Makale Arşivi #2

Makale Arşivi

  • Ergenlik


1- 15-18 Yaş Arası Ergenlerde Beden İmgesi İle Sosyal Anksiyete Arasındaki İlişkide Kişilik Özelliklerinin Aracı Etkisinin İncelenmesi

 

Özet: Sonuç olarak bu araştırmada kişilik özellikleri, sosyal kaygı ve beden imgesi arasında anlamlı düzeyde karşılıklı bir ilişki olduğu gözlenmiş; kişilik özelliklerinin, sosyal kaygı ve beden imgesi arasındaki ilişkide biçimlendirici bir etkisinin olabileceği yönünde veriler elde edilmiştir. Tüm bulgular değerlendirildiğinde ise kişilik özelliği değişkeninin bu iki faktör ile olan ilişkisine literatürde az yer verildiğinden, gelecek çalışmaların bu iki değişkenle olan ilişkisine odaklanması önerilmiştir.

 

Erişim linki: 1- 15-18 Yaş Arası Ergenlerde Beden İmgesi İle Sosyal Anksiyete Arasındaki İlişkide Kişilik Özelliklerinin Aracı Etkisinin İncelenmesi.pdf

 

2- Ergenlik Dönemi Sorunları ve Şiddet

 

Özet: Ergenlik, çocuklar ve ailelerinde pek çok değişikliğin meydana geldiği bir dönemi kapsar. Ergenler bilişsel olarak farklı bir yapıdadırlar, çünkü artık soyut kavramları daha çok düşünmeye, daha karmaşık problemler çözmeye, diğer kişilerin bakış açılarını anlamaya başlar ve önceki durumlarına göre ahlaki ve etik bakımdan daha yüksek bir sağduyuya sahip olurlar. Ergenler, bu dönemde bağımsız olma ve kimliklerini bulma yolunda çok zorlu bir süreçten geçmeye başlarlar. Ergenlerin bu dönemde suç işleme, şiddete başvurma, çete faaliyetlerine katılma ve uyuşturucu madde kullanma ihtimalleri fazladır. İşte bu makalede, ergenlik döneminde meydana gelen pek çok değişiklik ve zorluklardan bahsedilerek bu dönemin kaçınılmaz bir fırtına ve gerilim anlamına gelmediği vurgulanmıştır. Sonuç olarak, konuyla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar ışığında ailelere çocuklarının bu sıkıntılı dönemlerini en az sorunla nasıl geçirebilmelerini sağlayacak önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 2- Ergenlik Dönemi Sorunları ve Şiddet.pdf

 

3- Gelişim Psikolojisi Açısından Ergenlik Dönemi ve Genel Özellikleri

 

Özet: Gelişim dönemlerinden çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık gibi ergenlik dönemi de değişik açılardan incelenilmesi gereken önemli bir gelişim periyodudur. Gelişim psikolojisi ekseninde ergenlik dönemini, çeşitli gelişimsel boyutlarıyla betimlemeyi amaçlayan bu makaleye, ergenlik döneminin kısa bir tanımı yapılarak başlanmıştır. Daha sonra gelişim psikolojisi açısından ergenlik dönemi temelde; bedensel ve cinsel gelişim, duygusal gelişim, ahlâkî gelişim, sosyal gelişim, kişilik gelişimi, ruh sağlığı gelişimi ve mesleğe yönelme gibi farklı açılardan incelenmeye çalışılmıştır. Ayrıca makalede, kimlik oluşumu ekseninde söz konusu gelişim boyutlarından kişilik ve ruh sağlığı gelişiminin, döneme özgü ayrı bir önemi olduğu için üzerinde biraz daha detaylı olarak durulmuş ve ruh sağlığı bağlamında gelişim ödevlerine de kısaca değinilmiştir. Son olarak makalede, anne-baba ve eğitimciler için söz konusu dönemle ilgili bazı önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 3- Gelişim Psikolojisi Açısından Ergenlik Dönemi ve Genel Özellikleri.pdf

 

4- Ergenlik Döneminde Stres ve Başa Çıkma

 

Özet: Stres ve başa çıkma, her gelişim dönemi için olduğu gibi özellikle ergenlik dönemi için de önemlidir. Çünkü ergenlik, bilişsel, toplumsal, bedensel ve psikolojik açılardan pek çok değişimin ve gelişimin yaşandığı bir dönemdir. Bu çalışmanın amacı, ergenlik döneminde stres ve başa çıkma konularını incelemektir. Çalışma, stresin tanımlanması, ergenlik döneminde stres nedenleri ve stres, başa çıkmanın tanımlanması ve ergenlik döneminde başa çıkma, ergenlik döneminde başa çıkma ile ilgili yapılan araştırmalar kapsamında literatür taramasına dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Ergenlikte stres ve başa çıkma konusunda bilimsel bilgilerin arttığı sonucuna varılmıştır. Bu sonuçlar, ergenlikte stres ve başa çıkma konusunda modellerin ortaya konulmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

 

Erişim linki: 4- Ergenlik Döneminde Stres ve Başa Çıkma.pdf

 

5- Ergenlik Döneminde İlişkiler: Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış

 

Özet: Ergenlik dönemindeki arkadaşlık ilişkileri ve romantik ilişkiler, bu dönemin önemli konularındandır. Bu makalede, ergenlik döneminde yaşanan arkadaşlık ilişkileri ve romantik ilişkiler ele alınmıştır. Arkadaşlık ve romantik ilişkiler ile ilgili olarak Sullivan ve Erikson’ın ergenlerin arkadaşlık ilişkisine dair görüşleri incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Ayrıca Rawlins’in iletişim kuramından söz edilmiş, arkadaşlığı incelediği konular vurgulanmıştır. Arkadaşlık ilişkisinin yaşla birlikte gelişimsel bir süreç içerdiği, arkadaşlığın önce aynı cinsiyetten kişilerle kurulmaya başladığı, sonrasında karşı cinsiyetten arkadaşlıklar kurulduğu, bu durumun ileride ergenin karşı cinsle olan yakınlaşmasına olanak sağladığı vurgulanmıştır. Arkadaşlık ve romantik ilişkilerinin ergen üzerindeki çeşitli olumlu ve olumsuz etkileri tartışılmış, arkadaşlık ve romantik ilişkilerin belirleyicisi olarak ebeveyn tutumları ve kültürel farklılıklar ele alınmış, bu nedenle her kültürde farklı şekillerde romantik ilişkilerin yaşandığı belirtilmiştir. Teknolojik gelişmelerin de ergenin ilişkileri üzerinde etkili olduğu, arkadaşlıkta temel öğenin dürüstlük ve güven olduğu vurgulanmıştır.

 

Erişim linki: 5- Ergenlik Döneminde İlişkiler Akran ve Romantik İlişkilere Genel Bakış.pdf

 

6- Ergenlik Dönemi ve Sosyalleşme

 

Özet: Ergenlik dönemi hızlı fiziksel büyüme, zihinsel işlevlerde gelişme, hormonal, duygusal değişiklikler ve sosyal gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Çocuğun yetişkin dünyasına girmeye başladığı çocukluk ile erişkinlik arasındaki en uzun dönemdir. Ergen bu dönemde yeni deneyimlere ve maceralara açıktır. Ergen için arkadaşlık, beraberlik ve bulunduğu grupta kabul görmek önemlidir. Ergen aile üyeleri ile çatışma içindedir, bağımsızlık duygusu ön plandadır. Ergenin sosyalleşmesi ergenin doğuştan itibaren toplumun üyeliğini kazanmasında belli aşamalardan geçerek kendinden beklenen uygun rol ve normlardan haberdar olmasıdır. Ergenlik döneminde aile, okul, toplumsal gruplar ve kitle iletişim araçları, ergenin toplumsal kimliğini oluşturmasına ve toplumda saygınlık kazanmasında etkili olan etmenlerdendir. Ergenlik döneminin sağlıklı bir şekilde atlatılmasında hemşireler büyük rol oynamaktadır. Hemşire ergenin toplum içinde fiziksel, duygusal ve sosyal yönden gelişimini sağlamaya yardımcı olur, ergenin ve ailenin haklarını korur ve savunur. Hemşire hem ergen ve ailesine hem de ergenin sosyalleşmesine katkı sağlayan okul yönetimi ve öğretmenlerine eğitim ve danışmanlık rollerini de yerine getirmektedir.

 

Erişim linki: 6- Ergenlik Dönemi ve Sosyalleşme.pdf

 

7- Ergenlik Dönemi Fiziksel Büyüme, Psikolojik ve Sosyal Gelişim Süreci

 

Özet: Ergenlik; fiziksel büyüme, cinsel gelişme ve psikososyal olgunlaşmanın gerçekleştiği, çocukluktan erişkin hayata geçiş dönemidir. Hızlı fiziksel, psikolojik ve sosyal değişimlerle karakterizedir. Bu dönem, insan gelişim dönemleri içinde en önemli evrelerden biridir. Ergenliğin başlangıcını ve ne kadar süreceğini belirlemek oldukça zordur. Bunun yanı sıra, bu dönemdeki normal ve anormallikleri belirlemek de güçtür. Aile Hekimleri bu dönemdeki çeşitlilikleri anlayabilmeli ve patolojik durumlarla büyüme gelişmenin normal varyasyonları ayrıştırılabilmelidir. Bu makalede normal ergen gelişim süreci açıklanmaya çalışılmıştır.

 

Erişim linki: 7- Ergenlik Dönemi Fiziksel Büyüme, Psikolojik ve Sosyal Gelişim Süreci.pdf

 

8- Ergenlik Dönemi Öğrencilerinin Okuma Alışkanlıkları

 

Özet: Bu çalışma ergenlik dönemi içerisinde bulunan 8, 9, 10, 11 ve 12. sınıf öğrencilerinin boş zamanlarında okuma alışkanlıklarını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın bulguları 2009-2010 eğitim- öğretim yılının birinci döneminde Kırşehir il merkezindeki farklı sosyo-ekonomik düzeyden ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine anket uygulanarak elde edilmiştir. Anket çalışması 627 öğrenciye uygulanmıştır. Bulgular kısmı öğrencilerin ankete verdikleri cevapların frekans (f), yüzde (%), aritmetik ortalama (X) ve standart sapma (ss) değerleri kullanılarak oluşturulmuştur. Bulguların bir kısmı şu şekilde özetlenebilir: Örneklemdeki öğrencilerin 239’u kız, 388’i erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Elde edilen verilere göre kız öğrencilerin okuma sıklıklarının erkek öğrencilere göre daha fazla olduğu; anne-baba eğitim düzeyinin okuma sıklığını artırdığı, 8. sınıf öğrencilerinin 11 ve 12. sınıf öğrencilerine göre daha fazla okuduğu tespit edilmiştir.

