(Bu yazı Patrick Melrose dizisiyle ilgili spoiler içerir!)
Patrick Melrose, Edward St. Aubyn‘in yarı otobiyografik özellik taşıyan aynı isimli roman serisinden uyarlanmış beş bölümlük mini bir dizi. Başrolünde Benedict Cumberbatch‘in oynadığı dizi, Patrick Melrose adlı ana karakterimizin genel olarak çocukluk, genç-yetişkinlik ve yetişkinlik olarak üç farklı dönemde yaşadıklarını anlatıyor. Yazıya konu olması da aslında tam bu nedenden. Çünkü dizi boyunca Patrick’in gelişim, değişim, karar ve kararsızlıklarını görüyoruz ve gördüğümüz her şeyin Patrick’in çocukluğunda yaşadığı ortamdan, ebeveynleriyle olan ilişkisinden ve bunların bıraktığı travmalardan kaynaklandığını görüyoruz. Bu travmalar Patrick’in kendisi için zararlı olan başa çıkma mekanizmalarına yönelmesine neden oluyor. Bunlar zamanla değişse de yaşanmışlıkları daima Patrick’le beraber kalıyor.
Dizi, Patrick’in genç-yetişkinlik dönemi olan 1980’li yılların başında başlıyor. İlk sahnede, Patrick’i babasının ölümünü öğrendiği bir telefon sahnesiyle görüyoruz ancak bu kadar trajik bir haber almasına rağmen onu gülümserken ve bir yandan da kullandığı uyuşturucunun etkisindeyken görüyoruz. İlerleyen sahnelerde bu durumun uyuşturucudan kaynaklanmadığını ve Patrick’in babasının ölmesine gerçekten sevindiğini öğreniyoruz. Bu arada aslında ailenin ne kadar kopuk olduğunu da öğreniyoruz. Patrick Londra’da yaşarken, babası New York’ta yaşadığı otel odasında ölü bulunuyor ve bu durumdan annesini haberdar etmesini söyleyen arkadaşına annesinin nerede olduğundan tam olarak emin değilmiş gibi bir cevap veriyor. Patrick, babasının ölüm haberini aldıktan sonra cenaze için yola koyuluyor. Burada onu aldığı ağrı kesicilerin etkisini kaybetmesi ve terleme, aşırı kaygı ve mide bulantısı gibi yoksunluk belirtileri göstermesiyle zor anlar geçirirken görüyoruz. Ve iner inmez yaptığı ilk işlerden birisi bu yoksunluğu gidermek oluyor. Daha sonra cenazeyi almaya gidiyor ve babasının cansız bedeniyle son bir konuşma yapıyor. Burada anlıyoruz ki Patrick, bir şeyler için babasını suçluyor ve onu asla affetmeyeceğini söylüyor. Daha sonra orayı terk ediyor. Patrick’in uyuşturucuları bir şeylerden kaçmak, bir şeyleri unutmak veya duygularını ve düşüncelerini bastırmak için bir çeşit başa çıkma mekanizması olarak kullandığını anlamlandırmamızı sağlıyor bu sahne aslında. Kendine uyuşturucu konusunda bağımlı yerine profesyonel demesi de aslında bağımlılığını kabul etmemesinin bir göstergesi olarak söylenebilir.
Bölüm ilerledikçe fark ediyoruz ki Patrick aslında bu yoksunluğu hiçbir şekilde gideremiyor. Uyuşturucuların etkisi kendini çok farklı şekillerde gösteriyor. Kafasının içinde sesler duyuyor, onlarla konuşuyor ve kafasının içindeki seslerle konuştuğunun farkında bile olmuyor. Yemek yediği restoranda diğer müşteriler onu şikayet edince garson bir sorun olup olmadığının soruyor ve Patrick ona “Sesler sadece kafamın içinde değil miydi?” diye cevap veriyor. Oradan ayrılıp otel odasına gittiğindeyse yine uyuşturuculara sarılıyor. Burada yine uyuşturucu etkisindeyken babasına olan sinirini, küllerinin bulunduğu kutuyu kırmaya çalışarak üzerinden atmaya çalışıyor ancak kutu bir türlü kırılmıyor. Bu sahne de Patrick’in aslında ne yaparsa yapsın ondan kurtulamayacağını düşünmesini sembolize ediyor.
Londra’ya döner dönmez yine alkol ve uyuşturucu kullanmaya başlayan Patrick, en sonunda çok büyük bir alkol komasına giriyor ve hastaneye kaldırılıyor. Daha sonrasında da rehabilitasyon sürecine girdiğini görüyoruz. Başta zorluk çekse de bir süre sonra devam etmeye karar veriyor ve ilerleyen zamanda onu tamamen arınmış bir şekilde görüyoruz. Burada kendisi için bir kırılma noktası olarak Patrick, arkadaşı Johnny ile babasının ona yaptıklarını paylaşıyor ve bunu ilk kez yaptığından bahsediyor. Olayların yükünü üstünden atıp ferahladığını anlayabiliyoruz o anda.
