözlem-Açıklama Stratejilerinin Öğrencilerin Bilişsel Çelişki Düzeyleri ve Kavramsal Değişimleri Üzerindeki Etkisi

 

Özet: Bu araştırmanın amacı, iki farklı kavramsal değişim stratejisinin bireysel ya da grupla kullanımının öğrencilerin bilişsel çelişki tür ve düzeyleri, kavramsal değişimleri, kimyaya yönelik tutumları ve kavramsal değişimlerinin kalıcılığı üzerindeki etkilerini incelemektir. Araştırma 2×2(x3) deneysel desende yürütülmüştür. Denekler, Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği Programı üçüncü sınıfında okuyan 73 öğrencidir. Bu öğrenciler, kimya alanında “maddenin yapısı” konusuyla ilgili kavram yanılgılarının giderilmesi için hazırlanan iki farklı web öğretim materyalini çalışmışlardır. Veriler iki faktörlü ANCOVA ve ANOVA ile çözümlenmiştir. Sonuçlar, düzeltici metin stratejisine dayalı web materyalini kullanan ve ortaklaşa çalışan öğrencilerin daha çok kavramsal değişim gerçekleştirdiklerini, bilişsel çelişkiye yönelik ilgilerinin daha yüksek, kaygılarının ise daha düşük olduğunu göstermiştir. Sonuçlar ayrıca, düzeltici metin stratejisine göre tasarımlanan web materyalini çalışan öğrencilerin kimyaya yönelik tutumlarının, tahmin-gözlem-açıklama stratejisi ile tasarımlanan materyali çalışanlarınkinden daha olumlu olduğunu ve öğrencilerde gerçekleşen kavramsal değişimin kalıcı olduğunu göstermiştir.

 

Erişim linki: 21- Düzeltici Metin ve Tahmin-Gözlem-Açıklama Stratejilerinin Öğrencilerin Bilişsel Çelişki Düzeyleri ve Kavramsal Değişimleri Üzerindeki Etkisi.pdf

 

22- Bir “Cemaat” Terör Örgütüne Nasıl Dönüştü? Gülen Cemaati’nin Eski Grup Üyelerinin Anlatımına Dayalı Değerlendirilmesi

 

Özet: 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye, etki alanı ve planlanan eylemin şiddeti göz önüne alındığında “işgal” denebilecek bir süreci atlattı. İşgal içerisinde yer alan bireylerin psikolojik durumlarının anlaşılabilmesi için Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) ne tür bir yapılanmaya sahip olduğunun araştırılması gerekmektedir. Bu araştırmanın amacı, belirli bir süre bu grup içerisinde yer almış bireylerin anlatımlarına dayalı bir şekilde grubun dinamiklerinin, yapısının, sembol kullanımlarının ve grubun devamlılığı açısından işlevsel olan davranışların irdelenmesidir. Bu terör örgütünün sosyal psikoloji literatüründe oldukça iyi bilinen grup sargınlığı, grup gururu, bilişsel çelişki olgularını kullanarak gruba üye devşirdiği düşünülmektedir. Dolayısıyla grubun yapısının ve çekiciliğinin anlaşılabilmesi açısından sosyal psikoloji perspektifi elzemdir.

 

Erişim linki: 22- Bir “Cemaat” Terör Örgütüne Nasıl Dönüştü? Gülen Cemaati’nin Eski Grup Üyelerinin Anlatımına Dayalı Değerlendirilmesi.pdf

 

23- DAİŞ’in Müslüman Gruplara Yönelik Eylemlerini Meşrulaştırma Stratejisi.

 

