Albert Camus: Bir Veba Portresi

Camus’nun yazınına kendimi her zaman yakın hissetmişimdir ama bir türlü bu yakınlığı somut hale getirememiş onun yazınıyla tanışamamıştım. Belki de beni ona çeken Kafka’ya benzer şekildeki duyguları ve yaşadığımız ‘modern’ çağa umursamaz kayıtsızlığıydı. 

 

Veba ile henüz denk gelmeden Camus hakkında sadece bunları biliyordum. Meğer bildiklerim kumsalda kum tanesi bile değilmiş. Hiç tahmin bile edemeyeceğim umut yeşertici bir hikaye ve durmaksızın süregelen bir mücadele okudum ben bu yaşanmışlıkta. Yaşananların hepsi gerçekti, hayır toz pembe değildi ve ben bugün umudun içinde mücadelenin ne kadar büyük bir rol oynadığını Camus sayesinde öğrendim.

Ne yazık ki Camus ile tanışmamız Veba ile gerçekleşmedi. Ne mi okudum?

Hadi portremizi çizmeye başlayalım.

 

“…ne bir kanat çırpışının ne de bir yaprak hışırtısının duyulduğu, güvercinsiz, ağaçsız ve bahçesiz bir kent, tam anlamıyla tarafsız bir yer nasıl hayal edilir?şeklinde başlar Oran kentindeki bu hikaye ve şöyle devam eder: “Altı çizilmesi gereken, kentin ve yaşamın sıradanlığıdır.”  Kentlilerimizin her günü neredeyse aynıdır ve kimse de bundan şikayetçi değildir ne yazık ki bu monotonluk çok uzun sürmeyecektir; Veba ile tanışana dek.

 

Ana karakterimiz Doktor Rieux, umudu ve mücadeleyi temsil eder bizim için ve Veba yaşanmışlığının ta kendisidir de diyebilriz. Rieux Veba’nın dört aşamasını kendi içinde yaşar, kimseye fark ettirmeden. 

Ortaya çıkması çok ani bir şekilde olur. Sıçanlar ölmeye ve kapıcılar tuhaf bir hastalıktan yaşamlarını yitirmeye başlarlar. Bir iken beş olur beş iken on ve gittikçe artan ölümler beraberinde tahmin ve endişeleri doğurur. Yıllar önceki salgınları araştırmayı başlar, kendini ve bilimini sorgular ama bunun sonu gelmez aksine her gün insanlar ölmeye devam eder. Her ne kadar bu durumu inkar etse de gerçek göz önündedir.

Ölüm sayılarının günden güne açıklanmasıyla tahminler kesinleşir, inkar ortadan kaybolur ve artık Rieux kabul’e geçer.

 

“Camın dışında ilkbaharın serin göğü, içerideyse, odada çınlamasını sürdüren sözcük: Veba”

 

Bundan sonrası için topluca çalışılıp çözüm üretilmesi gerekmektedir. İşte bu zamanlarda kentliler bireysel duygularını bir kenara bırakıp duyguları yokmuşçasına davranmaya başlarlar. Mücadele yolunda Rieux tek değildir hiçbir zaman ama en büyük sorumluluk kesinlikle ondadır.Bu koca yükü omuzlarında hissettiğini görebiliyorum.

 

Bu gibi hastalık durumlarında insanların sığınacağı şeyler çok çeşitlidir ve doğru, yanlış kavramı tam olarak burada yok olur. Bazıları için bu aile’dir. Kendilerini daha çok ait hissederler annelerine, babalarına, ablalarına ya da abilerine.

Bazıları içinse inanç; toplu bir kabul veya kurtuluşun Veba ile olacağını düşünenler.

 

Bu sırada Rieux’un düşünmek veya inanmak için pek vakti yoktur. Veba’dan önceki hayat monotonluğunun yerini Veba’nın mahvettiği bedenler ve kurtarılması gereken insanlar alır. Hastalığa alışılmışlık kimseyi şaşırtmaz artık. Gün geçtikçe artan ölümler günlük yaşantıda duyulmaz. Aylar önceki monotonluk şekil değiştirmiş, kişisel duyguları savurmuş bir şekilde geri döner ve yeni normalleri Veba’lı bir kent portresi haline dönüşür.

 

Bu satırlar arasında Albert Camus’nun sesini duyabiliyoruz. Kişiselliğin yok olduğunu artık toplumsal duygulanmanın yaşandığını bize açık bir şekilde anlatıyor. Ayrılık kavramını bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor ama bu sefer her zaman olandan farklı, üstüne bir anlam yüklemeden boşlukta bırakıyor. Biliyor ki onlar için ne acının ne ayrılığın ne de herhangi bir duygunun tarifi artık mümkün değil. Veba, böylelikle kentlilerimizin hayatının bir parçası değil kendi yaşanmışlıkları, aldıkları her bir nefes haline geliyor.

 

Doktor Rieux’un çaresizlik hissini iliklerine kadar hissettiği günlerden birinde bu hastalığın peşlerini bırakacağını hiç düşünmezdi. Ölümlerin azalması ile beraber kent yeni normallerini çoktan kabul etmişti, sayılar birçok kavram gibi onlar için artık bir hiçti. Hastalık kentlerini terk ediyordu. Şimdi ise Doktor Rieux salgının ilk başladığı zamanlardaki gibi bir şüphe içindeydi. Veba’nın geri dönüşünü her zaman bekliyor olacaktı.

 

Portrenin dışına çıkalım, Camus’nun bizden düşünmemizi istediklerini, somut olanı değil soyutu görmeye çalışalım. Metnin başında ilk kitabımın Veba olmadığını söylemiştim. Benim Camus’yla tanışmam Başkaldıran İnsan’la oldu ve o benim için hala devam eden bir hikaye.

 

Veba’nın satırlarında gezinirken istemsiz olarak iki farklı Camus’yu karşılaştırmaya başladım ve sonuç ise çok şaşırtıcıydı. Başkaldıran İnsan’da kendinden emin, sesini gür çıkaran bir Camus görürken Veba’da çabalayan ama hala şüpheleri olan bir Camus görüyoruz.

 

Ben her iki Camus’yu da çok sevdim, sonuçta insan her zaman deniz dalgası gibi değil bazen de sıcak bir yaz günü gelen o kısa serinlik gibi yavaş ve sakin olmalı. Kitaba başlarkenki heyecanım kitap boyunca devam etmese de ve her satırda istemsiz kendi Covid-19 sürecimizi hatırlasam da her beş sayfada bir satırların altını çizdiğim bir kitap daha hatırlamıyorum. Düşüncelerinin bana yakınlığı mı yoksa bu kadar gerçek bir olay anlatması mı onu bana bu kadar bağladı bunu bilemiyorum. Kitap hakkında bildiğim tek bir şey; bana yeniden mücadele, umut ve dayanışma kelimelerini hatırlatmasıdır.

 

Sevgiyle kalın!

 

Kaynaklar

Albert Camus(2021).Veba:Can Yayınları.

Öne Çıkan Görsel: herkesebilimteknoloji.com

1 Yorum

Yorum Bırak