 

Erişim linki: 8- Ergenlik Dönemi Öğrencilerinin Okuma Alışkanlıkları.pdf

 

9- Ergenlik Dönemi Gelişimsel Ödevleri ve Psikolojik Problemler

 

Özet: Ergenlik döneminin her genç için fırtınalı ve stresli bir dönem olmadığı düşünülse de, bu dönemin uyum sağlamayı gerektiren, çok yönlü değişikliklerin olduğu bir dönem olduğunu kabul etmek gerekir. Ergenlerin, ailelerin ve eğitim kurumları yetkililerinin (öğretmen ve yönetici) ergenlik dönemi konusunda bilgilendirilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Dönemin normalin üstünde bir kriz olarak değerlendirilmesi, ergenin yanlış algılanmasına ve sağlıklı olmayan çözüm yöntemleri geliştirilmesine neden olabilir.

 

Erişim linki: 9- Ergenlik Dönemi Gelişimsel Ödevleri ve Psikolojik Problemler.pdf

 

10- Orta ve İleri Ergenlik Döneminde Risk Alma Davranışı: Ebeveyn ve Akranların Rolü

 

Özet: Bu araştırmanın amacı, ergenlerin, ebeveyn ve akran ilişkileri ile saldırgan davranışlarının risk alma davranışları ile ilişkisini incelemektir. Araştırmaya lise ve üniversite öğrencisi 429 ergen katılmıştır. Öğrencilere, “Risk Alma Ölçeği”, “Ergen Aile Süreci Ölçeği”, “Ebeveyn Akran Yönetimi Ölçeği”, “Arkadaşlık Niteliği Ölçeği”, “Saldırganlık ve Olumlu Sosyal Davranış Ölçeği” ve “Saldırganlık Ölçeği” uygulanmıştır. Ergenlerin risk alma davranışlarının, cinsiyete ve sınıf düzeyine göre farklılaştığı, ayrıca ortak etkinin de anlamlı olduğu görülmüştür. Erkek ergenlerin risk alma davranışları her sınıf düzeyinde farklılaşmakta ve kız ergenlere göre daha yüksek sıklıkta izlenmektedir. Hiyerarşik regresyon analizi sonuçlarına göre lise öğrencilerinde yakın ve karşı cinsten arkadaşa, üniversite öğrencilerinde karşı cinsten arkadaşa sahip olma risk alma davranışlarını ters yönde yordamaktadır. Üniversite öğrencilerinde risk alma davranışları, annenin eğitim düzeyi ile pozitif, ebeveynin ergeni gözetimi (izleme) ile negatif yönde ilişkilidir. Hem lise hem de üniversite öğrencilerinde; ebeveynin arkadaş ilişkilerini yasaklaması ve ergenin saldırganlığı, risk alma davranışlarını pozitif yönde; ebeveynin akran ilişkilerine rehberliği ise negatif yönde yordamaktadır. Sonuçlar, ergenlerin akran ilişkilerini yönetmede ebeveynin olumlu stratejiler kullanması ve ergenin yakın arkadaşlarının olmasının ergeni risk alma davranışlarından koruyabildiğini göstermektedir.

 

Erişim linki: 10- Orta ve İleri Ergenlik Döneminde Risk Alma Davranışı: Ebeveyn ve Akranların Rolü.pdf

 

11- Ergenlik ve Genç Yetişkinlik Dönemindeki Kadınlarda Benlik Saygısı, Sosyal Görünüş Kaygısı, Depresyon ve Anksiyete İlişkisi

 

Özet: Sonuç: Bu çalışma depresyon belirti şiddetinin gerek sosyal kaygı düzeyi gerekse benlik saygısı üzerinde olumsuz etkisinin olduğunu göstermiştir. Ekonomik zorlukların ise sosyal görünüş kaygısını arttırdığı saptanmıştır. Ayrıca sosyal kaygı düzeyi ile benlik saygısının birbiri ile ilişkili olduğu görülmüştür. Özellikle ülkemiz gibi genç nüfusun yoğunlukta olduğu ülkelerde bu durumların ilişkisine dair çalışmalar ve gençlerin özsaygılarını kazanmalarına yönelik bireysel, aile ve toplumsal psikososyal rehabilitasyon programlarının gençlerin ruh sağlığını olumlu yönde etkileyeceği ve onların gelecek yaşamlarında daha mutlu ve sağlıklı bireyler olmalarına yardımcı olacağı kanaatindeyiz.

 

Erişim linki: 11- Ergenlik ve Genç Yetişkinlik Dönemindeki Kadınlarda Benlik Saygısı, Sosyal Görünüş Kaygısı, Depresyon ve Anksiyete İlişkisi.pdf

 

12- Ergenlik ve Psikanaliz

 

Özet: Psikanaliz ve ergenlik bilimi aynı tarihte ortaya çıkmalarına karşın aralarındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Psikanalizin ilk yıllarında ergenlik sorunlarında pedagojik yaklaşıma önem verilirken, son otuz yılda psikiyatrik yaklaşım ön plana geçmiştir. Bu yazıda ergen psikanalizi tarihinin kısa bir özeti yapılmaya ve önemli yazarların görüşlerine yer verilmeye çalışılmıştır. 

 

Erişim linki: 12- Ergenlik ve Psikanaliz.pdf

 

13- Gelişim Psikolojisi: Ergenlik ve Yetişkinlik

 

Özet: Ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık yaşamın en karmaşık ve sarsıcı dönemleridir. Ancak yaşam sürecinin bu en uzun ve en karmaşık bölümüne ilişkin sahip olduğumuz görgül bilgi miktarı, yaşamın ilk on yılına ait bilgiden oldukça azdır. Olgunlukta -özellikle genç yetişkinlik ve orta yaşlardaki gelişime ilişkin- keşfedeceğimiz çok şey vardır. Belki yetişkinliği göreli olarak durağan bir dönem olarak gördüklerinden, araştırmacılar 30’larda, 40’larda ve 50’lerdeki gelişimi araştırmak için az zaman harcamaktadır. Böylece, üretkenliklerinin ve toplumsal etkilerinin doruğundaki kişilerin olgunluğu konusunda yaşamın diğer dönemlerindeki kişilere göre daha az şey bilmekteyiz. Bu bölümde, ergenlik, yetişkinlik ve ileri yaş konusunda bildiklerimizi tartışarak, gerçekleri söylemlerden ayırmaya çalışacağız.

 

Erişim linki: 13- Gelişim Psikolojisi: Ergenlik ve Yetişkinlik.pdf

 

14- Ergenlik Döneminde İnternet Bağımlılığının Okul Başarısı Üzerinde Etkileri

 

Özet: Gençlerin Türkiye’de çoğunlukla İnternet kullanan grup olduğu dikkat çekmektedir. Ergenler için, özellikle geleceği ile ilgili hedeflerini belirlemeye çalıştıkları ve bu durumu internet kullanma eğilimleriyle destekledikleri bir aşamada başarısızlıkla karşılaşmak, aynı zamanda pek çok soruna yol açmaktadır. Araştırmanın amacı, ortaöğretim öğrencilerinde haftalık internet kullanma süresi ve internet bağımlılık puanlarının akademik başarı düzeylerine göre farklılıklarının incelenmesidir. Araştırmanın çalışma grubunu, 2016-2017 Eğitim-Öğretim yılı İstanbul Üsküdar ilçesinde bulunan ortaöğretim kurumlarının 9, 10, 11 ve 12. sınıflarında öğrenim gören 464’ ü kız öğrenci, 533’ ü erkek öğrenci olmak üzere toplam 997 öğrenci oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak İnternet Bağımlılık Ölçeği ve Kişisel Bilgi Soru Listesi kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda okul akademik başarı düzeylerine göre haftalık internet kullanım süreleri ve internet bağımlılık düzeylerinde anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Akademik başarı düzeyi yüksek olanların orta ve düşük olanlara göre haftalık internet kullanım sürelerinin ve internet bağımlılık puanlarının daha düşük olduğu görülmüştür.

 

Erişim linki: 14- Ergenlik Döneminde İnternet Bağımlılığının Okul Başarısı Üzerinde Etkileri.pdf

 

15- Ergenlik Döneminde İntihar Girişimleri: Bir Gözden Geçirme

 

Özet: İntihar, çeşitli boyutlarıyla uzun yıllardır üzerinde çalışılan önemli bir konu olmakla birlikte son 25-30 yıl içerisinde özellikle ergenlik döneminde intihar girişimlerinin artmış olması konunun bu boyutuyla ilgili çalışmaların sayısının artmasına neden olmuştur. Bu araştırmada yurt içindeki ve yurt dışındaki çalışmalar taranarak intiharın tanımı, ergenlik döneminde intihar girişimlerinin görülme sıklığı, intiharla ilgili risk faktörleri ve yanlış inançlar gözden geçirilmiştir.

 

Erişim linki: 15- Ergenlik Döneminde İntihar Girişimleri: Bir Gözden Geçirme.pdf

 

  • Şizofreni

 

1- Damgalanma ve Ruh Sağlığı

 

Özet: Damgalanma ruhsal hastalık tanısı almış bireylerin çevreyle kronik olumsuz etkileşim içinde olmasıdır. Farklı damga türleri zararlı etkilere neden olabilir. Zayıf psikolojik iyilik hali, zayıf yaşam kalitesi, zayıf benlik saygısı damgalanmayla ilişkilidir. Bu yazıda damgalanmanın mekanizması ve tanımı, etkileyen faktörleri ve sonuçları gözden geçirilmiştir. Damgalanma değiştirilebilir bir çevresel risk faktörüdür. Tedavinin damgalanmaya karşı yaklaşımlarla bütünleştirilmesi, kronik olarak damgalanmaya maruz kalmanın neden olduğu olumsuz sonuçları ve relaps riskini azaltmanın en uygun yoludur.

