Yenilik mi Taklit mi: Yapay Zeka Tehlikeli mi?

Avrupa halk hikayelerinde Basilisk denen sürüngenimsi bir yaratık vardı. Basilisk öylesine güçlü ve acımasızdı ki gözlerine bakma cüretini gösteren herkesi ölümle lanetlediği anlatılırdı. Yıllar içinde insanların korkuları değişti, korku hikayelerinde sürüngen krallar daha az yer aldı. Ama Basilisk’i korku kültürünün tozlu sayfalarında kaybetmedik. Onu modern dünyada, yapay zeka tartışmalarının en ürkütücü olanlarından birinde bulduk.

Roko’nun Basiliski olarak anılacak düşünce deneyi, 2010 yılında Roko adlı bir internet kullanıcısı tarafından paylaşıldı. Roko’ya göre yeterince güçlenmiş bir yapay zekanın onun gelişimine katkıda bulunmamış herkesi yok etmek istemesi (ve buna gücünün yetmesi) ihtimali vardı. O zamanlardan beri Roko’nun Basiliski internet kültüründe çokça ilgi çeken bir tartışma noktası oldu. Gerçek bir hipotez veya bilimsel bir tartışma konusu olmasa da çıkış noktası ve popülerliği incelenmeye değer. Basilisk’e benzettiğimiz yapay zekanın doğa-dışı bir yaratık olduğunu söylemekle kalmadık, onu kindarlık duygusuyla itham ettik. Üstelik bu tür tartışmalar o zamandan bu yana durmadan arttı. Her yeni gelişme ile yapay zekanın sadece becerilerini değil, potansiyel niyetlerini de sorgular olduk.

Yapay Zekanın Dünyası

Son yıllarda yapay zekadan kaçmak imkansız. Günlük hayatımızın içine sızmış ve sadece bugüne değil, yarına dair düşüncelerimizi de ele geçirmiş durumda. Modern dünyada varlığını göz önünde bulundurmadan gelecek hakkında konuşamıyoruz. Teknolojik gelişmelere çoğunlukla iyimser baksak da birçoğumuzda bir tür “yapay zeka anksiyetesi” başladı. Bildiğimiz dünyayı değiştireceğinden ve elimizdekileri alacağından korkuyoruz. İnsanlar olarak tahmin edilebilirliğe ihtiyacımız var. Hızla gelişen yapay zeka teknolojisinin kontrolü, etik ikilemleri, çalışma hayatındaki negatif etkileri gibi konularda endişelenmemiz normal. Yine de kaygılarımızın bunlarla sınırlı olmadığı açık.

Belki de tüm bu gelişmelerin bizi toplu bir sorgulamanın ortasına çektiğini hissediyoruz. Bunun işaretleri Roko’nun Basiliski gibi uçuk tartışmalarımızda veya popüler bir talk show’a “katılan” yapay zeka robotuna sorduğumuz görünürde absürt soruda ortaya çıkıyor “İnsan olmak istiyor musun?”.

Yapay zeka ile ilgili problemimiz, ışık hızında matematik yapması veya sayfalarca bilgiyi tek paragrafta özetleyebilmesi değil. Böyle yenilikleri sevinçle kucaklıyoruz. Bizden daha zeki, daha hızlı olmasını sorun etmiyoruz. Ürpertimiz, yapay zekanın mühendislik evreninden sanat, edebiyat gibi beşeri alanlara sızmasıyla başlıyor. Yani insanlara özgü sandığımız şeyleri yapabilmesiyle. Sanki bulanık bir aynada insanlığımızla göz göze geliyoruz, hızla gelişen teknoloji insan olmanın anlamını soruyor. Sınırsız bilgiye sınırsız hızlı erişebilen yapay zeka bizden iyi edebiyat, sanat, müzik, felsefe yaparsa doğanın biriciği statümüzü kaybeder miyiz?

Hayır.

