Animasyonlar Beden Algılarımızı Nasıl Şekillendiriyor?
Henüz dünyayı yeni yeni keşfeden küçücük bir çocukken büyülenerek izlediğimiz ve bugünkü yaşımızda hala bizi oturduğumuz yerden kalkmadan bambaşka serüvenlere götüren animasyonlar hepimiz için birer masumiyet sembolüdür. Dünyayı kurtaran yakışıklı ve kaslı süper kahramanlardan tutun da güzelliği ve iyi niyeti yüzünden kabul ettiği elmadan zehirlenen Pamuk Prenses’e kadar her türlü karakter çocuk zihnimizde dünya düzeninin bir parçası haline geliyor. Peki, daha doğru düzgün cümle bile kuramazken iyilik ve kötülük kavramlarını hayatımıza dâhil eden animasyonlar bize gerçekten ne öğretiyor?
Ufak bir soruyla başlayacak olursak, iyi karakter denildiğinde aklınızda ne canlanıyor? Uzun sapsarı saçları, masum bakışlar atan kocaman yeşil gözleriyle; dış dünyanın kötülüğünden korunmak için bir kuleye hapsedilen masumiyet timsalimiz Rapunzel mi? Göz alıcı kızıl saçları, masmavi gözleri ve kadife sesiyle bir cadı tarafından kandırılan Ariel mi? İncecik beli, beline kadar uzanan gür saçları ve duru güzelliğiyle; yaşadığı şehrin tek bir sokağını dahi görmeden büyüyen Prenses Yasemin mi? Yoksa ufacık bir bebekken lanetlenip sonsuz bir uykuya dalan ve kurtarıcı prensini bekleyen, güzelliğini anlatmaya bile gerek yok, adı üzerinde Uyuyan Güzel mi?
Bunları yazarken bile fark ediyorum ki hepimizin zihninde bir iyi insan stereotipi var. Bu stereotipler yeri geldiğinde hayatımızı kolaylaştırsa da bazen bizi esir alabiliyor. Bu esaretin en tehlikeli yanı ise çocukluğumuzda biz farkında bile olamadan şekillendirilmiş olan algılarımızı değiştirmenin pek de kolay olmaması. Şimdi hep beraber iyi karakterlerimizin ortak yanlarını düşünelim. Öncelikle hepsi çok güzel(?). Böylece bir çıkarım yapabiliyoruz ki o da güzel olanın iyi olduğu. Peki, ama güzellik ne demek? Kim güzel, kim çirkin? İşte tam bu noktada prenseslerimiz devreye giriyor. Büyük bir çoğunluğunun upuzun ve parıl parıl saçları var, iri gözleri, küçük ve kalkık burunları, şekilli dudakları ve muntazam ciltleri. Tam da güzellik kriterlerimiz bitti derken vücut ölçüleri gözümüze çarpıyor. İnce belleri, orantılı vücutları ve büyük bir çoğunluğunun bembeyaz tenleri bize asıl güzelliğin ne olduğunu aşılıyor.
Böyle uzun uzun anlatmışken bir de kötü karakterlere bakalım. Mesela Deniz Kızı masalımızın kötü deniz cadısı Ursula. Boz bir ten rengi, büyük bir ağız, kalkık kaşlar ve kemerli bir buruna sahip olan cadımızın en belirgin özelliklerinden biri ise prenseslerimizden epey bir kilolu olması. Bir diğer güzelimiz olan Kül Kedisi’nin zalim üvey anne ve kardeşleri de zihnimizdeki kötülük timsallerinden. Anne uzun boylu, siyah saçlı, yüzü uzun, kemerli bir burnu ve kibirli bir hava katan kalkık kaşları var, kıskanç kız kardeşler ise prensesimizin aksine daha yuvarlak bir yüze ve büyük bir buruna sahipler. Bir başka kötü anne modelimiz ise güzeller güzeli Rapunzel’in annesi Gothel. Gothel uzun boylu, kalkık kaşlı, büyük burunlu ve siyah kıvırcık saçları olan bir kadın.
Tüm bu detaylardan yola çıkarak, animasyonlarda iyilik ve kötülük kavramlarının benzer fenotipler üzerinden şekillendiğini söylemek güç değil. Aynı şekilde iyilik ve kötülük şemalarını yeni yeni oluşturan çocukların da, animasyonlar sayesinde bu şemalara birer fenotip eklemesi işten bile değil. İşte tam da öğrenmenin en verimli çağlarında algılarımızı şekillendirmek için büyük bir fırsat. Böylece televizyonun karşısına oturmuş; büyük bir heyecanla animasyonunu seyreden o küçük çocuğun, beden algıları oldukça çarpık bir genç ergen bireye olan dönüşümünü gözlemleyebilirsiniz.
Peki ya gerçek hayat? Basmakalıp Disney prensesleri ya da Barbie bebekler hayatlarımızın merkezine oturmuş durumda. Biz farkında bile olmadan bizlere aşılanmış olan bu güzellik algılarını, başta kendimizde olmak üzere çevremizde arıyoruz. Günümüzde sosyal medyadan, Hollywood’dan hayatımıza girdiği söylenen tüm bu estetik furyasının aslında çok daha erken yaşlarda bizlere dayatıldığının bilincinde olmak oldukça kritik. Ancak animasyonların algılarımızı değiştirmek konusunda yalnız olmadığı da yadsınamaz bir gerçek.
Tüm bu kafa karışıklığımı doğuran, çocukluğuma ve beden algılarıma dair derin sorgulamaların içine düşmemi sağlayan bu yazının amacı sizlerin de biraz olsun kafasını karıştırmak. Aslında kafa karıştırmaktan ziyade vücudunuzla ilgili tatminsizliklerinizi yeniden gözden geçirmenizi sağlamak. Yalnız bu aşamada animasyonlara ve çocukluğunuza dair az da olsa yaşayacağınız hayal kırıklığından dolayı üzgün olduğumu belirtmek ve bu konuda yalnız olmadığınızı hatırlatmak adına bir de şarkı önerisinde bulunmak istedim. Keyifli okumalar:)
Mad at Disney – Salem Ilese https://www.youtube.com/watch?v=MsZY5-F8OOo
Bu yazıyı beğendiyseniz beden algı bozukluğu ile ilgili yazımıza buradan ulaşabilirsiniz!
Öne Çıkan Görsel: Pinterest
Görsel 1: Pinterest
Görsel 2: Twitter
Editör: Gülbin Daldal
[…] “Animasyonlar Beden Algımızı Nasıl Şekillendiriyor?” adlı yazımıza buradan […]