 

Erişim linki: 1- Damgalanma ve Ruh Sağlığı.pdf

 

2- Şizofreni ve Bipolar Bozukluğu Olan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalanma, Benlik Saygısı ve Algılanan Sosyal Destek

 

Özet: Sonuç: Hastaların düşük benlik saygısı ve algıladıkları düşük sosyal destek ile içselleştirilmiş damgalanma arasında ilişki vardır. Bu yüzden hastaların benlik saygısını ve sosyal desteğini arttırmaya yönelik girişimlerin planlanması ve yürütülmesi önem kazanmaktadır.

 

Erişim linki: 2- Şizofreni ve Bipolar Bozukluğu Olan Hastalarda İçselleştirilmiş Damgalanma, Benlik Saygısı ve Algılanan Sosyal Destek.pdf

 

3- Şizofreni Hastaları, Hasta Yakınları ve Majör Depresif Bozukluk Hastalarında Kendini Damgalama

 

Özet: Tartışma: Şizofreninin yeti yitimiyle giden doğası ve olumsuz toplumsal tutumlar, şizofreni hastalarında kendini damgalamada nedensel bir rol oynayabilir. Damgalamanın olumsuz sonuçlarını önlemek için klinisyenler hastaları ve aileleri tedavi ederken hastalarda ve ailelerde de görülebilen başkalarını ve kendini damgalamayı dikkate almalıdır.

 

Erişim linki: 3- Şizofreni Hastaları, Hasta Yakınları ve Majör Depresif Bozukluk Hastalarında Kendini Damgalama.pdf

 

4- Türkiye’de Ruhsal Hastalığa / Hastaya Yönelik İnanç, Tutum ve Damgalama Süreci: Sistematik Derleme

 

Özet: Bu derlemede, ruhsal hastalığa, hastaya yönelik inanç, tutum ve damgalama etkilerini alanyazın taraması yaparak eleştirel bir gözle sergilemek amaçlanmıştır. Yıl sınırlaması gözetmeksizin 27.11.2012-29.08.2013 tarih aralığında Google ve Google Akademi veri tabanı, ‘Ruhsal hastalık inanç, tutum, damgalama’, ‘Ruhsal hasta inanç, tutum, damgalama’, anahtar sözcükleri kullanılarak taranmıştır. Tarama sonucunda, 1439 makaleye/çalışmaya ulaşılmış, 59 sonuç değerlendirmeye alınmıştır. Taranan yayınların %54.2’si psikiyatri hemşiresi/leri tarafından yazılmış, %52.5’i hakemli dergilerde yayınlanmış, %45.8’i araştırma makalesi olarak sunulmuş ve %22’si damgalama ve damgalama ile mücadele ve sağlık çalışanının hastaya/hastalığa karşı tutum, inanç ve damgalamasını araştıran yayınlar olduğu belirlenmiştir. Tarama sonuçlarının %33.9’unda, inanç, tutum ve damgalamayla mücadele hakkında öneri belirtilmezken, %30.5’i bu konuda toplumun eğitiminin önemliliğini vurgulamıştır. Ruhsal hastalığa ve hastaya yönelik inanç, tutum ve damgalama ile ilgili yapılan yayınlar; profesyonellerin ve toplumun bu konuda olumlu görüş birliğine ve davranışına ulaşmasının gerekli olduğunu göstermiştir.

 

Erişim linki: 4- Türkiye’de Ruhsal Hastalığa / Hastaya Yönelik İnanç, Tutum ve Damgalama Süreci: Sistematik Derleme,.pdf

 

5- Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar

 

Özet: Türkiye Psikiyatri Derneği’nin ilk günlerinden itibaren sistemli olarak çalışmalarını sürdüren Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar Bilimsel Çalışma Birimi’nin ilk kitabı “Şizofreni Tedavi Kılavuzu” iki yıl önce, 2005 yılında Türkiye Psikiyatri Derneği Bilimsel Çalışma Birimleri Dizisi’nde yayımlandı. “Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar” konulu yeni kitabımız, aynı alanda farklı bir kaynak. Bu kitap, şizofreni ve farklı psikotik bozuklukların fenomenolojisi, etiyolojisi, konu ile ilgili en yeni çalışmalar, hastalığın değerlendirmesine ve tedavisine ilişkin yöntemleri içeriyor. Kitapta aynı zamanda şizofreni ve ilişkili psikotik bozukluklar kapsamında, endofenotipler, şizofreni spektrumu, “şizo-obsesyon” gibi konulara da ağırlıklı olarak yer veriliyor.

 

Erişim linki: 5- Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar.pdf

 

6- Şizofreni: Etyoloji, Klinik Özellikler ve Tedavi

 

Özet: Şizofreni her türlü toplumda en sık görülen ruhsal bozukluklardan biridir. Şizofreninin özellikleri ve tedavisi ile ilgili literatürde oldukça fazla çalışma yapıldığı görülmüştür. Epidemiyolojik çalışmalarda genel olarak kadın ve erkeklerde görülme sıklığının eşit ve başlangıç yaşının erkeklerde daha erken olduğu, sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde şizofreniye daha sık rastlandığı saptanmıştır. Etiyolojik çalışmalarda ise şizofrenin genetik, nörodejeneratif, nörogelişimsel ve nörokimyasal modellerde açıklandığı görülmüştür. Hastalık başlangıcın akut ve sinsi olabildiği gibi prodromal belirtiler de görülebildiği yine yapılan çalışmalarda belirtilmiştir. Bu çalışmada, şizofrenide sosyodemografik, klinik özellikler ve hastalığın temel belirtileri incelenmiştir.

 

Erişim linki: 6- Şizofreni: Etyoloji, Klinik Özellikler ve Tedavi.pdf

 

7- Şizofreni Spektrum Bozukluklarında Zihin Kuramı

 

Özet: Bulgular: Zihin kuramını ölçmek için kullanılan araçların psikometrik özellikleri çok sağlam değildir. Ancak Şizofrenide ZK çalışmaları yine de kimi önemli sonuçlar vermiştir. Şizofrenide ZK bozukluğu akut evrede daha şiddetli olmakla birlikte iyilik döneminde de devam etmektedir. Şizofreni hastalarının birinci derece akrabalarında, sanrısal bozukluk ve şizotipi skoru yüksek bireylerde de ZK bozukluğu olduğunu gösteren veriler vardır. Psikotik ve belirgin negatif bulguları olan hastalarda ZK bozukluğu şizofreninin birincil bir özelliğidir. ZK bozukluğu, şizofrenin iyi seyirli formlarında, iyilik döneminde belirgin pozitif ve negatif bulguları olmayan hastalarda, sanrısal bozuklukta ve bipolar bozuklukta frontal işlev bozukluklarına ikincil olabilir. Ayrıca ZK bozukluğu hastaların sosyal işlevsellik ve içgörü sorunlarıyla ilişkili gözükmektedir.

 

Erişim linki: 7- Şizofreni Spektrum Bozukluklarında Zihin Kuramı.pdf

 

8- Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluğu Olan Hastalarda Tedaviye Uyum Sorunları

 

Özet: Uyum (komplians) hastanın sağlıkla ilgili önerileri kabul etmesi ve bunlara uyması olarak tanımlanabilir. Antipsikotik ilaçlara uyumsuzluk oranı % 11-80 arasında değişmektedir. Tedaviye uyumsuzluk hastaneye yeniden yatışı , morbidite ve mortaliteyi arttırmaktadır. Hastaneye yeniden yatış, mesleki ve ailesel sorunlara yol açmakta, bunlarla bağlantılı olarak hastanın yaşam kalitesi düşmektedir. İlaç tedavisine uyumsuzluğun nedenleri arasında, kişinin hastalığa karşı içgörüsünün olmaması veya yetersiz olması,hastanın psikopatolojisi, ilaçlara bağlı ortaya çıkan, nörolojik, endokrin ve antikolinerjik yan etkiler, sosyal ve çevresel desteğin yetersiz olması, ekonomik güçlükler ve tedaviye karşı yetersiz bilgilenme sayılabilir. Tedavi uyumun arttırıcı girişimlerin başarısı açıkça kanıtlanmıştır. Bazı etkinlikler tedaviye uyumu düzeltmektedir. Öncelikle çıkabilecek engellerin ortadan kaldırılması , hastayla terapötik işbirliği sağlama, içgörü kazandırma, aileyi, hastayı ve toplumu bilgilendirme, yan etkiler göz önüne alınarak, karmaşık olamayan basit bir tedavi rejimi düzenleme yapılabilecek etkinlikler arasındadır. Bu yazı da şizofreni ve diğer psikotik bozukluklarda tedaviye uyumu etkileyen faktörler araştırıldı ve uyumu iyileştirmek için neler yapılabileceği tartışıldı.