Özet: Siyasi, askeri, ekonomik, sosyal veya dinî taleplerle ortaya çıkıp taleplerinin gerçekleşmesi için şiddet eylemlerine başvuran, hükümetlere boyun eğdirebilmek için halkı yıkıcı eylemlerle korkutmayı hedefleyen gruplar terör grupları kapsamında incelenir. Terör grupları yıkıcı eylemlerini haklı, gerekli ve kabul edilebilir göstermek için çeşitli bilişsel mekanizmalar kullanırlar. Bu mekanizmalar yoluyla eylemci, eylemiuygulamada tereddüt etmesine sebep olabilecek ahlaki sınırlamalardan sıyrılabilir. 29 Haziran 2014’te halifelik ilan eden ve tüm Müslümanları topraklarına hicret etmeye davet eden Irak Şam İslam Devleti de hedefleri ve yöntemleri itibariyle terör grupları başlığında ele alınır. Bu çalışmada DAİŞ’in yayınladığı Dabiq, Konstantiniyye, Rumiyah ve Rumiyah English dergilerindeki ifadelerinde örgütün İslam anlayışı, öteki algısı, Müslüman öteki grupları ve bu gruplara yönelik eylemlerini meşrulaştırması ele alınmıştır. Seçilen kaynaklardan toplanan veriler karşılaştırmalı olarak betimsel analize tabi tutulmuştur. Elde edilen bulgular sosyal kimlik, bilişsel çelişki ve ahlaki geri çekilme teorilerinden yararlanılarak analiz edilmiştir. DAİŞ’in eylemlerini, adil dünya anlayışı, sosyal destek, sorumluluğun dağıtılması, ahlaki geri çekilme, örtmeceli dil kullanımı, avantajlı mukayese, sonuçların önemsizleştirilmesi, insanlıktan çıkarma ve suç yükleme mekanizmalarını kullanarak meşrulaştırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

 

Erişim linki: 23- DAİŞ’in Müslüman Gruplara Yönelik Eylemlerini Meşrulaştırma Stratejisi.pdf

 

24- İletişim Sürecinde Alıcı Anlamlandırmalarının Kuramsal Etkileşimi Pencereden Sarkan Sepetlerden Sanal Sepetlere Online Alışveriş

 

Özet: İnsan büyük bir ileti ağıyla kuşatılmış dünyada yaşamaktadır. Bu iletiler, kullanılan simgelerle, iletişim faaliyetlerinin etkin ve etkili bileşeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada; iletişim sürecinde alıcının, mesajı alma ve kabulünde, mesaja bakış açılarındaki kaçınılmaz farklılıkların kuramsal çerçevede vurgulanması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede iletişim sürecinde kaynağın alıcıya olan yaklaşımı ve alıcı anlamlandırmaları sorgulanmaktadır. Örnek olarak ise, alışverişin yeni yüzü online mağazalar seçilmiştir. Alıcının bakış açısı, ufku ile kaynağın, göndericinin ufkunun kaynaşması sonucunda ortaya çıkan anlamlandırma süreci makalenin konularını oluşturmaktadır. Çalışmanın sonucunda, iletişim sürecinde hedeflenen etki işlevinin en üst düzeyde yerine getirildiğini ve toplumsal bellekte ne denli etkili olduğunu söylemek olanaklıdır. Ancak alıcının da etkiyi kabullenme konusunda seçici olduğu görülmektedir.

 

Erişim linki: 24- İletişim Sürecinde Alıcı Anlamlandırmalarının Kuramsal Etkileşimi Pencereden Sarkan Sepetlerden Sanal Sepetlere Online Alışveriş.pdf

 

25- Sigara Paketleri Üzerinde Yer Alan Sağlık Uyarılarının Sigara Kullanıcıları Üzerindeki Etkileri Konusunda Bir Derleme

 

Özet: Sigara paketleri üzerine uyarı mesajlarının yazılması sigara ile mücadele kapsamında uygulanan politikalardan biridir. Her gün milyonlarca kişi bu uyarı mesajlarına maruz kalmaktadır. Bu nedenle, sigara paketleri üzerinde yer alan uyarı mesajlarının etkinliğinin arttırılması  ve bireyler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada sigara paketleri üzerindeki sağlık uyarıları ile ilgili yapılmış çalışmaların ele alınması amaçlanmıştır. Bu kapsamda ilk olarak sigara paketleri üzerinde yer alan uyarı mesajlarının tasarımına (hem resim hem metin içeren birleşik uyarılar mı yoksa sadece resim ya da metin uyarıları mı kullanılmalı?; düz paket uygulamasına geçilmeli mi? gibi) ilişkin çalışmalar gözden geçirilmiştir. Ardından, sigara uyarılarının tasarımının yanı sıra uyarılarda verilen mesajların içeriği de (örn., mesajların çerçevesi) sigara kullanma davranışı üzerinde etkili olabildiği için bu konuyla ilgili yapılmış çalışmalara yer verilmiştir. Ek olarak, sigara paketleri üzerinde yer alan rahatsız edici uyarı mesajları bazı sigara kullanıcıları üzerinde savunmacı tepkilere yol açabilmektedir. Bu bağlamda rahatsız edici sigara uyarılarına yönelik savunmacı tepkiler, psikolojik tepkisellik (1), bilişsel çelişki (2), dehşet yönetimi (3) ve benlik-olumlaması kuramları (4) çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır. Son olarak, bu savunmacı tepkilerin nasıl azaltılabileceği (düz cümle yerine soru cümlesi yazılması vb.) ilgili alan yazın temelinde değerlendirilmiştir.

