Neden Mükemmel Olmamaktan Korkuyorsun?
Başarılı olmak istemen çok doğal. Bu istek itici bir güç gibi yararlı ve benzer hedeflere gözünü diktiğin herkes tarafından paylaşılıyor. Özellikle rahat bir yaşam sürmek ve değerli bir insan olmak için başarının şart olduğu çocukluğundan beri öğütlenen insanlar olarak yaşamınızın büyük kısmını onun peşinde koşarak geçirmeniz yadırganmamalı. Her şeyi mükemmel yapmak istemen aslında bir erdem; bir problem, bir takıntı, bir hastalık değil.
Tanıdın mı? Kendini avutmak için sürekli tekrarladığın cümleler bunlar. Yaptıklarını meşrulaştırmak, yaşadıklarında bir tuhaflık olmadığına kendini inandırmak için kullanıyorsun. Ne kadar aksine inanmaya çalışsan da senin istediğin aslında statü veya yaşam standartlarını yükseltmek; başarının kendisi bile değil. Öyle olsaydı bunun bir sonu olurdu —artık durup manzaranın tadını çıkarabileceğin bir zirve noktası veya soluklanıp dinlenebileceğin bir mola yeri- ama yok. Sonu yok çünkü zaten bir sonuca varmayı ummuyorsun, sadece kaçmaya çalışıyorsun. Sanki peşinde bir şey, takipçi var. İzlediğin bir filmde karanlıkta ortaya çıkan ve karakterleri uzaktan izleyen bir yaratık vardı, tıpkı onun gibi. Tam olarak göremiyorsun ama düşmanca bir silueti var. Kendine dair çarpık düşüncelerinin bir yansıması gibi, sana benziyor ama sen değil. Sanki durmadan fısıldıyor, mırıldanıyor ve bazen çığlık çığlığa bağırıyor: Yeterli değilsin!
Görüyorsun ya, tüm hayatın boyunca çalışkanlığını ortaya koyarken gerçek amacın takipçini susturmaktı. Her şeyi onu doyurmak için, yeterli olduğun bir zaman geldiğinde seni rahat bırakacağına inanarak yaptın. Artık o zamanın geleceğinden pek emin değilsin çünkü ne zaman bir şeyi mükemmel yaptığına inansan, omzunun üstünden baktığında takipçinin aynı yerde durduğunu görüyorsun. Yetersizlik duygusu matruşka bebekleri gibi katmanlarca iniyor. Her kazanımının altından yeni bir yetersizlik çıkıyor.
Takipçinle barışmaya çalıştığın zamanlar da oldu. Varlığını fazladan bir parmakmışçasına kabullenip hayatta kalmaya çalıştın. O zaman da etrafın bu takipçiyle yaşamanın senden neler alıp götürdüğünün sinsi hatırlatıcılarıyla doldu. Sokağa çıkmasına izin verilmediği için arkadaşlarının oyununu camdan izleyen bir çocuk gibi diğer insanları izledin. Hayattan zevk aldıklarını, başarılarını kutlarken başarısızlıklarını esprili bir havayla hayat dersleri olarak kabullendiklerini gördün. Bir şeyleri “eksik” veya “yanlış” yapmaktan korkmadıkları için hayatlarının ne kadar zengin ve çeşitli uğraşlarla dolu olduğunu gördün. Diğerlerini izledikçe başlamak için yeterli olmayı beklediğin hayatının çoktan başladığını acıyla anladın.
Uzun zamandır böyle yaşadığın için sürekli omzunun üstünden bakmadığın, durmak bilmeyen bir sesi bastırmaya çalışmadığın bir hayatı hayal etmen çok zor. Takipçini kendinden ayrı bir şey olarak değil, bir parçan olarak görüyorsun. Senden ayrılması ve hayatını istediğin şekilde -onun standartlarına bağlı olmadan- yaşamaya başlaman durumunda rehbersiz kalacağına; yalnız, önemsiz, “sıradan” biri olacağına inanıyorsun belki. Takipçine duyduğun bu yakınlık aslında bir tür savunma mekanizması. Onsuz bir hayat olduğunu bilmenin huzursuzluğundan kaçmak istiyorsun. İstediğin şekilde yaşadığın, yaşadıklarından zevk aldığın bir hayat bu; sürekli yetersiz olabileceğini haykıran bir sesi duymadan sevdiğin şeylerle ilgilenebildiğin, başarısız olmaktan korkmadan farklı sulara dalabildiğin bir hayat. Yaptığın her şeyde korkunun izini görmeden yaşamak.
İşin gerçeği şu ki herkesin karanlıkta görmekten korktuğu ve durmadan arkasına bakarak kontrol etmeye, susturmaya, doyurmaya çalıştığı takipçileri var. Söylemleri farklı olabilir ama hayatlarını mücadele etmeye adayacakları canavarlar yaratmak, insanların ortak özelliklerinden biri.
İzlediğin filmde karanlıktaki yaratıktan kurtulmanın yolu ışıkları açmaktı. Senin durumunda çözüm bu kadar basit değil, yine de ışıkları açmak istiyorsun. Bu sefer bir silahın var: Düşmanca ve doyumsuz sesi duymadan yaşayabileceğin özgürleştirici bir hayat. Buna sımsıkı tutunuyorsun. Omzunun üstünden bakmayı bırakmak zorundasın. Takipçinin özünde iyi niyetli ve her daim haklı bir otorite figürü olmadığını, korkundan beslenerek seni çaresiz bir döngüye -büyütmek için uğraştığın ağacın meyvelerini toplayıp kenara koyduktan sonra meyvelerin çürüdüğünü gördüğün bir döngü- sokan engelleyici bir güç olduğunu anlamak ilk adımdı. Onu da bu satırları yazarak atmaya çalışıyorsun. Yine de her şeyin bir zamanı var. Bugün olmasa da bir gün bakmayacağını, eksiklikten korkmadan hikayeni anlatabileceğine inanıyorsun.
Son kez olduğunu hayal ederek arkana bakıyorsun.
Öne Çıkan Görsel: imdb.com