 

Erişim linki: 8- Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluğu Olan Hastalarda Tedaviye Uyum Sorunları.pdf

 

9- Şizofreni Hastalarında Aile Ortamı ve Duygu Dışavurumunun Değerlendirilmesi

 

Özet: Duygu dışavurumu aile ortamıyla ilgili bir ölçüm olarak psikiyatrik relapsların önemli psikososyal yordayıcısıdır. Bu çalışmanın amacı; aile ortamı ve duygu dışavurumu değişkenlerinin psikopatoloji şiddeti ile ilişkisinin araştırılmasıdır. DSM-IV tanı ölçütlerine göre şizofreni tanısı alan 32 hasta ve bu hastaların birlikte yaşadığı birinci derece aile üyelerinden biri çalışmaya dahil edilmiştir. Yatışta hastalar Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (PBDÖ) ve Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (NBDÖ) ile değerlendirilirken yakınlarına Aile Ortamı Ölçeği (AOÖ) ve Duygu Dışavurumu Ölçeği (DDÖ) uygulanmıştır. Hastalara ayrıca hastaneden taburcu olmadan önce Aile Ortamı Ölçeği (AOÖ) ve Duygu Dışavurumu Düzeyi (LEE) ölçeği uygulanmıştır. Pozitif belirtileri değerlendirme ölçeği puanlarıyla hasta tarafından doldurulan aile ortamı ölçeğinin kontrol alt ölçeği puanları arasýnda (p=0.008) pozitif korelasyon vardır. Pozitif belirtilerle DDÖ toplam puanı arasında (p=0.039) ve DDÖ eleştirellik/düşmancıllık alt ölçeği puanları arasında da (p=0.046) pozitif korelasyon vardır. Negatif belirtileri değerlendirme ölçeği puanlarıyla DDÖ toplam puanı arasında pozitif korelasyon (p=0.04) belirlenmiştir. Hasta tarafından doldurulan aile ortamı ölçeğinin kişilerarası ilişkiler alt ölçeği puanıyla LEE ölçeğinin duygusal tepki (p=0.044), hastalığa karşı tutum (p=0.009) ve hoşgörü/beklenti (p=0.01) alt ölçeği puanları arasında negatif korelasyon vardır. Şizofreni hastalarında aile ortamı değişkenleri psikopatoloji şiddeti bakımından dikkate alınması gereken faktörlerdir. Aile ortamını düzeltmeye yönelik müdahaleler hastalığın seyrine olumlu katkılarda bulunabilir.

 

Erişim linki: 9- Şizofreni Hastalarında Aile Ortamı ve Duygu Dışavurumunun Değerlendirilmesi.pdf

 

10- Şizofreni Hastaları İçin Yaşam Niteliği Ölçeği: Güvenirlik ve Yapısal Geçerlik Çalışması

 

Özet: Şizofreni hastalarının tedavi ve rehabilitasyonunun uzun erimli amacı hastaların yaşam niteliğini arttırmaktır. Son yıllarda şizofreni hastalarının yaşam niteliğini nesnel olarak değerlendirmeye yönelik ölçekler geliştirilmektedir. Bu çalışmada Heinrich ve ark. (1984) tarafından geliştirilen “Şizofreni Hastaları İçin Yaşam Niteliği Ölçeği”nin ülkemizde de kullanılır hale gelebilmesi amacıyla güvenirliği ve yapısal geçerliği sınanmıştır. Bu amaçla yarı yapılandırılmış bir görüşme biçiminde gerçekleştirilen ve şizofreni hastalarının kişisel deneyimlerinin zenginliği, kişilerarası ilişkilerinin niteliği, mesleki rollerdeki üretkenlikleri ve günlük aktivitelerini değerlendiren ölçek, SSK Ankara Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniğinde ayaktan tedavileri sürdürülmekte olan toplam 120 kronik şizofreni hastasına uygulanmıştır. Görüşmeciler arası tutarlılığın araştırılması sonucunda, ölçeği/1 alt boyutları ve toplam skor için bölüm içi korelasyon değerleri, sırasıyla,kişilerarası ilişkiler: .99; mesleki rol: .97 ; ruhsal bulgular: .01; günlük eşya/faaliyet: .96; toplam skor: .99 olarak bulunmuştur. Ölçeğin iç tutarlılığının saptanmasında, elde edilen Cronbach alfa iç tutarlık katsayıları, sırasıyla, kişiler arası ilişkiler için: .93 ; mesleki rol için: .97; ruhsal bulgular için: .94; günlük eşya/faaliyet için: .90; toplam için: .98 olarak saptanmıştır. Ölçeğin yapısal geçerliliğinin saptanmasında alt boyutlar birbirleriyle ve ölçek toplamıyla karşılaştırılmış, korelasyon değerleri p=.000 düzeyinde anlamlı bulunmuştur. Tüm alt boyutlarda ve toplam puanda, klozapin kullanan hastaların yaşam niteliği, istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde geleneksel antipsikotik ilaç kullananlardan yüksek bulunmuştur. Varimax rotasyonu yöntemi uygulanarak yapılan faktör analizinde, faktörler üzerinde .30 yüklenme değeri ölçüt olarak alındığında özdeğeri 1’in üzerinde olan 2 faktör bulunmuştur. Ölçeğin özgün çalışmasından farklı olarak, faktör yapısı iki alt boyutta toplanmıştır. Sonuçta ölçeğin yapısal geçerliliği ve güvenirliği gösterilmiştir.

 

Erişim linki: 10- Şizofreni Hastaları İçin Yaşam Niteliği Ölçeği: Güvenirlik ve Yapısal Geçerlik Çalışması.pdf

 

11- İçgörü Kavramı ve Şizofreni

 

Özet: Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar dergisi, Yıl:4, Sayı: 1-2, 2010

 

Erişim linki: 11- İçgörü Kavramı ve Şizofreni.pdf

 

12- Şizofreni ve Tedavisi

 

Özet: Şizofreni; sanrılar, varsanılar, organize olmayan davranışlar, negatif semptomlar ve sosyal işlev bozukluğu ile karakterize edilen bir psikiyatrik hastalıktır. Şizofreni hastaların tedavisi farmakolojik tedavileri ve psikososyal tedavileri içermektedir. Farmakolojik tedavilerden antipsikotik ilaçlar şizofreni tedavisinin temelini oluştursa da araştırmalar psikososyal yaklaşımların klinik düzelmeyi hızlandırdığını bildirmiştir. Psikososyal yaklaşımlar desteklenmelidir ve ilaç tedavisi ile bütünleştirilmelidir. Çoğu şizofreni hastası antipsikotik ve psikososyal tedavinin birlikte kullanıldığı yaklaşımlardan yararlanmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalarda cinsiyet açısından farklılık görüldüğü, erkeklerde en sık ortaya çıkan yaş aralığı 15-25 iken kadınlarda 25-35 olduğu ve sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde şizofreniye daha sık rastlandığı saptanmıştır. Etiyolojik çalışmalarda ise şizofreninin genetik etkenler, beynin yapısal değişiklikleri, nörokimyasal değişiklikler, nörofizyolojik değişiklikler, endokrin etkenlerle açıklandığı görülmüştür. Şizofreninin 4 temel belirtileri olduğunu öne sürülmüştür. Bunlar assosiasyon, ambivalans, autizm(otizm) ve affekttir. Şizofreni daha çok klinik bulgular dikkate alınarak paranoid tip, dezorganize tip, katatonik tip, ayrışmamış tip, rezidüel tip olmak üzere 5 alt tipe ayrılmıştır. Şizofreni, hastaların hayatını her yönüyle etkileyen kronik bir hastalık olduğu için, tedavide hedef; belirtileri azaltmak ya da ortadan kaldırmak, hastanın yaşam kalitesini ve uyumunu mümkün olduğunca artırmak ve hastalığın yıkıcı etkilerini mümkün olduğunca azaltmaktır.

 

Erişim linki: 12- Şizofreni ve Tedavisi.pdf

 

13- Şizofreni Hastalarının Bakım Verenleri

 

Özet: Şizofreni hastalarının çoğu aileleri ile birlikte yaşamaktadır bu nedenle şizofreni hastalığı hastanın olduğu kadar ailenin de yaşamını olumsuz etkilemektedir. Şizofreni hastalarının aileleri bakım verme rollerini yerine getirmede çeşitli güçlükler yaşamaktadırlar. Aileler anksiyete, depresyon, utanç, suçluluk, korku, çaresizlik, zorlanma, endişe, umutsuzluk, öfke ve kayıp gibi duygular yaşamaktadırlar. Aileler çoğu zaman yaşadıkları bu güçlükler ile kendi başlarına mücadele etmektedirler. Bazen ailede bakım verenler yaşadıkları güçlükler ile etkili baş edememekte ve ruhsal sağlıklarında bozulma olabilmektedir. Ailelerin yaşadıkları güçlüklerin tanımlanması ve etkili müdahalelerin uygulanması önemlidir.

 

Erişim linki: 13- Şizofreni Hastalarının Bakım Verenleri.pdf

 

14- Bolu Toplum Ruh Sağlığı Merkezi Hizmetlerinin Şizofreni Hastalarındaki Yaşam Kalitesi, Yeti Yitimi, Genel ve Sosyal İşlevsellik Üzerine Etkisi: Bir Yıllık İzleme Sonuçları

 

Özet: Tartışma: Türkiye’de ilk kez açılmış olan Bolu Toplum Ruh Sağlığı Merkezi hizmetlerinin şizofreni tanısı konmuş hastalarının yaşam kalitesini artırmada, yeti kaybını azaltmada ve işlevselliklerini artırmada oldukça yararlı olduğu bulundu. Toplum ruh sağlığı merkezlerinin tüm Türkiye’ye yaygınlaştırılması ve işlevselliklerinin artırılmasının faydalı olacağı düşünüldü.

 

Erişim linki: 14- Bolu Toplum Ruh Sağlığı Merkezi Hizmetlerinin Şizofreni Hastalarındaki Yaşam Kalitesi, Yeti Yitimi, Genel ve Sosyal İşlevsellik Üzerine Etkisi: Bir Yıllık İzleme Sonuçları.pdf

 

  • Benlik

 

1- Benlik Saygısını Etkileyen Etkenler

 

Özet: Bu çalışma, Selçuk Üniversitesinin uygulamalı branşta iki, sosyal branşta iki fakültesinin birinci sınıf öğrencileri ile 1986-1987 öğretim döneminde yapıldı. Çalışmaya 17-21 yaşları arasında, ortalama yaşları 18.9±0.048, 171’i kız, 379’u erkek toplam 550 denek alındı. Deneklerin benlik saygılarının aileleri ile ilgili etkenlere bağlı olup olmadığını araştırmak amaçlandı. Deneklere Rosenberg benlik saygın ölçeği ve ailelerine ilişkin bir anket formu uygulandı. Sonuçlar MİNİTAB programında değerlendirildi. Benlik saygısının cinsiyete (p<0.05), anne ve babanın eğitim düzeyine (p<0.01), annenin mesleğine (p<0.05), ailenin gelir düzeyine (p<0.05) ve ailenin ilgisine (p<0.001) bağlı olduğu bulundu.

