Sineklerin Tanrısı (1963)

Sineklerin Tanrısı

Lord of the Flies (1963)

Bir vatan bırakın biz çocuklara
Islanmış olmasın gözyaşlarıyla…
1963 yılında vizyona giren, yönetmenliğini Peter Brook’un yaptığı Sineklerin Tanrısı adlı film; döneminde ve günümüzde yeni bir ufuk açmıştır. William Golding’in kaleme aldığı bu eser başarı ile sinemaya uyarlanmıştır. Golding sayesinde ses getirmeye başlayan Sineklerin Tanrısı filminde nasıl olup da çocukların canavara dönüşebildiğini hayretler içerisinde gözler önüne serilmektedir. Bu şaşkınlık bizlere doğal ortamında insanın nasıl bir varlık olduğu sorusunu akla getirir. İnsan doğası gereği saldırgan/kötü bir canlı mıdır? İnsanı yoğuran, şekillendiren toplumsal yapı, sosyolojik kural ve tüzükler midir? İnsan bilinçaltında nasıl bir vahşet dürtüsünü bastırmaya çalışır? Eğer öyle ise, dürtüsünü bastıramasa idi nasıl bir izdiham ortaya çıkardı? Dünyaya masum/iyi olarak geldiklerini kabul ettiğimiz çocuklar yoksa DNA’larında genetik kötülük kodları mı taşıyorlar?