 

Erişim linki: 25- Sigara Paketleri Üzerinde Yer Alan Sağlık Uyarılarının Sigara Kullanıcıları Üzerindeki Etkileri Konusunda Bir Derleme.pdf

 

26- Sosyal Medyada Sahte Haberin Yayılmasında Kullanıcı Faktörü

 

Özet: Sahte haber kasıtlı dezenformasyonun geleneksel haber medyası (basılı yayın) veya çevrimiçi sosyal medya aracılığıyla yayılan aldatmacalardan oluşan bir haber türüdür. Dijital ve sosyal medya sahte haberlerin kullanımını geri getirmiş ve arttırmıştır. Gerçek sonrası (Posttruth) dönemde sahte haberlerin önemi oldukça artmış, medya kuruluşları açısından, çevrimiçi reklamcılık geliri elde etmek, kullanıcıyı web sitelerine çekebilmek adına kullanılagelir olmuştur. Sahte haber makaleleri, hiciv haber web sitelerinden veya bir amaca hizmet etmek için yanlış bilgileri yayma teşviki olan bireysel web siteleri gibi kaynaklardan yayılım gösterir. Manipülatörlerin genellikle kasıtlı olarak yanlış bilgileri yaymayı umut ettikleri bu tür makalelerin tespit edilmesi oldukça zordur. Manipülatif kaynaklar tanımlanırken, WhatsApp, Messenger, e-posta içeriği gibi sosyal medya etkileşimleri dahil olmak üzere bu mecralarla sınırlı olmayıp birçok diğer özelliğe de bakılmalıdır. Bunun yanı sıra sahta makaleler ve haberlerde kullanılan literatürün oldukça karışık olmasının nedeni kullanıcıda kafa karışıklığı yaratma arzusudur.

 

Erişim linki: 26- Sosyal Medyada Sahte Haberin Yayılmasında Kullanıcı Faktörü.pdf

 

27- Yoksulluk, İnsan Onuru Ve Din

 

Özet: Genelde dinlerin özelde ise İslam’ın teorik çerçevesi incelendiğinde, yoksulluğun insan onurunu zedeleyen etkilerini hafifletmeye yönelik öğretilerin bu çerçeve içerisinde önemli bir yer işgal ettiği görülmektedir. Bu makale, böyle bir gözlemden hareketle ele alınmış olup öncelikle yoksulluk-insan onuru ilişkisinin sosyal psikolojik açıdan bir değerlendirilmesi yapılmıştır. Sonra bu değerlendirmenin perspektifinde yoksulluk, insan onuru ve din ilişkisinin, özellikle İslam’ın yoksulluğun insan onuru üzerindeki olumsuz etkilerini telafi etmeye, insan onurunu korumaya yönelik teorik bağlamı ve bu bağlamın gündelik hayata yansıma biçimleri anlaşılmaya çalışılmıştır.

 

Erişim linki: 27- Yoksulluk, İnsan Onuru Ve Din.pdf

28- Cognitive Dissonance: Five Years Later

 

Özet: This article reviews critically the experimental evidence in support of cognitive dissonance theory as applied to complex social events. The criticisms which can be made of this literature fall into 2 main classes. 1st, the experimental manipulations are usually so complex and the crucial variables so confounded that no valid conclusions can be drawn from the data. 2nd, a number of fundamental methodological inadequacies in the analysis of results—as, e.g., rejection of cases and faulty statistical analysis of the data—vitiate the findings. As a result, one can only say that the evidence adduced for cognitive dissonance theory is inconclusive. Suggestions are offered for the methodological improvement of studies in this area. The review concludes with the thesis that the most attractive feature of cognitive dissonance theory, its simplicity, is in actual fact a self-defeating limitation.