 

Erişim linki: 1- Benlik Saygısını Etkileyen Etkenler.pdf

 

2- Benlik Saygısı

 

Özet: Benlik saygısı, bireyin benlik imgesi ile ideal benliği arasındaki farkın değerlendirilmesidir. Benlik saygısı erken çocukluk çağında anne-baba tarafından şekillendirilir. Benliğin gelişmesinde en önemli dönem ergenlik çağıdır. Düşük benlik saygısı olan bireyde yüksek düzeyde kaygı, psikosomatik ve depresyon belirtileri bulunur. Bu çalışmanın amacı; benlik ve benlik saygısı kavramlarını açıklamak, benlik saygısı ile ilişkili bazı etmenleri incelemek ve bu konuda Türkiye’de yapılmış bazı çalışma sonuçlarını sunmaktır.

 

Erişim linki: 2- Benlik Saygısı.pdf

 

3- Üniversite Öğrencilerinde Yalnızlığın Yordayıcısı Olarak Benlik Saygısı ve Psikolojik Sağlamlık

 

Özet: Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde yalnızlığın yordayıcısı olarak benlik saygısı ve psikolojik sağlamlığın incelenmesidir. Bu amaçla UCLA Yalnızlık Ölçeği, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Ego Sağlamlığı Ölçeği Kocaeli Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğrenim gören farklı sınıf düzeylerinden 410 (296 kız, 114 erkek) öğrenciye uygulanmıştır. Araştırmada değişkenlerin birbiriyle ilişkisini görebilmek amacıyla Pearson momentler çarpımı korelasyon tekniği ve yalnızlığı yordayan değişkenlerin hangi sıra ile katkı sağladıklarını belirlemek amacıyla ise çoklu aşamalı regresyon analizi teknikleri kullanılmıştır. Bulgular, yalnızlık ile benlik saygısı ve psikolojik sağlamlık arasında negatif yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Ayrıca, benlik saygısı ve psikolojik sağlamlık değişkenlerinin üniversite öğrencilerinde yalnızlığı yordadığı bulunmuştur.

 

Erişim linki: 3- Üniversite Öğrencilerinde Yalnızlığın Yordayıcısı Olarak Benlik Saygısı ve Psikolojik Sağlamlık.pdf

 

4- Benlik ve İdeal Benlik Kavramlarının “Tercih Edilen Meslek” Kavramı İle İlişkisi

 

Özet: Bir kimsenin, çeşitli kişilik özelliklerinin kendinde bulunuş derecesi hakkındaki değerlendirmelerinin bütünü, ya da kısaca, kişinin kendini algılaması olarak tanımlayabileceğimiz “Benlik Kavramı”, son elli yıldır danışma psikolojisi ile ilgilenen psikologların, üzerinde önemle durdukları konulardan biridir. Rogers tarafından geliştirilen ve insanın dışardan değerlendirilip değiştirilebileceği görüşüne karşıt olan “Benlik Kuramı”, benlik kavramını davranışın en önemli belirleyicisi saymaktadır. Yani bu kurama göre, insan, benlik kavramına uygun biçimde davranır.

 

Erişim linki: 4- Benlik ve İdeal Benlik Kavramlarının “Tercih Edilen Meslek” Kavramı İle İlişkisi.pdf

 

5- Geleceğe İlişkin Yönelimlerde Benlik Tipine Bağlı Farklılıklar

 

Özet: Bu makalede sunulan çalışmada, gençlerin geleceğe ilişkin yönelim örüntülerinin saptanması ve ilgili yönelimlerin Dengeli Bütünleşme ve Ayrışma/Ayırdetme (Denge) Modeli’nin (İmamoğlu, 1995; 1998; 2003) öngördüğü benlik tiplerine göre nasıl farklılaştığının araştırılması amaçlanmaktadır. Araştırmaya katılan 295 üniversite öğrencisine (170 kız, 125 erkek) bu araştırma amacıyla geliştirilmiş olan Geleceğe Yönelik Tutum Ölçeği ile Olumlu Gelecek Beklentisi Ölçeği (İmamoğlu, 2001), Gelecek Zaman Yönelimi Ölçeği (Gjesme, 1979), ve Dengeli Bütünleşme – Ayrışma (Denge) Ölçeği (İmamoğlu, 1998; 2003) uygulanmıştır. Ölçeklerden elde edilen veriler-arası ilişkilerden, gençlerin geleceğe ilişkin yönelimlerini Olumlu, Kaygılı ve Planlı olmak üzere üç temel boyutta kavramsallaştırmanın anlamlı olduğu sonucuna varılmıştır. Benliğe bağlı farklılıklar bakımından ise, Denge Modeli’nce psikolojik işlevler bakımından sırasıyla en olumlu ve en olumsuz benlik tipleri olarak önerilen ilişkili-kendileşmiş (dengeli) ile kopuk-kalıplaşmış (dengesiz) benlik tiplerindeki kişilerin geleceğe yönelimlerinde anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. Bulgular, geleceğe ilişkin tutumların benlik ile ilişkisi ve Denge Modeli çerçevesinde tartışılmaktadır.

 

Erişim linki: 5- Geleceğe İlişkin Yönelimlerde Benlik Tipine Bağlı Farklılıklar.pdf

 

6- İki Boyutlu Benlik Saygısı ve Öznel İyi Oluş Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi

 

Özet: Bu çalışmanın amacı benlik saygısı ve öznel iyi oluş arasındaki ilişkileri incelemektir. Araştırmanın katılımcılarını Sakarya Üniversitesi’nde öğrenim gören 191 üniversite öğrencisi (71 Erkek/120 Kadın) oluşturmuştur. Veri toplama araçları olarak İki Boyutlu Benlik Saygısı (Kendini Sevme/ Öz-yeterlik) Ölçeği, Yaşam Doyumu Ölçeği ve Pozitif-Negatif Duygu Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizinde Pearson Momentler Çarpımı Korelasyonu ve Çoklu Regresyon Analizi kullanılmıştır. Analiz sonuçları, benlik saygısı ile öznel iyi oluşun pozitif yönde ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca benlik saygısının öznel iyi oluşu pozitif yönde anlamlı düzeyde yordadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın bulguları ilgili alanyazın bağlamında tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur.

 

Erişim linki: 6- İki Boyutlu Benlik Saygısı ve Öznel İyi Oluş Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi.pdf

 

7- Ergenlerin Benlik Saygısına Ailelerinin Tutum ve Davranışlarının Etkisi

 

Özet: Bu araştırma, ergenlerin benlik saygısına anne-babanın tutum ve davranışlarının etkisini belirlemek amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır. Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini Ordu ili Atatürk Lisesinde öğrenim gören 750 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyerek, öğrencilerin tamamı çalışma kapsamına alınmak istenmiş, ancak ulaşılabilen 690 öğrenci ile çalışılmıştır. Veriler, anket formu ve Coopersmith benlik saygısı ölçeği ile 12-13 Mayıs 2004 tarihlerinde toplanmıştır. Verilerin analizi SPSS 11.5 bilgisayar, istatistik programı yardımıyla, yüzde, aritmetik ortalama, standart sapma, ANOVA varyans analizi, t testi ve Kruskal VVallis testi ile yapılmıştır. Ergenlerin benlik saygısı puan ortalaması 59.14± 15.37’dir. Ergenlerin, kardeş sayısı (P<.05), anne eğitim düzeyi (P<.01) ve anne- baba tutum ve davranışlarına göre benlik saygısı puanlarının istatistiksel olarak gruplar arası anlamlı fark gösterdiği belirlenmiştir.

 

Erişim linki: 7- Ergenlerin Benlik Saygısına Ailelerinin Tutum ve Davranışlarının Etkisi.pdf

 

8- Muğla Üniversitesi Öğrencilerinin Benlik Saygılarının İncelenmesi

 

Özet: Çalışma Muğla Üniversitesi öğrencilerinin benlik saygısı ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği kullanılarak merkez kampus de öğrenim gören 8214 öğrenciden, bölümlerin evrendeki temsil oranlarına uygun olarak seçilen 820 öğrenci üzerinde yürütülmüştür.

Muğla Üniversitesi gençlerinin %61.5’inin benlik saygısı düzeylerinin yüksek olduğu; kardeş sayısı arttıkça benlik saygısı düzeyinin düştüğü, anne eğitimi arttıkça benlik saygısının arttığı, annesi memur olanlarda yüksek, subay/polis/müfettiş olanlarda düşük olduğu, aile tutumu demokrat olan çocuklarda yüksek, ilgisiz olan çocuklarda düşük olduğu ve aile geliri arttıkça benlik saygısının arttığı belirlenmiştir (p<0.05).

Öğrencilerin okulları, sınıfları, baba mesleği değişkenleri ile benlik saygısı alt ölçekleri arasında ilişki bulunamazken; ebeveyn yaşama durumu, üveylik durumu, baba eğitimi, aile geliri, kendi geliri 1 alt ölçekle; anne eğitimi, anne mesleği 3 alt ölçekle; ailenin sosyal yapısı, yaşanılan yer 4 alt ölçekle; cinsiyet, yaş, kardeş sayısı 5 alt ölçekle; aile tutumu değişkeninin 11 alt ölçekle ilişkili olduğu tespit edilmiştir (p<0.05).

 

Erişim linki: 8- Muğla Üniversitesi Öğrencilerinin Benlik Saygılarının İncelenmesi.pdf

 

9- Farklı Sosyo-ekonomik Düzeydeki Lise Öğrencilerinin Benlik Saygısı Düzeylerinin İncelenmesi

 

Özet: Bu araştırma farklı sosyo-ekonomik düzeydeki lise öğrencilerinin benlik saygısı düzeylerinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın örneklem grubunu 482 lise öğrencisi oluşturmuştur. Öğrencilerin benlik saygısı düzeyleri Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırmanın sonunda liseye devam eden ve örneklemi oluşturan ergenlerin yüksek düzeyde benlik saygısı sahip oldukları bulunmuştur. Araştırmada cinsiyet, sosyo-ekonomik düzey ve yaşın benlik saygısı üzerinde bir etken olup olmadığı incelenmiştir. Elde edilen veriler t testi ve tek yönlü varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Araştırma sonucunda lise öğrencilerinin yüksek düzeyde benlik saygısına sahip oldukları bulunmuştur.