Film bir adada geçmektedir. Uçak kazası sonucunda çocuklar bir adada mahsur kalmışlardır ve yanlarında hiçbir yetişkin bulunmamaktadır. Burada iyi, kötü sıfatlarını taşıyan karakterler bulunmaktadır. Domuzcuk ismi verilen karakter bilge kişiliği temsil etmektedir. Film boyunca bu karakterin gerçek ismini öğrenemiyoruz. Fiziksel özellikleri ve içe kapanık kişilik özelliği ile Domuzcuk karakteri arkadaşları tarafından alaya alınan bir tiplemedir. Bu çerçeveden bakılınca bilge ve durağan kişinin sosyo-kültürel olarak toplumdan dışlandığı görülür. Toplum bu karakterdeki kişileri sadece çıkarları için yanında tutar ve bir süre sözlerini dinler. Domuzcuk’un kendine yakın görebildiği tek karakter Ralph’dır. Ralph’da yöneticilik özellikleri belirgin olarak görülmektedir. Diyaloglardan anlaşıldığına göre Ralph’ın babasının üst makam bir vasfı olmasından dolayı babasını rol model aldığı görülür. Domuzcuk adının sırrını Ralph’a açıkladıktan sonra Ralph’ın arkadaşlarına söylemesi ile Domuzcuk’un güveni sarsılmaktadır. Ralph da sadece yöneticilik özelliği ağır bastığı için Domuzcuk’tan aldığı bilgileri girişkenliği ile uygulamaya koyması ile ön plana çıkar. Burada Aristoteles’in ”Nikomakhos’a Etik” adlı eserinde dostluğa dair yazdığı ayrımlar akla gelmektedir. Aristoteles üç çeşit dostluk vardır der ve bunların; çıkara dayalı dostluk, hazza dayalı dostluk ve iyiye-erdeme dayalı dostluk olduğunu belirtir. Ralph ile Domuzcuk’un dostluklarının ilk önce çıkara dayalı dostluk olduğunu görmekteyiz. Bu dostluk ayrımlarından sonra bir diğer önemli karakterimiz olan isim Jack’dır. Jack ile Ralph arasında büyük bir gerilim başlamıştır. Aralarında mücadeleye dayanan hazza dayalı dostluk bulunmaktadır çünkü ilk durumda birbirlerine henüz düşman kesilmemişlerdir. Jack kiliseden gelmiştir ve etrafında büyük bir çocuk kalabalığı olan birisidir. İktidarı elinde tutmayı seven bir karakterdir. Aristoteles ”Nikomakhos’a Etik” adlı eserinde insanın etrafında ne kadar fazla arkadaşı olursa, kişi yalnızlaşmaya ve kendisi ile artık arkadaş olmaya başlar demektedir. Kilise eğitimi almış bir küme çocuktan bahsedilir ve onların dogmatik düşünceler karşısında kaldıkları düşünülürse sorgulama yeteneklerinin hiç olmadığı dahi söylenebilir. Jack ve Ralph arasındaki güç mücadelesi sonucunda çocuklar taraf seçme veya çıkar ilişkisi kurma durumunda kalmışlardır. Çünkü adada aç ve susuzdurlar ve Jack çocuklara avcılık yaparak yemek bulabilecekleri sözünü vermiştir. Burada koşullu sevgi ve sürü psikolojisi gözlenmektedir. Sürü psikolojisi, bir yığın kurallar ve koşullar dizisiyle temellendirilmiş belirli inançların, bir topluluk arasında yayılmasına verilen addır. Jack’in çevresindeki çocuklar yayılan inanç sistemi ile onun arkasından gitmişlerdir.  Domuzcuk her an adadan kurtulma isteğindedir ve ateş yakılması gerektiğini söyler. Bunun için de gözlüğünü kullanır. Jack ateşi ele geçirmeye amaçlar çünkü böylece güç daha da fazla elinde olacaktır. Jack ve yandaşları hayvan avlamaya gittikleri zaman bir marş eşliğinde avlarını ararlar. 1960’lı yıllar sonrası 2. Dünya Savaşı zamanına denk geldiğinden dolayı savaşın özellikleri çocukların bilinçaltına yerleşmiştir. Avlanma sırasında mağarada canavar gördüklerine inanırlar, unutulmamalıdır ki onlar çocuktur ve korku duyma ile hayal güçleri hat safhadadır. Real dünya ile hayal dünyası arasındaki ayrımı yapabilme kabiliyetleri henüz gelişmemiştir. Bu yaş grubundaki çocuklar için korkulan-bilinmeyen şeyler üzerinde varsayımlar yaparak kendilerini o korkulan olguya daha da inandırdıkları gözlenmektedir. Bu korkulan olgu yüzünden canavar onlara zarar vermesin diyerek ona armağan sunmaya karar verirler ve avladıkları hayvanın başını sopaya saplayarak mağaranın önüne dikerler. Film, buradan adını almaktadır. Sinekler pis olan yerler etrafında dönüp dolaşır. Filmdeki ”Tanrı” kelimesi de “Korkunun Tanrısı” olarak değerlendirilebilir. (Tanrı korkulan, sakınılan bir varlıktır. 