Gün Doğmadan Bir Şehir, İki Yabancı
Jesse ve Celine. Başlangıçta birbirine tamamen yabancı olan bu iki insanın hayatı bir tren yolculuğunda kesişir. Yolculuk sırasında kendi halinde kitabını okuyan Celine, yan tarafında oturan çiftin hararetli ve bir o kadar da gürültülü kavgasından rahatsız olarak eşyalarını toplar ve oturduğu yeri değiştirir. Trendeki çiftin tartışması sebebiyle yan yana oturan Jesse ve Celine yine aynı çift sayesinde ilk konuşmalarını gerçekleştirir. Sohbetlerine yemek vagonunda devam eden ikili, geçirdikleri keyifli vaktin ardından Viyana’ya ulaşır. Burası onlar için son duraktır. Çünkü Jesse, Viyana’da gün doğumuna kadar vakit öldürüp aktarmayla evine dönecektir. Celine ise aynı trenle yoluna devam edecektir. İzleyici için hikayenin sonu, kahramanlarımız içinse istemeden de olsa birbirlerine veda etmek zorunda kaldıkları bir an gibi gözükse de aslında her şey birlikte son durakları olan Viyana’da başlar.
Jesse trenden inmeden önce Celine’e bir teklifte bulunur ve Viyana’da gün doğumuna kadar kendisine eşlik etmesini ister.
“Bunu söylemediğime pişman olabilirim. Düşün şimdi, bundan yıllar sonra evlenmişsin ve çocukların olmuş. Hayatın monotonlaşmaya başlıyor, kocandan sıkılıyorsun. İşte o gün geriye bakıp hayatına giren adamları düşünüyorsun. Ben de onlardan biriyim.. Farzet ki yıllar sonra bana evet demediğine pişman oluyorsun ve yaşayabileceğin şeyleri merak ediyorsun. Şimdi benimle burda trenden in ve hayır dersen neler kaçırabileceğimizi görelim.”
Jesse için henüz yeni tanıştığı bir kadınla bu deneyimi yaşamak neden bu kadar önemli? Ya da o gün trende Celine yerine bir başkasıyla tanışmış olsaydı ona da aynı teklifte bulunur muydu? Celine ilk başta tereddüt etse de sonunda Jesse’nin teklifini kabul eder. Peki Celine neden kendisine hala bir yabancı olan bu adam için planlarını bozmaktan çekinmedi? Sadece meraktan veya hayatlarına bir renk katmak istemelerinden dersek durumlarını oldukça basitleştirmiş oluruz. İkisinde de var olan, bu deneyimi yaşama isteğinin kaynağının ilk andan beri aralarında oluşan çekim olduğunu söylersek yanılmayız. Sohbet ettikleri zaman dilimi boyunca göz temasını korumaya özen göstermeleri çekimi yaratan karşılıklı hoşlanma ve fiziksel çekicilik unsuruna denk gelmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımdan hayalinizde abartı tesadüflerin bulunduğu, uzun süren sessiz bakışmaların iç baydığı ve aşırı doz dramdan içinizi dışınıza çıkartacak romantik bir film canlandıysa Before Sunrise’ın bu özelliklerin hiçbirini taşımadığını söyleyebilirim. Bu yüzden bu film benim gözümde romantik bir filmden daha fazlası. Hem masalsı hem de bir o kadar sade bir film olmasını yönetmeni Richard Linklater’a olduğu kadar görüntü yönetmeni Lee Daniel’a da borçlu. Çiftin sizi içine çeken akıcı sohbeti eşliğinde her biri adeta bir tabloyu andıran Viyana sokaklarında gezerken ne sohbete dalıp bu görsel şöleni unutuyorsunuz ne de çevrede olup bitene odaklanıp sohbeti kaçırıyorsunuz. Bana göre bu bütünlüğü koruyan en önemli faktörlerden biri filmde iki ana karakterin dışındaki herkesin figüran olması. Böylece Jesse ve Celine’in dünyasına kolayca girebiliyor ve film bittikten sonra bile oradan ayrılamıyorsunuz. “Film bittikten sonra bile” diyorum çünkü “Before” üçlemesinin ilk filmidir aslında Before Sunrise. Dokuzar yıl arayla ve aynı oyuncu kadrosuyla gerçekliğini daha da pekiştirerek karşımıza çıkıyor devam filmleri. Son filmden dokuz yıl sonrasında yani 2022’de olması beklenen dördüncü film içinse bir süre planlamalar yapıldı. Hatta bu planların içinde güncel bir durum olan pandemiye de yer verildi. Fakat dördüncü bir film olup olmayacağı hala net değil.
“Eğer dünyada büyülü bir şey varsa, o birini gerçekten anlamaya çalışmak, biriyle bir şeyi paylaşmaya çalışmak olmalı. Bunun neredeyse imkansız olduğunu biliyorum. Ama ne önemi var. Cevap sadece denemek olmalı.”
Öne Çıkan Görsel: Pinterest
Görsel 1: Pinterest