Cevap insan deneyiminin kendisinde yatıyor ama öncesinde bir düşünce deneyinden daha bahsetmeliyiz.

Mary’nin Odası

Mary adında, tüm hayatını siyah-beyaz odada geçirmiş bir nörolog düşünün. Kendisi renkleri hiç görmemiş olmasına rağmen, insanlarda renk algısı onun uzmanlık alanı. Renklerin fiziksel bilgilerine, renkleri algılama süreçlerine dair bütün fiziki ve biyolojik bilgilere eksiksiz hakim. Düşünce deneyinin sorusu şu: Mary bir gün renkleri görebilirse yeni bir şey öğrenmiş olur mu? Yani öznel deneyimi, ona nesnel bilgisinin veremediği bir bilgi verir mi?

Mary’nin Odası, bir fenomen hakkındaki gerçekleri bilmek (örneğin, renkle ilgili tüm fiziksel gerçekleri bilmek) ile bu fenomeni gerçekten anlamak veya öznel olarak deneyimlemek arasındaki ayrımı vurgular. Yapay zeka alanındaki tartışma konularından biri, onun öznel deneyimlere sahip olmasının mümkün olup olmadığı. Tüm bilgilere sahip yapay zekanın öznel deneyimi olmadan belirli bir olguyu gerçekten anlayıp anlayamayacağını tartışırsak yaratıcı ürünlerinin doğası hakkında şüphe duymaya başlarız.

İyi yazarlığın sırrı yazdığından çok okumaktır. Hiç okumayan yazar iyi bir romancı, hiç dinlemeyen müzisyen iyi bir besteci olamaz. Bütün yaratıcı çalışmalar, önceki insanların yaratıcı çalışmaları üzerinde yükselir. Bununla beraber insanların yaptığı taklit değil, çıkarımdır. İnsan iyi bir kitap, film veya şarkıdan ilham almakla kalmaz. Onda kendinden bir şeyler bulur ve hayatını yaşarken bir şekilde onu hep yanında taşır. Bu yüzden güzel, hatta kusursuz, tahmin edilir olanı aramaz. İnsani olanı arar.

Makineleşmek

Bunları yazarak, “İnsan gibisi yok ya…” benzeri bir düşünceye varmaya çalışmıyorum. Dokunduğu her şeyi zehirlediği için insanın romantize edilecek bir yanı yok. Süper yapay zekanın insanları yok edeceğine inanmasam da insan elinde ölümcül olma potansiyeli taşıdığını biliyorum. Yapay zeka ve insanı satırlarca karşılaştırırken esas amacım insanı makineden ayırmaktı. Son yıllarda artan insanı verimliliğiyle ölçme tutkusu, maddi kazanç sağlamayan her şeyi değersiz görme eğilimi hepimizi değerimizi makineleştiğimiz kadar görmeye mecbur bıraktı. Dolayısıyla gerçek bir makinenin bizden daha değerli olacağını düşünür hale geldik.

Bu noktada bir yol ayrımına yaklaşıyoruz. Ya makineleşmeye verdiğimiz değeri kenara bırakıp doğanın parçası olduğumuzu kabul ederek tüm teknolojik gelişmelerin bize yardımcı olmasını sağlayacağız ya da makinelerle girdiğimiz imkansız rekabette ısrarcı olup hem doğamızı hem birbirimizi kaybedeceğiz.

 

Bu yazıda anlatılanlar ilginizi çektiyse No, Ai “Art” is not Art. ve Mary’nin Odası: Felsefi Bir Düşünce Deneyi videolarına göz atabilirsiniz.

Yapay zeka konulu başka bir yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

 

Kaynaklar

Jackson, F. (1982) ‘Epiphenomenal qualia’, The Philosophical Quarterly, 32(127), p. 127. doi:10.2307/2960077.

Bu yazıda kullanılan görsellerin tamamı Playground AI tarafından oluşturulmuştur.

 

Editör: Rana Çevik

Leave a Reply