Veba ile Yaşama Rehberi: Veba Romanından Çıkarımlar
Önceleri olabildiğince sıradan olan halk, bugünlerde umutsuzluk ile doludur. Bir felaketin ayak sesleri en gündelik eylemleri bile gölgelemiş, acı bir kaderin beklentisi soludukları havanın içindeymişçesine kaçınılmaz hale gelmiştir. Yalnızlık her haneyi sarmış, izolasyon her bir insanın omuzlarına çökmüştür. Buradaki insanlar diğerlerinin acılarına duyarsızlaşmış, evlerden gelen inleme ve ağlamaları bile halkın doğal diliymişçesine normalleştirmişlerdir. Dış dünyada devam eden hayata öfkeli, birbirlerine güvensizlerdir ve direniş halinde olamayacak kadar da sinmişlerdir.
Veba romanında Albert Camus bu şehrin hikayesini anlatır. Cezayir’in Akdeniz kıyısındaki Oran kenti vebaya yakalanmıştır ve veba acımasız bir hastalıktır. Hiçbir ayrım gözetmeksizin giderek daha fazla insanı, görünürde rastgele biçimde öldürmektedir. Böyle bir felakete her anlamda hazırlıksız olan Oran sakinleri için hayat durmuştur. Şimdi sadece anlamsızlık, belirsizlik, çaresizlik ve korku vardır.
Oran sakinlerinin yaşadıkları bana yabancı değil. Şimdi çok uzakta kalmış gibi hissettirse de karantina üzerine çökenlerdendim ben de zamanında. O zamanlar dünyada yaşananlara benzeyen her şeyi tüketme kararı almış gibiydim: salgın hikayeleri, filmleri ve diğerleri. En çaresiz sorularımın cevabını bulabileceğimi sanıyordum: “Ne yaşayacağım?” ve “Ne yapabilirim?”. Cevaplarını artık almış olduğumdan eskisi kadar ilgimi çekmiyorlar tabii. Bu da biraz haksızlık olmalı çünkü soruyorum, pandemiden önceki 73 yılda Veba’nın söyleyecek hiçbir şeyi yok muydu?
Salgın Altındaki Bir Şehrin Portresi
Veba’nın birden fazla karakteri var. Gece gündüz çalışan bir doktor, çaresizce kaçmaya çalışan bir gazeteci, karmaşayı maddi çıkarları için kullanan bir suçlu, görevlerine kabullenmişlik ile devam eden bir memur. Hiçbiri vebadan kaçamasa da her biri onun karşısında özgün bir duruşa sahip. Aynısı diğerleri için de geçerli: bir yandan koyverme hissiyle eğlenmeye dalanlar, öbür yanda dine sarılanlar… Karantina sürecindeki halimi bunlardan birine benzetebilirim muhakkak. Hatta belki bunları farklı aşamalar şeklinde yaşamışımdır. Önce inkar etmiş, sonra tadını çıkarmaya çalışmış, sonunda isyan etmiş veya teslim olmuşumdur. İki durumda da “Ne yaşayacağım?” sorusunun cevabını görür gibi oluyorum.
Veba’nın anlattıkları işte böyle insani ve evrensel. Haliyle okurken merak etmeden duramıyorum. “Vebayı nasıl yenecekler? Yenemeyip isyan mı edecekler, yoksa vebayla yaşamayı mı öğrenecekler?”. Merak etmekle kalmıyorum, alışık olduğum şekilde, bana ders vermesini bekliyorum. Bir mücadele öyküsünde mutlaka zaferler ve yenilgiler, doğrular ve yanlışlar olmalı. Bu da yetmez, öykü bana yol göstermeli. Beni tutup bana demeli ki: Bak şu insanların yaptığı doğruydu, şunlarınki ise yanlıştı. Bana vebanın nasıl yenildiğini öğretsin, diyorum ama öğretmiyor. Veba salgını geldiği gibi, sebep veya çözüm olmadan, aniden sona eriyor. Geride karmaşık hisler bırakarak ve mucizevi bir tedaviyle veya isyanla değil, kendiliğinden gidiyor.
Benim gibi geleneksel hikayelere alışmış biri için bu, heyecanla açtığım hediye kutusunun boş çıkması gibi. Yine de son sayfaları çevirdikçe şaşkınlığıma bir soruyla karşılık verildiğini duyar gibiyim. Veba’nın okuyucusunu hikayenin en başına döndüren sorusunu kendiminkine soruyorum: Sevgili okur, vebalı olmak ne demek?