 

Erişim linki: 9- Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Lise Öğrencilerinin Benlik Saygısı Düzeylerinin İncelenmesi.pdf

 

10- Yüzücülerin Depresyon, Benlik Saygısı ve Kaygı Düzeylerinin Değerlendirilmesi

 

Özet: Tartışma: Sporun benlik saygısı ve depresyon belirti düzeyi üzerindeki olumlu etkilerinin aksine yüzücülerde saptanan kaygı düzeyinin yüksekliği performansla ilişkilendirilebilir. Çocuk psikiyatrisi alanında da fiziksel aktivite ve sporla ilgili daha kapsamlı çalışmalar yapılmalı ve sporun ruh sağlığını hangi yollarla etkilediğinin üzerinde durulmalıdır.

 

Erişim linki: 10- Yüzücülerin Depresyon, Benlik Saygısı ve Kaygı Düzeylerinin Değerlendirilmesi.pdf

 

11- Benlik-Kavramı ve Benliğin Gelişimi: Bilen Benliğe Gereksinim Var Mı?

 

Özet: Bu çalışmada, benlik ve benliğin bölümleri ve oluşumu üzerine ortaya konulan kuramsal yaklaşımları, benliğin ögeleri ve gelişimine etki eden faktörleri tanıtmak. Ayrıca, belli başlı bilimsel paradigmaların benlik-kavramı konusundaki çeşitli açıklamalarını bir kurgu içinde özetlemek ve “Bilen Benlik” oluşumuna ve desteklenmesine ne kadar katkı sağlayabileceğini tartıştık. Çünkü “Bilinen Benliğin” kişisel güç ve benlik saygısının ya da başkaları üzerinde yıkıcı saldırganlığın oluşumundan sorumlu olan kendilik nesnesi deneyimlerini inceledik. Sonuç olarak “Bilen Benliğin” özne konumuna nasıl taşınabileceğini tartışıldı.

 

Erişim linki: 11- Benlik-Kavramı ve Benliğin Gelişimi: Bilen Benliğe Gereksinim Var Mı?.pdf

 

12- Korunmaya Muhtaç Çocukların Benlik Algısının İncelenmesi

 

Özet: Benlik, insanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının toplamı, insanın kendini tanıma ve değerlendirme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Benlik kavramı, bireyin kendisi için önemli saydığı kişilerin eleştiri ve beğenileriyle biçimlenir. Bu araştırma 8-11 yaş arasındaki korunmaya muhtaç çocukların benlik algılarını incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın örneklem grubunu Keçiören Atatürk Çocuk Yuvasında kalan toplam 90 çocuk oluşturmuştur. Çocukların benlik algıları “Lipsitt Çocuklar için Benlik Kavramı Ölçeği” kullanılarak değerlendirilmiştir. Elde edilen veriler İki Eş Arasındaki Farkın Önemlilik testi kullanılarak analiz edilmiştir. Elde edilen veriler doğrultusunda çocukların benlik algıları ile ideal benlikleri arasındaki fark önemli çıkmıştır.

 

Erişim linki: 12- Korunmaya Muhtaç Çocukların Benlik Algısının İncelenmesi.pdf

 

13- Adölesenlarda Aileden ve Arkadaşlardan Algılanan Sosyal Destek ve Benlik Saygısı Arasındaki İlişki

 

Özet: Bu araştırma, adölesanların aile ve arkadaşlarından algıladıkları sosyal destek ile benlik saygısı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla 1-30 Ocak 2002 yılı içerisinde tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Trabzon İl Merkezi’ndeki liselerde okuyan 13.730 adölesan oluşturmaktadır. Araştırmada örneklem büyüklüğü T Yamane’nin geliştirdiği 0.05 yanılgı için minimum örneklem büyüklüğü tablosuna göre, 390 kişi olarak belirlenmiş, evreni daha iyi temsil edebilmesi için 500 adölesan değerlendirmeye alınmıştır. Adölesanların bulundukları liselerden örnekleme seçilmesinde liselerin evrendeki temsil düzeyleri gözönüne alınarak her liseden o oranda öğrenci belirlenmiş daha sonra belirlenen sayıda öğrenciyi seçmek için lise son sınıf öğrencilerinin listelerinden şubeleri dikkate alınmaksızın basit rastgele örnekleme yöntemi ile saptanan sayıya ulaşıncaya kadar araştırmaya öğrenci alınmıştır. Veriler, öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini ve sosyal ilişkilerini belirleyen kişisel bilgi formu, Procidona ve Heller’in Aile ve Arkadaşlardan Algılanan Sosyal Destek Ölçeği(ASD-AUAR) ve Stanley Coopersmith’in Benlik Saygısı Ölçeği (BSÖ) ile toplanmıştır. Değerlendirmede, yüzdelik, t testi, korelasyon ve varyans analizi kullanılmıştır. Adölesanların aileden algıladıkları sosyal destek puan ortalamasının 12.081:4.1 olduğu (p<0.05), arkadaşlardan algılanan sosyal destek puan ortalamasının 13.901:4.6 olduğu (p<0.05) saptanmıştır. Adölesanların benlik saygısı puan ortalamasının 64.031:16.67 olduğu, aile ve arkadaşlardan algılanan sosyal destek ile aralarında pozitif bir ilişkinin bulunduğu (r=0.423AsD/AL’ r=O.414ASD/AR, p<0.05) ve aile ile arkadaşlardan algılanan sosyal destek arttıkça,adölesanların benlik saygısının yükseldiği saptanmıştır.

 

Erişim linki: 13- Adölesenlarda Aileden ve Arkadaşlardan Algılanan Sosyal Destek ve Benlik Saygısı Arasındaki İlişki.pdf

 

14- Bireycilik ve Toplulukçuluk Değerlerinin Ölçülmesi: Benlik Kurgusu ve INDCOL Ölçeklerinin Türkçe Geçerlemesi

 

Özet: Bu çalışma ile bireycilik ve toplulukçuluk değerlerini bireysel düzeyde ölçmek üzere sıklıkla kullanılan, Benlik Kurgusu (Self Construal Scale; SCS) (Singelis, 1994) ile INDCOL ölçeklerinin (Singelis ve diğerleri, 1995) Türkçedeki psikometrik özellikleri değerlendirilmiştir. Üç farklı çalışan örnekleminden elde edilen veriler üzerinde yapılan analizler neticesinde SCS’nin geçerliği desteklenmemiş ve ölçeğin yapısının kuramsal olarak da gözden geçirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. INDCOL ölçeğinin ise gerek faktör analizleri gerek korelasyon analizleri ile geçerlemesi sonucunda daha güvenilir bir ölçek olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak Türkiye ortamında daha anlamlı olabilecek maddelerle geliştirilmesi önerilmektedir.

 

Erişim linki: 14- Bireycilik ve Toplulukçuluk Değerlerinin Ölçülmesi: Benlik Kurgusu ve INDCOL Ölçeklerinin Türkçe Geçerlemesi.pdf

 

  • Disosiyatif Bozukluklar

 

1- Travma Merkezli Alyans Model Terapi: Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Psikoterapisi

 

Özet: “Travma Merkezli Alyans Model Terapi” (TMAMT) Öztürk tarafından dissosiyatif kimlik bozukluğunun psikoterapisi için geliştirilmiştir. TMAMT modelinde alter kişiliklerin alyansı önemli bir konudur. Bütün negatif doğadaymış gibi görünen ya da olan alter kişilikler kişiliklerle psikoterapi içerisinde alyans (ittifak) kurulabilmektedir. Dissosiyatif kimlik bozukluğuna özgü olan TMAMT, özellikle dissosiyatif kimlik bozukluğunun tedavi süresini kısaltmak amacıyla uzun yıllar sadece bu psikiyatrik tanı grubu ile ilgili olarak yoğun bir şekilde çalışan Öztürk’ün mesleki tecrübelerine dayanarak yapılandırılmıştır. Bu açıdan dissosiyatif kimlik bozukluğunun kısa dönem psikoterapisi olarak da düşünülebilir. TMAMT, genel olarak dissosiyatif kimlik bozukluğunda ev sahibi (host) ve alter kişiliklerin alyansı sonrasında travmanın proses edilmesine odaklı, travma merkezli, stratejik ve hem krize müdahale, hem de entegratif bir psikoterapi yöntemidir. TMAMT, “çok odaklı terapötik alyans”, “kısa süreli ve etkin travma çalışması”, “dissosiyatif kimlik bozukluğuna özgü “krizlere entegre edici müdahale ve kontrol”, “host ve alter kişiliklerin misyonları ve stratejik işlevleri”, “güvensiz bağlanma ve patojen aile dinamiklerine çözüm odaklı yaklaşımlar”, “host ve alter kişiliklerin farklı zaman algısı ve bilişsel çarpıtmalarının düzeltilmesi”, “entegrasyon; host üzerinden yapılan birleşmeler” ve “entegrasyon sonrası kendileşme psikoterapisi” olmak üzere birbiriyle bağlantılı sekiz ana faz (evre) üzerine kurulmuştur. Her ana evre yaklaşık üç haftalık periyotlardan oluşur ve dissosiyatif kimlik bozukluğunun psikoterapisi yaklaşık altı ayda tamamlanır.