1960’lı yılların sonlarına, Patrick’in çocukluğuna ve yaşadığı bu olumsuz durumların birçoğunun nedenini öğrendiğimiz zamana gidiyoruz. Gayet güzel görünen bir evin içinde aslında evdeki herkesi tir tir titreten bir baba, ağrı kesicilere ve alkole bağımlı nevrotik bir anne, misafir olarak gelen ve daha sonraki bölümlerde de göreceğimiz, aralarında gözle görülür bir statü farkı olan ve alttakinin üsttekini açıkça ve hiç çekinmeden ezdiği, hor gördüğü bir grup aristokrat olan Patrick’in babasının arkadaşlarını görüyoruz. Bu tarz bir ortamda büyümüş olduğundan hiçbir zaman memnun olmadığını ve sürekli bu insanların ne kadar kötü olduğunu söyleyen Patrick’le ilgili bu bölümde kafamızda bazı şeyler netleşiyor. Babasının cinsel tacizleriyle karşılaşıyoruz ve gördüklerimiz Patrick’in babasını neden asla affetmeyeceğini açıklıyor. Babası onu bu yaşadıklarını kimseye söylememekle tehdit ettiği için bunu kimseye anlatamıyor küçük Patrick ve onu evlerinin yakınındaki ormanda ağaçlara vururken görüyoruz. Bununla birlikte bir zaman sonra annesinin evi terk ettiğini de görüyoruz. Bu da bize annesiyle ilişkisinin neden bu kadar kopuk olduğunu gösteriyor. Sürekli annesiyle konuşmak, iletişim kurmak isteyen Patrick, annesi tarafından da terk ediliyor. Bu gibi olaylar yaşaması onu derinden etkiliyor.
Sosyal çevrenin insan gelişimine olan yadsınamaz etkisini de çok net bir şekilde görüyoruz bu kısımda. Dizide kullanılan üç dönem arasındaki geçişler de bu travmaların gelecekteki Patrick’i nasıl etkilediğini ve bu olayları unutamadığını göstermek için seçilmiş çok güzel bir yöntem.
2000’li yılların başına geldiğimizde ise Patrick’in karısı ve iki çocuğuyla güzel bir hayat sürdürdüğünü ve başarılı bir avukat olduğunu görüyoruz. Ancak bunu bozan bir şey oluyor. Annesinin onu bu kadar umursamadığını düşünerek büyüyen Patrick, annesinin mirasının kendisine değil de bir hayır kurumuna bağışlanacağını öğreniyor ve üstüne annesi bu konuyla ilgili belgeleri kontrol etmesi için ondan yardım istiyor. Bu duruma hem içerliyor hem de sinirleniyor çünkü hayır kurumu adı altında hiç ihtiyacı olmayan insanların deyim yerindeyse mirasa konmasının yanı sıra kendisine yapılmayan yardımın başkalarına yapılıyor olması onu çok öfkelendiriyor.
Bu yaşananların çocukluğunun geçtiği evde olması da öfkesinin üstüne travmalarını hatırlatınca Patrick çareyi yine alkolde buluyor. Kötü kararlar vermeye devam ediyor ve güzel ailesinin buna maruz kalmasına izin vermeyen karısı, çocuklarıyla beraber Patrick’ten uzaklaşıyor. Patrick’in bunca zaman ihtiyacı olan şeyin sevgi olduğunu burada fark ediyoruz çünkü kendisine sevgi vermekten çekinmeyen ailesi bir anda onu terk edince Patrick eski haline geri dönüyor. Bir süre sonra annesinin vefat haberini de alan Patrick, cenaze töreni için konuşma hazırlarken de aslında birçok şeyi düşünüyor ve bunlarla yüzleşiyor. Dizinin sonunda ise Patrick’e destek verenin yine karısı ve çocukları olduğunu görüyoruz. Onlardan gördüğü bu sevgi sayesinde yeniden kendini toparlamaya karar veriyor.
Patrick Melrose, aslında çok güzel bir gelişim sürecini anlatıyor. Yaşadığı kötü şeylerden fazlasıyla etkilenen bir çocuğun önce kendini kötü alışkanlıklara verip kendine zarar veren bir gence dönüşmesini, daha sonrasında ise bu alışkanlarını bırakıp sevgiyle iyileşen bir yetişkin olmasının hikayesini izliyoruz. Gelişimin ömür boyu olduğunu ve sevginin bir kişinin hayatını nasıl etkileyebileceğini gördüğümüz bu dizi, bir yandan da bize bazı zorlukları inkar edip görmezden gelmektense onlarla yüzleşmemizin bize daha iyi hissettirebileceğini gösteriyor.
Öne Çıkan Görsel: Rotten Tomatoes
Görsel 1: Las Vegas Review Journal
Görsel 2: Daily Mail
Görsel 3: RadioTimes
Görsel 4: wirtualnemedia