Vebalı Olmak
Yazının başında Oran sakinlerini betimlemiştim: kaygılı, güvensiz, acıya duyarsızlaşmış, yalnız. Düşünmekten uyuyamadığım, kötü bir şey olacak hissini atamadığım, hangi acıya odaklanacağımı bilemediğim zamanları düşünüyorum. Vebalı olmak hastalığın kendisinden bağımsız, insan olmak ile ilgiliymiş gibi görünüyor artık.
Veba, tüm insanlığın ortak korkularından birine değiniyor: gündelik düzenin beklenmedik bir anda bozulması. Bazen aksini iddia etsem de diğerleri gibi ben de küçük dünyamın düzenine sarılıyorum. Camus bu çabamı yersiz görüyor çünkü sıkıca tutunduğum, hayatın tahmin edilebilir ve düzenli olduğu hissi bir yanılsamadan ibaret. Vebalı ve sağlıklı insanı birbirinden ayıran bu işte, birinin hayatın absürtlüğü ile yüz yüze gelmiş olması.
Bu yazı Veba romanının analizini yapmak veya Albert Camus’nun absürdist felsefesini anlatmak amacıyla yazdığımı söyleyemem. Aslında amacımın ne olduğundan hala emin değilim. Sanırım vebanın acımasız kuşatması ile insanın varoluşsal mücadelesi arasında derin bir bağlantı gördüğümü anlatmak istiyorum. Vebanın şehrin üzerine çöküşüyle hayatın kontrol ve tahmin edilebilir olduğu inancı ellerinden kayıp giden Oran sakinlerinin hislerini sıkça paylaşıyorum. Şartlar bambaşka olsa da yüz yüze geldiğimiz gerçek aynı. Veba’da belirsiz doğasıyla özünde absürt olarak anlatılan hayat aynı zamanda benim (ve tüm insanların) hayatı.
Vebaya Rağmen Yaşamak
Hayatın “absürtlüğü”nden bahsederken bu kavramın olumsuz olduğu izlenimini yaratmak istemiyorum. Veba romanının depresif olmayışı gibi bu kavramla yüzleşmem de hiçbir zaman olumsuz olmadı. Hayatın görünür rastgeleliği, benim seçtiğim şekilde anlam yaratma fırsatımı görmemi sağladı. Varoluşun belirsizliğini kucaklamak, evrene dair mutlak doğruları arama yükünden kurtulmak demekti aslında.
Oranlıların vebaya karşı değil ama vebaya rağmen verdikleri mücadelede buldukları bir teselli var. Oran’ın doktoru Rieux gibi ben de bazı büyük soruların cevaplarını hiçbir zaman bulamayacağımı bilerek, hepimize olduğu gibi, doğuştan vebalı olmama rağmen hayatımın sözde önemsiz köşelerine sarılarak buluyorum onu. Bazıları düşüncelerimin fazla iyimser, fazla hayalperest, fazla romantik olduğunu söyleyebilirler. Ben ise bunun yaşamanın en güzel biçimi olduğu konusunda Camus’ya katılıyorum.
“Bu, kendilerini tehdit eden köleliği reddetme biçimiydi ve görünüşte bu reddediş diğerleri kadar etkili olmasa da anlatıcı bunun anlamlı olduğunu ve çelişkili de olsa, bunun içimizde barındırdığımız en gururlu şey sayılabileceğini düşünüyor.”
Editör notu: Bu içeriği beğendiyseniz sitemizdeki Albert Camus: Bir Veba Portresi başlıklı yazıyı da okuyabilirsiniz!
Kaynaklar
Camus, A. (2015). Veba (26.baskı). (N. Öztokat, Çev.). Can Yayınları.
Öne Çıkan Görsel: Vox.com
Görsel 1: canyayinlari.com
Görsel 2: Pinterest.com
Editör: Rana Çevik
Vebalı olmak sorusunu görür görmez aklıma var olmak cevabı geldi. Daha sonrasında yazıda da bunu görmek iyi mi oldu yoksa kötü mü bilemedim. Camus’ye çabanı yersiz görmesi konusunda ne kadar katıldığımı düşünsem de ben de aynı çaba içindeyim ve gündelik yaşamın olağanın dışına çıktığı herhangi bir durumu düşünmek bile beni çok geriyor. Hatta bu durumu pandemide deneyimlememe rağmen hala korkunç geliyor bazen. Ellerine sağlık Bahar🤩
[…] ile ilgili bir başka yazımıza buradan […]