Bozuk Saat

Kendimi yetişkin olarak nitelendirebildiğim son birkaç yılın bana kattığı yegane şeyin iletişim olduğunu fark ettim. Aslında kötü bir diksiyonum veya çekingen bir yapım olmamasına karşın iletişim konusunda kendi kendime yaptığım “muhteşem” konuşmaların yansımasını dahi toplum içinde yapamadığımı anladım. Bu durumun farkındaydım da bunu kendime söylemekten mi çekiniyordum yoksa farkına vardığım ilk an geçmişte kaçırdığım fırsatların mı farkına vardım, bunu bilemiyorum…

Toplum içinde toplumun istekleri ve benim beklentilerimin çatıştığı noktalarda kendimi, olmak istediğim kişi ya da hazlarını yöneten bir birey olmaktan çıkarıp toplumun beklentilerine ve beraberindeki getirilerine odaklanmış bir hizmetçi olarak buldum. Klonlanmış gibi konuşan ve yaşamını idame ettiren insanların arasında farklı düşüncelere sahip bireylerin dışlanışını, kimi zaman köreltilerek yok edilişini süreçler eşliğinde gördüm. Anlık bir aydınlanma yaşamadan zamanın bana sunduğu ve bir nimet olarak değerlendirdiğim bu fark edişin avantaj ve dezavantaj kümelerini her ne kadar mukayese etmek istesem de sonuçta geldiğim nokta üzerinden hareket etmenin her anlamda avantajlı olacağı kanısına vardım.

Farklı olarak insanların arasından sıyrılmak mı, yoksa zaten her insanın farklı olduğu dünyada aynılaştırma çabası mı? Ütopik bakış açılarıyla yola çıktığım bu serüvende açtığım her kapının ardında soru işaretleriyle karşılaştım. Karşılaştığım her soru ise beni biraz daha farklılaştırdı. Çevremde aynı soruları soran, aynı cevapları veren, aynı yolları yürüyen ve bu istekle yanıp tutuşan insanları gördükçe farklılığın korkulan ve çetrefilli bir yol olduğunu düşündüklerini hissettim. Hal böyleyken iletişim eksikliğimi kendimde aramanın doğruluğunu sorgularken diğer taraftan toplumun bana dayattığı kriterlere uymamanın cezasının kendimde; toplum ile aramdaki iletişim eksikliğini sorgulamam olduğunu düşündüm. Gel gelelim ki hayat bana akıştaki güzelliklerden faydalanmam için bazı cevaplar gönderdi. Lakin bu cevaplara ulaşmam farklılığın ayrıştıran değil birleştiren bir güç olduğunu anlamamla başladı.

Sporcu kökenli bir birey olmanın avantajlarını yıllarca yaşadım. Nitekim bu dünyadan çıkamadığım gibi avantaj kümesini genişletmek için de elimden geleni yapıyorum. Kendimi yetişkin olarak adlandırdığım bu son birkaç yılda ise antrenörlük yapmaktayım. Spor bilimleri öğrencisi olarak okulumu bitirmeden çalışma hayatında var olmanın sancılarını yaşasam da kendime yüklediğim sorumluluk ve beraberinde getirdiği bilinç olgunlaşmamı ivedilikle tetikledi.

İşim gereği küçük yaş çocuklarla çalışmak ve uzun süre onlarla birlikte eğitim-öğretim sürecini paylaşmak onların dünyasında yeni, çok popüler olmayan ve kendilerine ait bir kahraman yaptı beni. Oyuncaklarını ilk bana gösterme istekleri, okulda yaptıklarını anlatma hevesiyle hafta sonunu beklemeleri ve ilk ‘öğretmenim seni çok özledim’ diyen kişi olma hevesleriyle yanıp tutuşan çocukların televizyonda çizgi karakteri yayınlanmayan kahramanları, ben…

Bu çocukların hayali olmayan kahramanları olduğuma göre onların ilerleyen hayatlarında da başarılarını ve mutluluklarını görmek için neden uğraşmayayım peki? Bu soruyla birlikte hatrı sayılır bir süredir zihinsel performans antrenörü olmak için çalışmalar yapmaktayım. Alt dallarında ise spor pedagojisi ve spor psikologluğu gibi konuların devreye girmesiyle kendimi saatlerce kitap okuyan, araştırma yapan ve sunum hazırlayan bir işçi-öğrenci olarak buldum. Bilgi birikimim arttıkça hayallerimin ve hedeflerimin de sınırlarının genişlediğini gördüm. Bu birikimlerimi ise kendi öğrencilerimle ve ebeveynleriyle tecrübe ettim. Çocukların dünyasına girmekte ustalaştım diyemem ancak onlarla o kadar iyi iletişim kuruyorum ki, toplum içinde iletişim kurmanın çocuk oyuncağı olduğunu fark ettim. Hem de bu çocukların oyuncağı…

5 yaşındaki bir öğrencimin verdiği cevabın bende uyandırdığı hisler belki sizde de uyanır diye yazıyorum. Isınma hareketlerimizden birinde başımızı sağa ve sola doğru, kulağımız omzumuza değecek şekilde yatırıyoruz. Bu hareketi yaparken çocukların eğlenmesi ve sıkılmaması adına tik-tak diye ses çıkarıyoruz. Onlara bu hareketi gösterirken “Tik-tak sesi nereden gelir?” diye soruyorum. Çoğunlukla hep bir ağızdan ‘saaaaat’ sesini duyuyorum. Bir gün başka bir şey soracağım tuttu ve cevabını kendim de düşünmeden ve düşünsem de uzun süre bir cevap veremeyeceğimden emin bir şekilde “Tik-tak sesi nereden gelmez?” diye sordum. 5 yaşındaki öğrencim bana baktı, hiç düşünmedi ve inanılmaz bir rahatlıkla “bozuk saatten” dedi. Tabii ya… tabii ki bozuk saatten. Peki bana bunu düşündürtmeyen şey neydi?

Bu bilimin içindeki kısa süreli ancak bitmeyeceğine inandığım varlığımla şunu deneyimledim ki toplum ile iletişim ve toplum içerisinde farklı düşünme çocuk yaşta öğrenilir. Bu konuda kendini eksik hisseden yetişkinler ise çocuklardan eğitim alabilir…

 

Yazar: Furkan Güven

 

Konuk yazar olmak ister misiniz? Başvurun!

Leave a Reply