 

Erişim linki: 1- Travma Merkezli Alyans Model Terapi: Dissosiyatif Kimlik Bozukluğunun Psikoterapisi.pdf

 

2- Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu Temelinde Sosyal Bir Sorun: Ensest ve Sosyal Hizmet

 

Özet: 1800’lü yıllardan beri varlığını sürdüren dissosiyatif kimlik bozukluğu, hastalığın doğası itibariyle oldukça dikkat çeken psikiyatrik bir bozukluktur. Hastalığın birçok nedeni olmakla birlikte; en çok çocukluk döneminde yaşanılan istismarlardan kaynaklı olduğu bilinmektedir. İstismar çeşitleri arasında da ensestin yaygın olarak hastalığı arttırdığı görülmektedir. Ensest, genel olarak aile içindeki yasak ilişki olarak tanımlanmaktadır. Birçok toplum tarafından açığa çıkması hala tabu olarak görülen ensest ilişkinin çocuğa, fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik olarak ciddi olumsuz etkileri bulunmaktadır. Çocuklar, kendilerinde travmaya sebep olan ensest ilişkinin yarattığı psikososyal baskılardan kurtulabilmek için, dissosiyatif kimlik bozukluğunun temelini oluşturan, esas kişilikleri dışında yeni kimlikler oluşturma “alter yaratma” yoluna giderler. Bu çalışmada da dissosiyatif bozukluklar, çocuk istismarı ve cinsel istismar hakkında bilgi verilip, dissosiyatif kimlik bozukluğu temelinde ensest olgusu, uygulamalı ve çok yönlü eklektik bir disiplin olan sosyal hizmetin uygulama odağında değerlendirilecektir.

 

Erişim linki: 2- Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu Temelinde Sosyal Bir Sorun: Ensest ve Sosyal Hizmet.pdf

 

3- Dissosiyatif Bozukluklar

 

Özet: Dissosiyasyon normalde bütünlük içersinde olan bilinç, bellek, kimlik, duygu, algı, beden temsili, motor kontrol ve davranışta ayrışma ve/ya da süreksizlik olmasıdır. Bu ayrışma ve süreksizlikler psikolojik işlevlerin her alanını etkileyebilir. Dissosiyatif bozuklukların en kapsamlısı olan dissosiyatif kimlik bozukluğunda (DKB) bu işlevlerin hemen hepsi etkilenir. Bu alanların bir bölümünün etkilendiği durumlar ise depersonalizasyon-de-realizasyon bozukluğu, dissosiyatif amnezi (füglü ya da fügsüz) ve diğer özgül dissosiyatif bozukluklar (DÖDB) içersinde yer alır. Bu son grupta eşikaltı DKB, baskıya maruz kalma sonucu ortaya çıkan kimlik bozuklukları, akut dissosiyatif reaksiyonlar, ve dissosiyatif trans bulunmaktadır.

 

Erişim linki: 3- Dissosiyatif Bozukluklar.pdf

 

4- Disosiyatif Kimlik Bozukluğu Hastalarının Sosyodemografik ve Klinik Özelliklerinin İncelenmesi

 

Özet: Giriş ve Amaç: Dissosiyatif kimlik bozukluğu toplumda %1 civarında gözükmektedir ve dikkat çekilmesi gereken bir halk sağlığı problemidir. Sık görülen bir bozukluk olmasına rağmen klinikte dissosiyatif bozukluk tanısı çok nadir olarak konmaktadır. Biz bu çalışmamızla dissosiyatif kimlik bozukluğu olan hastaların sosyodemografik özelliklerini, kliniğe başvuru şikayetlerini, etyolojiye yönelik travmalarını, eşlik eden psikiyatrik tanılarını, geçmiş psikiyatri başvurularını ortaya koyarak Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu tanısının farkındalığını ve tanınabilirliğini arttırmayı amaçladık.

 

Erişim linki: 4- Disosiyatif Kimlik Bozukluğu Hastalarının Sosyodemografik ve Klinik Özelliklerinin İncelenmesi.pdf

 

5- Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun Tedavisi

 

Özet: Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu (DKB) toplumda en az %1 gözükmesine rağmen, tanı koyma problemleri ve tedavi eden azlığı nedeniyle Türkiye için bir halk sağlığı sorunudur. DKB’nin tanı konma sürecinde üç küme belirti ön plana çıkar. Bunlar; iç ses, afekt değişimleri ve hafıza sorunlarıdır. DKB’nin alemeti farikası alter kimliklerin varlığıdır. Özellikle alterlerin dinamik etkileşimi ile oluşan alter sistemini anlamak önemlidir. Tedaviye oldukça iyi cevap veren DKB’de tedavi üç aşamadan oluşur. İlk aşama tanı koyma, kişiyi hastalık hakkında eğitme, alter siteminin tanınması ve stabilizasyonun sağlanmasından oluşur. İkinci aşamada, bölünmeye neden olan travmatik anılar üzerine çalışılır. Üçüncü aşama ise, alterlerin birleştirilmesi anlamına gelen entegrasyon ve yeniden bölünmeme çalışmasından oluşur. DKB tedavisi için genel psikoterapi kuralları ve müdahaleleri geçerli olmakla birlikte, DKB doğası gereği DKB’ye özgün teknikler de vardır. Bunlardan en sık kullanılan beş tanesi; alterlerle konuşma, haritalandırma, gerçekliğe oryantasyon, yuvarlak masa tekniği ve birleştirme ritüelleridir. DKB tedavisinde rahatsızlığın psikopatolojisini tedavi eden ilaç yoktur. Ayrıca travmatik anılar için EMDR ve hipnoz kullanılabilir.

 

Erişim linki: 5- Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun Tedavisi.pdf

 

6- B 12 Vitaminin Dissosiyatif Kişilik Bozukluğu Üzerine Etkisi

 

Özet: Amaç: Dissosiyatif kimlik bozukluğu modern psikiyatride kronik ve polisemptomatik bir dissosiyatif bozukluk olarak tanımlanmaktadır. B12 vitamini, B vitamin kompleksi vitaminlerinden olup, vücutta başta hematolojik ve nörolojik sistem olmak üzere çeşitli sistemlere etki eder. Çalışmamızda B12 vitamininin dissosiyatif kişilik bozukluğu üzerine etkisinin olup olmadığını araştırmayı planladık.

 

Erişim linki: 6- B 12 Vitaminin Dissosiyatif Kişilik Bozukluğu Üzerine Etkisi.pdf

 

7- Dissosiyatif Bozukluklarda Kendine Zarar Verme Davranışları ve İntihar Eğilimleri: Travma Perspektifinden Psikoterapötik Bir Değerlendirme

 

Özet: Erken yaşta başlayan kronik çocukluk çağı travmaları ve disfonksiyonel aile dinamiklerinin etkisiyle gelişen dissosiyatif bozukluklar; intihar girişimleri, kendine zarar verme davranışları,bilinç kesintileri, amneziler, konsantrasyon güçlükleri, öfke patlamaları ve kimlikte belirsizlik hisleriyle karakterize olan temel psikiyatrik tanı gruplarından biridir. Bu tanı grubu, travma sonrası stres bozukluğu, somatoform bozukluklar ve sınırda kişilik bozukluğu başta olmak üzere birçok ruhsal bozukluk ile birlikte eştanı almaktadır.Alanyazındaki araştırmalarda dissosiyatif bozukluk vakalarında kendine zarar verme başlangıç yaş aralığı 5-14 olarak bildirilmiş olup, bu davranışların sık görüldüğü yaş aralığı ise 10-15 olarak belirtilmiştir. Bu araştırmalarda intihar girişimi ortalaması ise 10 olarak belirtilmiştir. Ayrıca bazı çalışmalarda dissosiyatif bozukluk vakalarının yaklaşık olarak %87’sinin kendine zarar verme davranışı gösterdiği, %78’sinin intihar girişiminde bulunduğu ve %1-2’sinin ise intihar girişimlerinin tamamlanmış intiharla sonuçlandığı vurgulanmaktadır.

 

Erişim linki: 7- Dissosiyatif Bozukluklarda Kendine Zarar Verme Davranışları ve İntihar Eğilimleri: Travma Perspektifinden Psikoterapötik Bir Değerlendirme.pdf

 

8- Dissosiyatif Temel Belirtiler ve Temel Psikoterapötik Yaklaşımlar

 

Özet: Dissosiyasyon, normalde bütünlük içerisinde olan bilinç, bellek, kimlik, duygu, algı, beden temsili, motor kontrol ve davranışta ayrışma ve/ya da süreksizlik olması olarak tanımlanmaktadır (APA, 2013). Dissosiyatif bozuklukların, çok sayıda ve yineleyici, erken yaşta başlayan çocukluk çağı travmatik yaşantıları ve intihar girişimleri ile karakterize olduğu belirtilmekte ve psikiyatri ve klinik psikolojide çok eksende incelenmesi gereken bir psikiyatrik tanı grubu olduğu savunulmaktadır. Dissosiyatif bozukluk vakalarının tedavisinde psikoterapi, ilaç ve hipnoz yöntemlerinin kullanıldığı bilinmektedir. Bu bozukluklarda en etkin ve en sık kullanılan tedavi yönteminin ise, psikoterapi olduğu belirtilmektedir. Bu derlemede, dissosiyatif bozuklukların temel belirtileri ve eş tanıları, dissosiyatif bozukluklar ile karıştırılan bazı tanı grupları, psikoterapistlerin tedavide karşılaştıkları bazı güçlükler ve tedavide kullanılan psikoterapötik yaklaşımlar ele alınmıştır.

 

Erişim linki: 8- Dissosiyatif Temel Belirtiler ve Temel Psikoterapötik Yaklaşımlar.pdf

 

9- Travma ve Dissosiyatif Bozukluklar: Genel Bir Bakış

 

Özet: Travma, doğal afetler, trafik kazaları, savaş, işkence ve çocukluk çağında yaşanan ihmal ve istismar gibi akut veya kronik travmatik olaylar sonucunda kişinin yetersizliği ile yüz yüze gelmesi ve öznel baş etme gücünü aştığı durumlarda oluşmaktadır. Travma sonrası kişilerde en sık görülen psikiyatrik tablolardan biri dissosiyatif bozukluklardır. Normalde uyuma hizmet eden bir mekanizma olarak her bireyde bulunan disosiyasyon, özellikle çocukluk çağı travmaları sonucunda travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası olarak kullanılarak patolojik bir sürece dönüşmektedir. Bu patolojik sürecin ileri bir formu olan dissosiyatif bozukluklar, kişilik altında yer alan kontekste stresli yaşam olaylarına karşın verilen akut tepkilerdir. Bir başka ifadeyle dissosiyatif bozukluklar kişinin yaşadığı travmaya yönelik bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Dissosiyatif bozukluklar normalde bütünleştirici olan bilinç, bellek, kimlik, emosyon, algı, beden temsili, motor kontrol ve davranışlarda bozulma ve kesinti meydana gelmesi ile karakterizedir (APA, 2013). Bu bozukluk, ani başlangıçlı veya aşamalı olabileceği gibi kısa süreli veya kalıcı da olabilmektedir. Dissosiyatif bozuklukların uzun bir tarihsel arka planı bulunmaktadır. Günümüzde dissosiyatif bozukluklara psikiyatri, klinik psikoloji ve adli bilimler alanında verilen ilgi ve önem giderek artmaktadır. Son yıllarda adli psikoloji ve adli psikiyatride bilirkişilik kapsamında dissosiyatif bozukluklar psikoz‐nevroz ayrımı, ceza sorumluluğu, malulen emeklilik ve malpraktis gibi konularda yapılan değerlendirmeler büyük önem taşımaktadır. Ruhsal bozukluklar içerisinde çocukluk çağı travmaları ile en yakın ilişkiyi gösteren dissosiyatif bozuklukların genelde erken yaşta başlaması, intihar girişimleri ve kendine zarar verme gibi davranışların sık görülmesi, yol açtığı çeşitli yaşamsal sorunlar, psikiyatrik eş tanısının yüksek olması, klinik ve travma odaklı uygun psikoterapi yöntemleriyle tam olarak tedavi edilebilmesiyle koruyucu sağlık hizmetleri açısından önem taşımaktadır.