 

Erişim linki: 28- Cognitive Dissonance: Five Years Later.pdf

 

29-  A Self-Standards Model of Cognitive Dissonance

 

Özet: This article presents a new model for understanding the role of the self in cognitive dissonance processes. We focus on the controversies among three major theories of how cognitions about the self mediate dissonance processes: Self-consistency (Aronson, 1992), Self-affirmation (Steele, 1988), and the New Look perspective (Cooper & Fazio, 1984). It is argued that each of these contemporary revisions of dissonance theory assumes that dissonance begins when people commit a behavior and then assess the meaning of the behavior against a standard for judgment. However, each approach makes different predictions for how self-knowledge mediates dissonance because each assumes different self-attributes and standards are used to assess the psychological meaning of a given behavior. The proposed model suggests that the basis of dissonance motivation and the role played by cognitions about the self depend on the type of self-standards made accessible in the context of discrepant behavior. By examining the ways in which people use self-standards to assess the social appropriateness or personal quality of their behavior and use self-attributes to reduce their discomfort, the proposed model can predict the conditions under which each of the contemporary views of the self in dissonance is the most accurate explanation of the process of dissonance arousal and reduction.

 

Erişim linki: 29- A Self-Standards Model of Cognitive Dissonance.pdf

 

30- Long-Term Behavioral Effects of Cognitive Dissonance

 

Özet: Since the publication of A Theory of Cognitive Dissonance (Festinger, 1957)) a large number of studies have been conducted to test a variety of deductions from the theory. Although not all of the results have been positive, in general the published research has supported the basic t’heory (see Brehm and Cohen, 1962, for a review).

There is, however, one quite serious limitation in this research. Virtually all of the results supporting dissonance theory have involved attitudes of one sort or another as measured by paper and pencil questionnaires, and all of the significant effects were found a very short time after the experimental manipulation. The authors of these studies have made the explicit or implicit assumption that the same results would also hold for appropriate behavioral measures and that with sufficiently powerful manipulations the effects would endure for some time. Unfortunately, there is little or no evidence supporting such an assumption.

 

Erişim linki: 30- Long Term Behavioral Effects of Cognitive Dissonance.pdf

 

31– On the Cultural Guises of Cognitive Dissonance: The Case of Easterners and Westerners

 

Özet: Cognitive dissonance and effects of self-affirmation on dissonance arousal were examined cross-culturally. In Studies 1 and 2, European Canadians justified their choices more when they made them for themselves, whereas Asian Canadians (Study 1) or Japanese (Study 2) justified their choices more when they made them for a friend. In Study 3, an interdependent self-affirmation reduced dissonance for Asian Canadians but not for European Canadians. In Study 4, when Asian Canadians made choices for a friend, an independent self-affirmation reduced dissonance for bicultural Asian Canadians but not for monocultural Asian Canadians. These studies demonstrate that both Easterners and Westerners can experience dissonance, but culture shapes the situations in which dissonance is aroused and reduced. Implications of these cultural differences for theories of cognitive dissonance and self-affirmation are discussed.

 

Erişim linki: 31- On the Cultural Guises of Cognitive Dissonance The Case of Easterners and Westerners.pdf

 

32- Self Perception: An Alternative Interpretation Of Cognitive Dissonance Phenomena

 

Özet: A theory of self-perception is proposed to provide an alternative interpretation for several of the major phenomena embraced by Festinger’s theory of cognitive dissonance and to explicate some of the secondary patterns of data that have appeared in dissonance experiments. It is suggested that the attitude statements which comprise the major dependent variables in dissonance experiments may be regarded as interpersonal judgments in which the observer and the observed happen to be the same individual and that it is unnecessary to postulate an aversive motivational drive toward consistency to account for the attitude change phenomena observed. Supporting experiments are presented, and metatheoretical contrasts between the “radical” behavioral approach utilized and the phenomenological approach typified by dissonance theory are discussed.

 

Erişim linki:  32- Self Perception An Alternative Interpretation Of Cognitive Dissonance Phenomena.pdf

Hazırlayanlar: Şeyma Fidan ve Betül Yılmaz

Öne Çıkan Görsel: Batuhan Palabıyık

Leave a Reply