1184 yıllarına tekamül eden zaman diliminde kilisenin doktrinlerinin baskın olduğu Ortaçağ Dönemi’nde engizisyon mahkemeleri kurulmuştur. Engizisyon mahkemelerinin insanlık dışı caydırıcı nitelik taşıyan yaptırımları/uygulamaları nedeniyle bu dönemlerde teolojik olgular tam anlamıyla “korku nesnesi” olarak öğrenilmiş/bilinçaltlarına kazınmıştır. Bundan dolayı da filmdeki karakterlerin skolastik okulların alt yapısından geldiği göz önünde bulundurulursa bu yönelimleri/davranışları anlaşılabilir.) Sinekler de Jack ve arkadaşlarını temsil etmektedir. Böylece film, korku ve mide bulandırıcı sineklerin tanrılarını arayışları olarak da ifade edilebilir. Sinekleri ne kadar çevremizden uzaklaştırmaya çalışırsak çalışalım veya ortam ne kadar temiz olursa olsun onlar, ısrarla sizi rahatsız etmeye devam ederler. Jack Domuzcuk’un gözlüğünü zorla alıp sonra da kırarak getirmesi tam bir sinek olduğunu gösterir. Jack o sinek grubunun tanrısı olarak kendisini görmektedir. Filmin adı en kudretli olan Tanrının sinekleri (çocukları) sanki bir tiyatro sahnesinde imiş gibi izlemesi olarak da yorumlanabilir. Çünkü ansızın tüm çocuklar ailelerinden koparılarak o ıssız adaya getiriliyor, bunu ya sosyolojik ve psikolojik deney yapmak isteyen bir kurum yapacaktır ya da Tanrı yapacaktır. Dünya Savaşından sonra da çocuklar doğal ortamında kalınca birlik mi olacaklar yoksa birbirlerini mi yiyecekler diye gözlenmek istenmiş olunabilir. Eğer bu deney gerçekten yapıldı ise savaşın galipleri çok memnun olmuştur. Çünkü ne de olsa onlara gerek kalmadan bu toplum-devlet kendi kendini yok edecektir.
İnsan asıl özünü ne zaman ortaya koyuyor? Doğal durumunda insan özgür müdür ve ne yapar? Hobbes doğal durumunda insanın bencil ve kendi benliğini sürdürme amacında olduğunu söylemektedir. Hobbes’a göre “İnsan insanın kurdudur”. Çocukların bencillikleri uğruna birbirlerini öldürdüklerini görüldü. “Burası benim” diyerek sahiplenmek ve güç istenci çocuk yaşta benliğimizde bulunabiliyor. Peki, bu kötücül duygular nasıl oluştu? Kant’ın dediği gibi a priori olarak doğuştan mı getirdik? Burada çocukların hayatta kalma mücadelesi oyunu oynadıklarını ve onların bunun bir oyun olduğundan haberleri olmadığını düşünürsek zihinleri ile de oynanmış olunabilir mi? Çevrelerine amaca uygun olarak uyarıcılar koymuş olamazlar mı? Sandığımız gibi çocuklar saf ve art niyetsiz olamazlar mı? Sadece bunun bir deney olduğunu düşünmek istiyor insan, ancak kabul etmek zorundayız ki insan çoğu özelliğini doğuştan/çocukluğundan getirmektedir.
Golding, bu eseri kaleme alırken geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın bizim sosyal ve kültürel hatalarımızdan nasıl etkilendiklerini ortaya koymak istemiş olabilir. Çünkü filmin sonunda asker kıyafetli beyefendiler gelip çocukların kılık kıyafetlerine bakarlar ve şaşkındırlar. Burada bir mesaj veriliyor olabilir. Çocuklarımızın oyun adı altında oyuncak silah aletleri ile oynaması dahi onların psikolojik gelişimlerini olumsuz etkileyerek ilerleyen zamanlarda hiç korkmadan birine zarar vermesine neden olabilecektir. Bir başka bakış açısı ile, filmin sonunda beyaz denizci kıyafetleri ile ayaktan başa yavaş yavaş gösterilen deniz subayının boynuna asılı olan dürbün bu çocukların kaosunun bir sosyal deney mi olduğu sorusunu da akıllara getirmektedir. Öyleyse bu çocuklar sadece birer sembol olarak yerleştirilmiş ve toplumun bir yansıması/izdüşümü bize metaforik açıdan gösterilmek istenmiştir.
Filmin içerisinde işlenen genel sosyal konuların çerçevesi; grup lideri nasıl olunur, başkaldırı neye mal olur, toplumsal tabu ve inanışlar bizi neye sürükler, sürü psikolojisi neden ve nasıl oluşur, hayvani arzular peşinden koşarak nihai hedeften uzaklaşırken ödün verilen ahlaki ve kişisel değerler, yozlaşma ve kendine yabancılaşma, kendini gerçekleştiren kehanetin nasıl oluştuğu ve nelere sebep olduğu, cinayete/suça meylettiren itici faktörler, gücün vermiş olduğu sosyal statüden vazgeçememe ve daha da suça meyletme ile hayatta kalma arzusunun kaçınılmaz senaryosudur.
Bir barış bırakın biz çocuklara
Uzansın şarkımız güneşe ve aya…
Çocukluğumuzda mırıldandığımız bu şarkı keşke gerçek olsa keşke çocuklarımız savaş içinde değil barış içinde kalsa…

Kaynaklar

Öne Çıkan Görsel: fisiltihaber.com.tr

Görsel 1: Vikipedi

Görsel 2: onedio.com

Görsel 3: kayiprihtim.com

Görsel 4: indyturk.com

Görsel 5: fisiltihaber.com.tr

Leave a Reply