 

Erişim linki: 9- Travma ve Dissosiyatif Bozukluklar: Genel Bir Bakış.pdf

 

10- Dissosiyatif Bozukluklar ve Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğunda Ruhsal Travma

 

Özet: Dissosiyasyon, normal koşullarda bir bütünlük içerisinde çalışan bilinç, bellek, kimlik ya da çevresel algınının işlevlerinin bozulmasıdır. Dissosiyasyon, aslında uyuma hizmet eden bir tür savunma mekanizması iken, özellikle aşırı ve patolojik kullanımı ile birlikte bireyin ruh sağlığında önemli sorunlara yol açabilmektedir. Çok sayıda ya da yineleyici, erken yaşta başlayan çocukluk çağı travmaları ile karakterize olan dissosiyatif bozukluklar; aile içi şiddet, fiziksel, duygusal ve cinsel istismar olmasından kaynaklı olarak adli bilimler, özellikle adli psikoloji ve adli psikiyatri ile yakından ilişkilidir. Dissosiyatif bozukluklar; ceza ve hukuki ehliyet, tazminat, malpraktis ve malulen emeklilik yönleri açısından adli bilimler ile oldukça yakın ilişki göstermektedir. Etiyolojik açıdan çocukluk çağı travmaları ile önemli derecede ilişkili olan Sınırda Kişilik Bozukluğu (SKB) yoğun dürtüsellik, duygu durumdaki ve kişilerarası ilişkilerdeki dengesizlik, yoğun öfke ve intihar davranışı, benlik karmaşası ile karakterize olan karmaşık bir sendrom olarak tanımlanmaktadır. SKB olan bireylerin duygusal, düşünsel ve davranışsal tutarsızlıkları oldukça yoğundur ve bu durum şiddetli duygusal dalgalanmalara, yargılamaların radikal düzeyde seyretmesine ve dramatizenin eşlik ettiği aşırı duygusallıktan ötürü saldırgan davranışlara yol açabilmektedir. Sınırda kişilik yapısının öfke dışavurumunun patlayıcı nitelikte olması ve sınırda kişiliğe sahip suçluların amaç yönelimli olmaktan ziyade, daha çok erken dönemdeki çocukluk çağı travmalarının ve terk edilme korkusunun tetiklenmesiyle, özellikle madde kullanımı ile birlikte, duygu düzenlemesi sağlamak için kendilerini sakinleştirmeye yönelik dürtüsel davranışlar sonucunda suç işleyebilmektedir. Genel olarak dissosiyatif bozukluk ve sınırda kişilik bozukluğu vakaları, adli bilimler açısından önem teşkil eden psikiyatrik tablolara sahip olmakla birlikte oldukça dikkatli bir hukuki ve adli değerlendirme sürecine tabi tutulmalıdır.

 

Erişim linki: 10- Dissosiyatif Bozukluklar ve Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğunda Ruhsal Travma.pdf

 

11- Parasomni ve Dissosiyatif Bozukluk

 

Özet: Parasomniler uykunun değişik evrelerinde ortaya çıkan anormal davranışsal ve fizyolojik olaylarla karakterize uyku bozukluğudur. Birçok psikiyatrik, nörolojik, tıbbi hastalık ve diğer uyku bozuklukları parasomniye neden olabilir. Fiziksel, cinsel, duygusal istismar gibi travma öyküsü parasomniye neden olabilir. Son yıllarda travma sonrasında uyarılmışlık başlığı altında ele alınan yaşantıların uykuda da sürdüğünün gösterilmesi travmanın parasomni araştırmalarına değişik bir bakış açısı getirebilir. Çocukluk çağından başlayarak kronik tekrarlayan travmaların dissosiyatif bozuklukla ilişkili olduğunun ve travmatik olaya maruz kalanların kalmayanlara göre daha fazla dissosiye olduğunun bildirilmesi parasomni hastalarının gün içinde görülen dissosiyatif deneyimlerin gece de ortaya çıkabileceğini düşündürmüştür. Parasomni etyolojisindeki heterojenite ve parasomnilerle dissosiyatif bozuklukların semptom düzeyinde örtüşmesi, araştırmacıları bu hastalıklarda ortak noktaların araştırılmasına yöneltmiştir. Dissosiyatif bozukluklarla uyku bozuklukları ilişkisi çok az çalışılmıştır. Yazımızda Parasomni ve Dissosiyatif bozukluk ile ilişkili literatürleri gözden geçireceğiz.

 

Erişim linki: 11- Parasomni ve Dissosiyatif Bozukluk.pdf

 

12- Dissosiyatif Bozuklukların Epidemiyolojisi

 

Özet: Bu makalede dissosiyatif bozuklukların epidemiyolojisi ele alınmıştır. Epidemiyoloji belirli bir toplumda, sağlıkla ilgili olgu ve durumların ve bunların belirleyicilerinin dağılımının incelenmesi ve bu çalışmaların sağlıkla ilgili sorunların kontrolünde kullanılmasıdır. Makalede öncelikle epidemiyoloji ve psikiyatrik epidemiyoloji kavramları üzerinde durulmuş ardından dissosiyasyon, belirtileri, yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, komorbodite, farklı ülkelerde ve Türkiye’de yapılmış araştırmalara değinilmiştir. Dünya’nın farklı bölgelerinde yapılmış olan araştırmaların sonuçlarının değerlendirilerek oluşturulan tablonun hastalığın kendine özgü özelliklerinin tanınmasına ve risk etkenlerinin tespit edilmesine katkısı olacaktır. Tüm bu bilgiler dissosiyatif bozukluk ile ilgili olarak, toplum ruh sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesine kaynak oluşturabilir

 

Erişim linki: 12- Dissosiyatif Bozuklukların Epidemiyolojisi.pdf

 

13- Anksiyete Bozukluklarında Dissosiyatif Belirtiler

 

Özet: Dissosiyasyon, belirli koşullar altında herkeste ortaya çıkabilecek uyumsal bir mekanizmadır. Başlangıçta travmatik yaşantıların üstesinden gelme amacıyla kullanılırken zamanla patolojik bir sürece dönüştüğü ve bir bozukluk olarak nitelendirildiği düşünülmektedir. Başta derealizasyon ve depersonalizasyon olmak üzere, çeşitli dissosiyatif belirtiler anksiyete bozuklukları arasında görülen yaygın belirtilerdendir. Bu çalışma anksiyete bozukluklarında eşlik eden dissosiyatif belirtilerin ele alınmasını, dissosiyasyonun anksiyete bozukluklarında klinik seyri nasıl etkilediğini, dolayısıyla da tedaviye yönelik kuramsal bilgileri ve bu alanda yapılan çalışmaların sonuçlarını içermektedir.

 

Erişim linki: 13- Anksiyete Bozukluklarında Dissosiyatif Belirtiler.pdf

 

14- Dissociative Identity Disorder:  An Empirical Overview

 

Özet: Results: DID was found to be a complex yet valid disorder across a range of markers. It can be accurately discriminated from other disorders, especially when structured diagnostic interviews assess identity alterations and amnesia. DID is aetiologically associated with a complex combination of developmental and cultural factors, including severe childhood relational trauma. The prevalence of DID appears highest in emergency psychiatric settings and affects approximately 1% of the general population. Psychobiological studies are beginning to identify clear correlates of DID associated with diverse brain areas and cognitive functions. They are also providing an understanding of the potential metacognitive origins of amnesia. Phase-oriented empirically-guided treatments are emerging for DID.

 

Erişim linki: 14- Dissociative Identity Disorder: An Empirical Overview.pdf

 

15- Dissociative Phenomenology of Dissociative Identity Disorder

 

Özet: The goal of this study was to investigate the dissociative phenomenology of dissociative identity disorder (DID). The Multidimensional Inventory of Dissociation (MID) was administered to 34 patients with DID, 23 patients with dissociative disorder not otherwise specified (DDNOS), 52 patients with mixed psychiatric disorders, and 58 normal individuals. DID patients obtained significantly higher scores than the other three groups on 27 dissociation-related variables. DDNOS patients had significantly higher scores than normals and mixed psychiatric patients on 17 and 15 dissociation-related variables, respectively. The findings of the present study are virtually identical to a large body of replicated findings about the dissociative phenomenology of DID. This broad range of dissociation-related phenomena, which routinely occurs in individuals with DID, is largely absent from the DSM-IV-TR account of DID. Factor analysis of the 11 dimensions of dissociation that are measured by the MID extracted only one factor that accounted for 85% of the variance. It was concluded that dissociation is a unifactorial taxon or natural type that has different aspects or epiphenomena (i.e., amnesia, depersonalization, voices, trance, etc.).

 

Erişim linki: 15- Dissociative Phenomenology of Dissociative Identity Disorder.pdf

Öne Çıkan Görsel: Batuhan Palabıyık

Yorum Bırak